Eskiden bir cihazı açtığımızda önce içine bakardık. Hangi entegre nerede, hangi hat kopmuş, hangi komponent çatlamış… Şimdi ise önce hangi veriyi almış, hangi kodu çalıştırıyor, hangi modelde eğitilmiş diye bakıyoruz. Arıza artık lehim yerinde değil, algoritmanın içinde saklanıyor. Ve işin tuhafı şu: Eskiden biz cihazlara öğretirdik, şimdi onlar bize kim olduğumuzu hatırlatıyor.
Bir yazılım yüklerken sorduğum sorular artık sıradan değil: "Bu yazılım neyi unutmamalı?"
Evet, veri yüklemek başka, hafıza oluşturmak bambaşka bir şey. Bir cihaz bugün bozulsa, içine yüklediğim her şeyi yedeklemek mümkün. Ama o cihazla geçirdiğim eğitim, gösterdiğim sabır, ilk çalıştırdığım andaki heyecan… Bunları ne bir SSD ne de bir bulut yedekleyebilir. Çünkü bu bilgiler, insanın kendi belleğine yazılıyor.
Teknik servis dediğin şey artık tornavida ve ölçü aletiyle sınırlı değil. Bugün, bir teknisyen hem öğretmen hem öğrenci. Cihaza yazılım yüklüyorsun, ama o sırada kendi disiplinini de güncelliyorsun. Hangi sırayla yüklemen gerektiğini öğreniyorsun, sabretmeyi öğreniyorsun, bazen bir hatayı elli kere yapmadan doğrusunu bulamıyorsun. İşte tam da burada mesele değişiyor: Asıl öğrenen kim?
Bir yapay zekâ modelini eğitirken "tekrar ettiriyorsun" ama kendin ne kadar tekrar ediyorsun?
Makine, verilen verileri sindiriyor. İnsan ise yaşadıklarını. Ve bazen makine bir günde öğrenirken, insan aynı dersi yıllarca içselleştiremiyor. Yani mesele öğrenmek değil, anlamak.
Ben bazen bir yazılımı defalarca yükleyip çalıştıramadığımda, geri adım atıp şunu sorarım:
"Bu cihazda sorun yoksa, acaba bende mi var?"
İşte bu, yapay zekâ çağının sessiz sorusu.
Artık sadece makinelere komut vermiyoruz, kendi sınırlarımızı da test ediyoruz.
Cihazlar unutmuyor. Ama biz… belki de artık hatırlamayı unuttuk.