Zevk parçalanmasına yakalandık!
Hayalini kurduklarımız gerçek oldu... Ama biz yine de eksik kaldık.
Arthur Schopenhauer zihinlerimizi açıyor :
"İnsan hayatı, istekle doyum arasında bir sarkaç gibi salınır; biri acı, diğeri can sıkıntısı doğurur."
Modern psikoloji, bu duyguyu tatmin hissinin çöküşü olarak tanımlıyor. Bir şeyi isterken duyulan coşku, ona ulaşıldığında yerini anlamsız bir boşluğa bırakır. Bu sadece modern bireyin değil, belki de insanlığın kadim sancısı.
Zevkin kırılganlığı tam olarak budur.
Uzun süre bir şeyi arzuladığımızda, o şey zihnimizde büyür, parlar, idealleşir. Ama gerçek hayat, hayal kadar parıltılı değildir. Gerçek ve hayal çarpıştığında parıltı ortadan kaybolur.
Beklediğimiz an gelir. Ama biz o anda durup "bu muydu" diye iç geçiririz. Çünkü zihnimiz, gelecekte yaşayacağımız o zevki defalarca kurgulamış, prova etmiştir ama gerçek olan hamdır, kusurludur, eksiktir. Bunu hissettiğimizdetatmin yerine tatminsizlik duygusu başlar.
Zevkin kırılganlığı, işte bu içsel çöküşün adıdır. Bir nevi ruhsal yankılanmadır.
Tatminin Yokluğunda Kaybolduk.
Yeni bir ev aldık.
İlişki kurduk.
Yurt dışına çıktık.
Terfi ettik.
Çocuğumuz oldu.
Gelinlik giydik.
Yeni arabaya bindik.
…
Ama sonrasında içimizde bir şeylerin eksik kaldığını fark ettik. Kısa süre sonra yeni hedefler, yeni istekler, yeni yorgunluklar devreye girdi. Çünkü mutluluğu an'da değil, hep bir "sonra"ya yükledik.
Bu noktada Schopenhauer'e bir kez daha kulak verelim :
Her arzu, tatmin edildiğinde yeni bir arzuya yol açar. Tatmin, sadece kısa bir süreliğine bizi rahatlatır; sonra yerini daha büyük bir boşluğa bırakır."
Çünkü bize bunu öğrettiler :
"Başarırsan mutlu olursun."
"Kazanırsan huzura erersin."
"Ulaşırsan doyarsın."
Dikkat edeceğiniz üzere mutluluk hep bir sonraki adımda
Ama ulaşınca ne oldu ?
Hiçbir şey.
Çünkü zevki geleceğe yüklemek, bugünün tatminini sabote etti.
Ve kısır bir döngü başladı :
Hayal et – Koş – Ulaş – Boşluk – Yeni Hayal – Koş...
Ne Yapmalı?
• Mutluluğu varış noktası değil, yolculuk hâli olarak görmeli. Çünkü yolun kendisi, hayatın ta kendisi.
• Hedefi kutsallaştırmamalı. Ona ulaşamayınca yıkılmamalı, ulaşınca da kutsamamalı.
• Zihnindeki "olay çok güzel olacak" ideallerini gerçeklik filtresinden geçirmeli.
• Ve en önemlisi: Boşluğu suçlamamalı. Bazen boşluk, sadece gerçeğin sesi.
Son Söz:
Belki de aradığımız huzur, varacağımız yerde değil...
Yolda nasıl yürüdüğümüzde, neye takılıp neyi içimizde taşıdığımızdadır.
Çünkü bazen bir hedefe ulaşmak, yol boyunca kaçırdığın küçük sevinçlerin toplamına mal olabilir.
Ve sonunda anladığımız :
"Yaşam, hedeflere ulaşmaktan çok; o hedeflere yürürken insan kalabilme sanatıdır."