Kavgayı aşk sanınca aşk için kavga ettik!
Burcu Yarapsanli Zayim
İlk insanlar Ademle Havva'dan bugüne dünya tarihine geçmiş iki büyük konu vardır:
"Kavgalar ve Aşklar"
Peki neden böyle diye düşündünüz mü hiç?
Çünkü kavga etme dürtüsüyle aşık olma dürtüsü insanın düşünce ve davranışlarına yön veren en kuvvetli duyguları içermektedir. Bu duygular öyle kuvvetlidir ki, yüzyıllar boyunca ülkeler arasındaki ilişkilerin kaderini bile değiştiren savaşlara ya da barışlara neden olmuştur. Bu yüzden sinemalara kadar yansıyan; sultanların, padişahların, kralların ve mitolojideki Tanrıların bile birçoğunun isimleri ya aşklarıyla ya da kavgalarıyla beraber anılır. Tarihin gösterdiği olaylardan da bellidir ki bu iki duygu, iki ucu birbirinden keskin bıçak gibidir. İşte bu yüzden bu dürtüler doğru yönetilemediğinde kolayca birbirini kışkırtan iki düşman duyguya dönüşebilir.
Kalbimin Orta Yerinde Bu Nasıl Bir Cumhuriyet Benimki?
Benzetme yaparak anlatacak olursam, insanoğlu kendi iç dünyasında cumhuriyetlerini ilan etmiş iki güçlü duygu ülkesi barındırır. Bunlardan biri sevgi, tutku, şehvet ve bağlılık halkını temsil eden "Aşk ülkesi", diğeri ise hayal kırıklığı, kıskançlık, nefret ve ayrılık halkını temsil eden "Kavga ülkesidir".
Bu iki ülke hem kendi içinde hem de diğer duygularla olan ilişkileri üzerinden doğru yönetilemezse, birbirlerine karşı ataklar geliştirmeye başlar ve böylece hem iç dengeler hem de davranış olarak yansıyan dış dengeler bozulmuş olur. Böyle bir anda iki ülkeye benzettiğim kavga etmeyle aşık olma dürtülerine diğer duygu ve düşünce dünyalarından da saldırılar gelir. Aşık olma dürtüsüne değersizlik, yetersizlik ve korku beraber saldırdığında artık aşık olmak bağımlı olmaya dönüşmüştür. Böylece o eski asil "Aşk ülkesi" yerini iç savaşlara bırakmış kaos dolu esir bir ülke haline gelmiştir. Kavga etme dürtüsüne de intikam, şiddet, öfke ve haklılık eşlik ettiğinde "Kavga ülkesi" artık korkunç güç gösterilerinin döndüğü bir savaş ülkesi haline gelir. Tüm bunlarda kontrol sağlanamadığında kendi içimizdeki bu ülkelerin başına "öngörü" gibi görünen ancak aslında"önyargılar" olarak karşımıza gelen kandırmaca bir lider atamış oluruz. Bu lider gerçek algılarımızı köreltip bizi çözüme götürmek yerine her an olumsuz bir şeyle karşı karşıya kalacakmışız gibi senaryolar kurdurup bu senaryolara inandırarak sorunların ortasında kalmış, çaresiz, bağımlı ya da şiddet eğilimli olmaya iter. Şiddet demişken, şiddet her zaman vurmak anlamına da gelmez. Bazen iletişimde sessiz kalmak bile karşımızdaki kişiye yaptığımız psikolojik şiddetin en kötüsü olabilir.
Böylece tüm bu sürecin sonunda önyargılar algılarımızı öyle bir çarpıtır ki kavga etmeyi aşk sanıp, aşk için kavga etmeye başlarız.
Bu durumu sizlere çok daha iyi açıklayabilmek için bizzat benim tanık olduğum bir hikaye anlatacağım.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine mi yoksa kıyametine mi?
Bir gün karnım acıkmış, bir kafe restoranın bahçesinde mis gibi hava eşliğinde bir şeyler yemek için oturmuştum. Karşımdaki masada da cıvıl cıvıl bir grup genç oturuyordu. Kısa bir süre sonra o grubun içindeki bir çift tartışmaya başladı. Bir ara o grubun içindeki kızın sesinin yükselmesine kulak kesildim. Belli ki erkek arkadaşıyla tartışıyordu. Kız diyordu ki "Anlamıyorsun. Ben o gün telefonumu kasıtlı açmamazlık etmedim. Telefonum sessizde kaldığı için senin aradığını fark etmemiştim." Erkek ise kızın yüzüne bile bakmadan masada oturan diğer arkadaşlarına dönerek dedi ki "Görüyor musunuz, bakın ne zaman kendisi suçlu olsa, üste çıkmak için bana hep böyle bağırıyor."
