Ne ruh var, ne bekleyen
Çiğdem Sidar Ceylan
İçinde yaşadığımız dijital çağın, sıklıkla önümüze çıkardığı marazların en başta geleni hız. Hepimiz hız delisi olmuşuz da farkında değiliz. Ya da farkındayız da umursamıyor gibiyiz.
Az yavaşlasak, biraz dursak, dersiniz ki çok şey kaçıracağız. Devamlı bir koşturmaca, devamlı bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşı ya da yetişememe kaygısı, geri kalma korkusu, neredeyse hepimizi esir almış.
İşimizde, evimizde, cebimizde ve elimizde taşıdığımız her bir elektronik cihaz o telaş ve kaygıyı bir virüs gibi bize bulaştırmış ve salgın gibi her gün yeni konaklar, yeni kurbanlar arıyor.
Biz ise, olan biteni anlamaya fırsat kalmadan, teslim olmuş esirler, gönüllü köleler gibi bir taraftan finansal olarak diğer taraftan psikolojik olarak ödediğimiz bedeli yettiremiyoruz efendilerimize.
Neredeyse her alanda önümüze her ne konuyorsa, süper, hiper, fiber, ultra, plus, mega ve benzeri kelimelerle süslenip pazarlanıyor bize. Biz ise hız budalası olmuş, pazarlananın kendi hayatlarımız kendi varlıklarımız olduğuna ayıkmıyoruz.
Neye, nereye yetişeceksiniz? Bu hızın sonunda size kalan zamanı ne yapacaksınız, kime ya da ne yapmaya ayıracaksınız. Çok mu anlamlı, nitelikli, verimli ya da bilemedin keyifli alanlarda mı değerlendireceksiniz?
En fazla oturup, baş parmağınızı telefonun yağlanmış ekranında kaydıracak, olmadı defalarca aynı hikayeye çekilen saçma sapan bir diziyi izleyecek ya da en iyi seçenek olarak kafayı yastığa gömüp günün yarısını uykuya harcayacaksınız.
Hani şu farklı versiyonlarda anlatılan hikâyeyi bilirsiniz: Özetle birinci dünya ülkelerinden gelen bir konuğa, üçüncü dünya ülkelerinden birinin yerli rehberinin "Çok hızlı gidiyoruz. Bedenlerimiz burada, ruhlarımız geride kaldı" diyerek ruhunu beklemeye başlamasına dair hikâye.
Hız bağımlısı birer hasta gibiyiz. Oysa ki varılacak bir liman, yetişilecek bir durak, kaçırılacak hiçbir şey yok. Hepimizi kandırmışlar, hayat yolun kendinden başka bir şey değil.
Keyifle yürümenin hazzına varın. Yolda dokunacaklarınızın tadına, koklayacaklarınızın nefesine, kendinizin sesine kulak verin.
Belli ki ne ruh kalmış ne de o meşhur hikayedeki gibi o ruhu bekleyen.
NE güzel demiş Şair Gülten Akın "'Ah kimselerin vakti yok/ Durup ince şeyleri anlamaya''