Akdeniz'in açık sularında bu hafta sessiz ama sarsıcı bir dram yaşandı. Madleen adlı sivil yardım gemisi, Gazze'ye insani yardım ulaştırmak üzere yola çıkmıştı. Gemide ne savaş silahları vardı, ne askeri teçhizat. Yalnızca yiyecek, ilaç, içme suyu ve insanlık taşıyordu bu gemi. Ancak İsrail işgal güçleri tarafından uluslararası sularda durdurularak alıkonuldu, gemideki silahsız siviller gözaltına alındı ve gemiye el konuldu.
Bu olay; yalnızca bir insani yardım girişiminin engellenmesi değil, uluslararası hukukun doğrudan ve ağır bir ihlaliydi aynı zamanda…
Peki hukuk bu konuda ne diyor?
İsrail'in Madleen gemisine müdahalesi, başta Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) olmak üzere birçok uluslararası sözleşmeyi de ihlal etmiştir. Şöyle ki;
•UNCLOS Madde 87 : Açık denizlerin barışçıl amaçlarla kullanılması her devletin hakkıdır.
•Madde 89 ve 90 : Hiçbir devlet açık denizlerde egemenlik iddia edemez ve sivil gemilerin seyrüsefer özgürlüğü engellenemez.
• Ayrıca, Cenevre Sözleşmeleri Ek Protokol I – Madde 70, insani yardımın silahlı çatışma bölgelerine engelsiz ulaştırılmasını bir yükümlülük olarak tanımlar.
İşte İsrail tarafından Madleen'e yapılan müdahale, bu hukuki normlara açıkça aykırıdır. İsrail, hiçbir yasal gerekçeye dayanmaksızın sivil bir gemiye müdahale ederek, savaş suçu niteliğinde bir eylemde daha bulunmuştur.
Halk Sokaklarda, Dünya Liderleri Sessiz
Uluslararası toplumun önemli bir bölümü, hükümet temsilcileri tıpkı Mavi Marmara olayında olduğu gibi, yine ya susmakta ya da etkisiz kınama cümleleriyle yetinmektedir. Ancak bu sessizlik, nötr bir tutum değildir. Aksine, zalime cesaret, mazluma yalnızlık veren derin bir ahlaki çöküşü temsil ediyor bu sessizlik.
Bir zamanlar hukukla şekillenen dünya düzeni, bugün güce boyun eğmekte; insani değerler, jeopolitik hesaplara kurban edilmektedir.
Ancak Türkiye, bu genel sessizliğe karşı istikrarlı ve ilkeli bir duruş sergilemiştir. Devletimiz, 7 Ekim'den bu yana Filistin halkının haklı davasının yanında durmuş, Gazze'ye yönelik her saldırıyı en güçlü şekilde kınamış, diplomatik, insani ve hukuki tüm yolları kullanarakbu soykırım girişimini dünyaya anlatmaya çalışmıştır.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, İsrail'in Filistin'de işlediği suçları defalarca "insanlığa karşı suç" ve "soykırım" olarak nitelemiş, uluslararası platformlarda bu zulmün karşısında dik durmuştur.
• AFAD ve Kızılay başta olmak üzere çok sayıda Türk kurumu, Gazze'ye insani yardım ulaştırmak için olağanüstü bir çaba göstermektedir.
• Türkiye, Uluslararası Adalet Divanı'nın (UAD) İsrail'e karşı açılan soykırım davasına destek veren sayılı ülkelerden de biri olmuştur.
Kısacası Türkiye, bu meselede sadece sözle değil, fiili iradesiyle de insanlık onurunun temsilcisi olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Susmak tarafsızlık değil, zalimin safına geçmektir
Madleen'e binen gönüllüler, aslında sadece Filistinliler için değil, hepimiz için yola çıktılar. Onlar; dünyayı yeniden insani bir eksende buluşturmak isteyen, umut taşıyan cesur yolculardı.
İsrail'in bu sivil girişime tahammülsüzlüğü, aslında kendi varlık felsefesinin yekten iflasıdır:
Zulmü kudret, şiddeti güvenlik, kuşatmayı barış sanan bir anlayışın artık dünyada yeri kalmamıştır.
Ve unutmayalım, onlar yalnızca Madleen'i / bir gemiyi durdurdular. Ama o gemide taşınan vicdanı, umudu, adaleti ve insanlık inancını asla alıkoyamadılar/alıkoyamacaklar…
Bu yüzden çağrımız nettir:
Gazze ablukasının derhal kaldırılması, sivillere insani yardımların kesintisiz ulaştırılması, gözaltına alınan aktivistlerin derhal serbest bırakılması ve İsrail'in işlediği bu suçlara karşı uluslararası bir yaptırım sürecinin başlatılması artık bir zorunluluktur.
Çünkü susmak tarafsızlık değil, zalimin safına geçmektir.
Mazluma omuz vermek ise sadece vicdan değil, insanlık borcudur…