Bu diyaloğun başlamasıyla masada hararetlenen bir tartışma ve ilişkide ters giden bir sürü olay dizisi başladı. Bana da yemeğimi yerken onları fark ettirmeden izlemek düştü.
Bu tartışma sırasında, erkeğin kızın söylediklerini dinlemediği çok belliydi. O sadece kızın ona bağırdığını duyuyor ama bağırmanın içindeki kelimeleri dinlemiyordu. Halbuki erkek tam o anda kızı dinleseydi kızın neden telefonunun sesinin kısık kaldığını, kızın telefonu açmayınca erkek arkadaşı olarak kendisini nasıl hissettiğini, bir daha böyle bir tatsızlık yaşamamak için ne yapmaları gerektiğini konuşuyor olurlardı. Bir süre sonra kız da bağırmaya odaklandığı için kendisini doğru şekilde ifade edememeye başladı. Çünkü artık o da erkek arkadaşını sadece duyuyor fakat onu dinlemiyordu. Uzaktan baktığımda bu ilişkide işlerin çok önceden tersine dönmeye başladığını anlamıştım. Çünkü o gün hem kızın hem de erkeğin her ikisinin de içinde önyargılarını temsil o sert iç ses konuşuyordu. Ne yazık ki o sert iç sesleri olayları öyle çarpıtarak yorumluyordu ki hepsi de taaa karşı masalarında oturan benim bile burnuma gelecek kadar önyargı kokuyordu.
Sonra erkek birden hiddetlendi. Kızı susturmak için kolunu tuttu. "Yeter artık! Hem o telefonu açmadığın gün ne halt yediğini bilmiyorum. Hem de bana iki saattir yalan söylüyorsun. Bitsin artık, istemiyorum!" gibi sözlerle pat diye ayrılık kararını dile getiriverdi. Kız ise şaşkın bir hale dönerek kendini savunmaya geçmişti. "Neden böyle diyorsun? Doğruyu söylüyorum. Ben ayrılmak istemiyorum." diyerek o çok bağıran kız birdenbire ağlayan, üzülen ve özür dileyen kıza dönüşmüştü.
Erkek ise kızın kolunu tutmuş, "Bitti!" diye ısrar ediyordu. Sonra kızla erkeğin bu tartışmalarının arasına masada oturan diğer arkadaşları girip erkeği kızdan uzaklaştırdı. Masada oturan ve grubun içerisinde olan başka bir kız ise ağlayan kız arkadaşının elini yüzünü yıkamak üzere onu tuvalete götürmek istemişti. Tuvalete giderken benim masamın yanından geçen bu iki kızdan, ağlayan kız arkadaşına şöyle diyordu. "Onun da beni çok sevdiğini biliyorum. Sevmese zaten böyle sebeplerden dolayı kavga etmezdik."
Masada kalan erkek ise diğer arkadaşının "Sakin ol!" telkinlerine karşılık "Kanka ben bu kıza böyle yapmazsam, onunla baş edemem. Aldatır bile bu kız beni." diyordu.
Bu tartışmadan sonra size dönüp sormak isterim.
Ne dersiniz, sizce gerçekten ayrılmışlar mıydı?
Kız tuvaletten geri döndüğünde her ikisi de sakinleşmişti. Erkek birden kolunu kızın omzuna attı, kız da başını erkeğin omzuna yasladı. Ortada ne bir açıklama, ne bir özür ne de bir konuşma vardı. Öpüştüler, barıştılar ve en acısı da birbirlerini dinlemedikleri bu kavgada her şeyi konuştuklarını zannettiler. Yani gerçekten aşk için kavga ettiklerine çoktan kendilerini inandırmışlardı. Ne yazık ki kız aşkın bağımlılığa dönüştüğünün, erkek ise aşk zannettiği duygunun şüpheyle kaplanmış takıntılı bir düşünceden ibaret olduğunun farkında değildi.
Buyrun bu ilişkinin yorumunu bir de sizden alalım.
Ne dersiniz, onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine mi yoksa kıyametine mi diyelim?
Söz sırası sizde…
Bir sonraki yazımda yine günlük hayatımızın içinde çok karşılaştığımız güzel bir konuyla burada olacağım.
Mutlu bir haftanız olsun.Kendinize iyi bakın.