Pandemi süreci alzheimer vakalarını arttırdı mı?
Dr. Mehmet Yavuz
Alzheimer hastalığı, her geçen yıl katlanarak artış göstermekte. Şu an bütün dünyada 60 milyon civarında alzhemier hastasının olduğu ve bu rakamın önümüzdeki 20 yılda iki katına çıkacağını tahmin etmekteyiz. Özellikle karantina döneminde ki iletişimsizlik ve sosyal izolasyonun getirdiği yalnızlık, bilhassa yaşlı kesimde Alzheimer ve diğer demansların tetiklenmesine neden oldu..
Pandemi sürecinde kişilerin birbiri ile temasının minumuma inmesi, hastalık bulaşır kaygısıyla insanların birbirlerinden uzak durmaları, sosyal iletişimi de bitme noktasına getirdi. Bu aşamada sadece evde kalıp yakınları ile görüşemeyen ve temas kuramayan yaşlı nüfusun beyin fonksiyonları şaşılacak düzeyde geriledi ve bunun sonucu olarak da Alzheimer vakalarında ciddi bir artış gözlendi. Evde kalıp yürüyüş yapamayan, iletişim kuramayan, televizyondan başka oyalanacak bir şeyi olmayan insanlar da zamanla beyin fonksiyonları gerileme gösteriyor. Nasıl ki, kullanılmayan adaleler zayıflayıp gerilerse beyinde öyle kullanılmadığında başda hafıza ve bellek sistemleri olmak üzere ciddi bir gerileme tablosuna girmektedir. Size basit gibi gelecek ama beyin fonksiyonlarını en çok etkileyen faktörlerden biri "yürüme"dir. Yapılan bilimsel araştırmalar, yürümenin beyinde yeni bağlantılar oluşturduğunu, yürüyemeyenlerde ise olan bağlantıların da kaybolduğunu gösteriyor.
Son altı ayda kliniğimize gelen Alzheimer ve demans hastalarında neredeyse iki misline yakın bir artma oldu. Kovid-19 Alzheimer hastalığı için ciddi bir risk teşkil etmektedir. Özellikle hiperglisemisi (şeker hastalığı) ve hipertansiyonu olan yaşlı kesim, kovid-19'a yakalandığında Alzheimer riski çok daha fazla yükselmektedir. Son bilimsel yayınlar APOE e4 geni bulunup da kovid geçirmiş olanların neredeyse %75'inde sonraki süreçte Alzheimer geliştiğini göstermektedir.
Ancak bu noktada önemli bir konu üzerinde durmak istiyorum. Kovid-19 salgını başladığından beri, hemen herkesin herhangi bir doktor tavsiyesi olmadan vücüdun savunma sistemini güçlendiren vitamin, mineral ya da doğal ilaç adı altında birçok müstahzarın gelişigüzel kullanıldığına şahit olmaktayım. Halbuki vücüdun savunma sistemini gereğinden fazla iyi duruma getirmek de sağlıklı değil. Çünkü kovid-19 salgınında tabloyu asıl kötüleştiren virüse karşı abartılı savunma sistemi tepkimesidir. Vücut virüsle karşılaştığında aşırı bir sitokin salgılanması ile (ki biz buna sitokin fırtınası diyoruz) saldırı altındaki bölgeye aşırı miktarda savaçcı asker gönderilir. Örneğin iki kişinin kavga ettiği bir alana birden bire 30 kişi girer ve kavgaya karışırsa ne olur, kaos olur ve ortalık arbedeye döner. Yine 100 tane tankla asfalt yola girerseniz, o asfalt kullanılamaz hale gelir. Kovid-19 enfeksiyonunda sitokin fırtınasının ilk hedef alanı akciğerlerdir. Olması gerekenden çok fazla savaşçı hücrenin gittiği alanda ise enteresan bir durum olur. Ve bir süre sonra vücudun kendi savunma askerleri yine kendi dokularına zarar vermeye başlar. Böylece alveollerde ödem sonucu akciğerler su toplamaya başlar ve ciddi solunum sıkıntısı baş gösterir. İşte bünyeye asıl zarar veren de arbedeye karışmış ve kontrolünü kaybetmiş bu savunma hücreleridir. Elbette ki, dışarıdan alınan immun güçlendiricilerin ve savunma takviyelerinin, sitokin fırtınasına neden olduğu konusunda kesin bilimsel delillerimiz yok ama öyle olur olmaz her koşulda doktor tavsiyesi olmadan bu tür ilaçların kullanımı fayda yerine zarar verebilir. Bu konuya daha sonra ayrı bir makale şeklinde genişçe değineceğiz.
Dolayısıyla görünen o ki, pandemi süreci, sadece sosyopsikolojik dünyamızı değil aynı zamanda beynin nörobiyolojik yapısını da etkilemiş gibi görünüyor.
Diğer taraftan bazı uzmanlar asıl nörolojik ve psikolojik etkilerin daha sonra ortaya çıkacağını şimdi görünenlerin sadece aysbergin ufak bir kısmı olduğunu iddia etmekte. Yani insanlar pandemi nedeniyle maruz kaldıkları vahim tabloyu henüz tam manasıyla semptomlara dönüştürebilmiş değil. Hadisenin posttravmatik boyutları yıllar sonra bile ortaya çıkabilir ve uzun süre devam edebilir.
Ayrıca bir diğer tespitimiz de kovid-19 geçirmiş ancak düzelmiş kişilerin vücut savunma sistemlerinin çok zayıflaması ve sonrasında maruz kaldıkları çeşitli hastalıkları çok daha ağır yaşayabilmeleridir. Bu nedenle normalde ölümle sonuçlanmaması gereken bazı hastalık süreçlerinin can kaybıyla neticelenmesinin arkasında yine geçirilmiş kovid-19 un sinsi izleri görülmektedir.
Dolayısıyla hem kovid-19 geçirenlerde hem de kovid-19 geçirmese bile pandemi süresi boyunca iletişimsizlik ve hareketsizlik yaşayan bireylerde ciddi düzeyde nörobiyolojik ve nöropsikolojik hasarlanmalar olmuştur.
Ama asıl korkutucu ve ürkütücü tablo hakkında bir fikrimiz yok. Çünkü aylarca 0-20 yaş grubunu dışarıya en çok ihtiyaç duydukları bir zamanda evlere hapsettik. Üstelik en çok sevgiye ilgiye ihtiyaç duydukları bu çağda, aileler hastalık bulaştırırım korkusu ile evlatlarını kucaklayıp sevemediler onlar yeterli iletişim kuramadılar. Bu ürkütücü senaryoyu az çok tahmin ediyoruz ama olayın psikotravmatik boyutlarını tam kestiremiyoruz. Ancak özgüveni düşük, iletişimden kopuk, daha çok dijital dünyaya önem veren asosyal bir nesil bizleri bekliyor olabilir.
Hülasa ilerleyen süreçte, hem nöropsikiyatri-geriatri hem de pedagoglara ve pedapsikologlara çok iş düşecek gibi görünüyor.