Sahilde turist, dere yatağında taşkın, kırsalda Afgan mülteci…
Burcu Kösem
Uzun bayram tatilinin ardından Türkiye ekonomisine bakmak istediğimde başlıktaki üç farklı konunun aslında durumumuzu fazlası ile özetlediğini gördüm.
İlki aslında cari açık konusunda olumlu gelişmeleri akla getiriyor, zira pandemi süresince en çok yara alan sektör turizm ve ona bağlı olarak da hizmet sektörü oldu. Bu uzun bayram tatilinde, kaçınılmaz olan açılma ile beraber popüler turistik kıyı bölgelerine öylesine bir akın oldu ki, o beldelerimizdeki trafik ve de perakende gıda tüketimi verileri adeta zirve yaptı. Yabancı turistlerin başını ise Ruslar çekti. Bu durumun, döviz girdileri ve o bölgelerde tüketim harcamalarının artması sebebiyle ekonomik açıdan istenen sonuçları elbette ki var. Ancak bir de Sağlık Bakanımızın açıkladığı üzere hiç aşılanmamış 23 milyon kişi ve çift doz aşılanma sayısının düşük oluşu değerlendirildiğinde, vaka sayıları açısından ciddi riskler doğurduğu/doğuracağı da ortada…
Sadece Rusları değil, Avrupalı turistleri de tekrar çekmeliyiz
Vaka sayılarının arttığı bir gerçek olmakla birlikte aşılanmanın etkisiyle ağır hasta sayılarının göreceli daha düşük olması içimizi bir nebze olsun rahatlatıyor. Ama bireysel olarak aşılanma ve korunmaya gerekli özen gösterilmeye devam edilmeli. Turizm ülkemizin önemli cari girdilerinden birini oluşturuyor. Sadece Rusların değil Avrupalı turistlerin de tekrar Türkiye'yi tercih etmeleri, cari açığın kapanması açısından elzem görünüyor. Ayrıca bireysel olarak kişilerin korunmaya gerekli hassasiyeti göstermeleri, sadece ekonomiyi değil, aile ve toplum sağlığını da güvence altına alacaktır.
Yaşanan felaketlerin sebebi küresel ısınma, yani insanoğlu…
Gelelim sel felaketlerine… Hepimizi son derece üzen, sadece ülkemizde değil yakın zamanda Avrupa'da da görülen bu felaketlerin başlıca nedeni elbette ki küresel ısınma. Bu felaketler, tüm dünyanın birlikte hareket etmek zorunda olduğu gerçeğini tekrar gözler önüne serdi.
Doğayı kendi dengesi ile baş başa bırakamadık. Ağaçların kesilmesine ya da dere yataklarına yerleşime göz yumduk. Yeni tatil köylerinin kurulması için güzelim ormanların yok edilişini üzülerek hatta söylenerek izledik. Ancak sonra da o tatil köylerinde ya da lüks otellerde tatillere gittik, fotoğraflar çektirdik. Bu acı durum için artık çare üretilmesi gerekiyor. Laf olsun diye değil gerçekten caydırıcı cezalar ve ağır yaptırımlar uygulanmalı… Doğa kimsenin şahsi mülkü değil, gelecek nesillere taşınması gereken en önemli hazine… Gerekli bilinç oluşturulmalı ve doğayı korumak ve daha fazla tahrip etmemek adına adımlar atılmalı.
Sel konusu bir sonuç, sebeplerini hepimiz biliyoruz bilmesine de bu sebeplere müdahale etmeden sonucun değişmesini bekliyoruz. Yani harekete geçmeden sadece imkansızı diliyoruz. O zaman artık harekete geçme zamanı, önümüzde çok büyük ve zorlu dönüşümler söz konusu… Gelişmiş ülkeler hızlıca dönüşmeye başladı ve biz bu dönüşümün gerisinde kalırsak sonuçları bugünden vahim olacak.
Dönüşüme ayak uydurmalıyız!
Ülkemizin en önemli ticari partneri Avrupa. Avrupa'nın enerji dönüşümü ve iklim krizi ile mücadele biçimi hem hayati hem de ekonomik açıdan pek çok zorluğu beraberinde taşıyor. Doğayı korumak önemli ama işin bir de ekonomik boyutu var. Özellikle sınırda karbon vergisi uygulaması çimento başta olmak üzere imalat sanayinde pek çok kesime ciddi maliyetler ve zorluklar getirecektir. Dolayısı ile bir an evvel yapılması gerekenlerin en başında, karbon salınımı yüksek üretim biçiminde dönüşümü sağlayan revizyonlar gelmektedir.
Hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var. Pandemiden önce dünyanın biri iklim diğeri mülteci & göçmen olmak üzere iki temel ve ortak sorunu vardı, bu sorunlar bitti mi? Hayır, halen devam ediyor üstelik misli ile…
Göçmen mi mülteci mi?
Göçmen ve mülteci bildiğiniz üzere farklı kavramlar ancak çoğunlukla birbiri ile karıştırılmakta ve bazen aynıymış gibi anlamlandırılmakta. O zaman kabaca belirtmek gerekirse aradaki farkı şu cümleden çıkartabiliriz; Türkiye göç veren ancak son on yılda ciddi sayıda mülteci kabul eden bir ülke haline geldi!
Ülkemiz 1960'lı yıllarda başlayan Avrupa'ya göç dalgasında Almanya başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesine işçi yani mavi yakalı göç vermişti. Ancak son yıllarda Türkiye'den yurt dışına göçler beyin göçü olarak gerçekleşiyor. TÜİK verilerine göre özellikle 2016 OHAL sonrasını ifade eden 2017-18 yılları arasında Türkiye'den göç eden kişi sayısı bir önceki yıla kıyasla yüzde 42,5 artış göstermiş. 2019 yılında ise bu artış bir önceki yıla göre yüzde 2 civarında. Özetle ülkemiz özellikle son yıllarda beyin göçü veren bir ülke konumunda.
Avrupa Türkiye'ye şükran duymalı…
Mülteci konusunda ise dünya şampiyonluğuna doğru ilerlemekteyiz! Coğrafya kader midir? sorusunu bir kez daha düşündürtecek şekilde ülkelerine sadece nitelikli iş gücü çeken Batılı ülkeler, Türkiye'ye Arap Baharı (Arap Kabusu daha doğru olabilir) sonrası kabul ettiği Suriyeli ve diğer Ortadoğulu mülteciler için şükran duymak zorunda…
Veriler ile ifade etmek gerekirse; Türkiye'deki geçici koruma altındaki kayıtlı Suriyeli sayısı 23 Haziran 2021 tarihi itibarıyla bir önceki aya göre 11 bin 766 kişi artarak toplam 3 milyon 684 bin 412 kişi oldu.
Özellikle resmi verilere göre İstanbul'da nüfusun yüzde 3,5'i olarak belirtilen yüzdenin çok daha üstünde kaçak sığınmacı olduğu, hatta bazı semtlerin siluetinin bu göçmenler tarafından adeta bir getto gibi değiştirildiği bilinmektedir.
ABD'nin Afganistan kararı sonrası göç dalgası!
Son haftalara konu olan Afgan mültecilerinin sayısının da giderek artığına şahit olmaktayız. ABD'nin askeri güçlerinin tamamını Afganistan'dan çekmesi için geri sayım devam ederken ülkedeki çatışmaların şiddetlenmesi ile Türkiye'nin İran sınırından ve sınıra yakın olan kentlerinden düzensiz bir göç dalgası yaşanıyor.
Göç İdaresi verilerine göre 2021 yılında, 7 Temmuz itibariyle toplam 62.687 düzensiz göçmen yakalanmış. Afganlar, 25.643 kişi ile en büyük grubu oluşturuyor. Afganları sırasıyla Suriye, Pakistan, Özbekistan, Irak, Bangladeş, Türkmenistan, İran, Somali ve Filistin'den gelenler takip ediyor.
Ayrıca yakalanmadan sınırlarımızı geçen ya da genel olarak herhangi bir resmi kaydı bulunmayan düzensiz göçmenlerin sayısı ise bilinmiyor.
Özetle iklim krizinden önce dört mevsim yaşanan ülkemizin her yöresi bu bayram tatilinde farklı hikayeler yazdı; kimileri sahilde güneş ve müsilajsız! denizin tadını çıkarırken, kimileri sel taşkınları ile kimileri ise Afgan mülteciler ile haşır neşir oldu…
Umarız bu son göçmen dalgasını hafif şiddette atlatmış oluruz. Son kelamım ise işverenlere olacak. Ülkemizde genç işsizlik yüzde 25'lerin üzerinde iken, sigortasız ve düşük ücretle kaçak göçmenleri istihdam ederek, yerel halk ile göçmenlerin arasını açmayınız. Modern ekonomide kar maksimizasyonu tek belirleyici olmaktan uzak olup, sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirlik esastır.
Geçmiş Bayramınız Kutlu Olsun…