6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve Kanunun Uygulamadaki Yeri
Av. Uzm. Arb. Ayşen Güzel
6284 sayılı yasanın ilk maddesiyle, amacın; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemek olduğu belirtilmiştir.
6284 sayılı kanunun uygulanmasında ve gereken hizmetlerin sunulmasında; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nin ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemelerin esas alınacağı; şiddet mağdurlarına verilecek destek ve hizmetlerin sunulmasında temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izleneceği; şiddet mağduru ve şiddet uygulayan için alınan tedbir kararlarının, insan onuruna yaraşır bir şekilde yerine getirileceği ve bu kanun kapsamında kadınlara yönelik cinsiyete dayalı şiddeti önleyen ve kadınları cinsiyete dayalı şiddetten koruyan özel tedbirlerin ayrımcılık olarak yorumlanamayacağı ifade edilmiştir.
Kanunda yer alan tanımlamalar dikkate alındığında; bakanlık, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını; ev içi şiddet, şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddeti; hâkim, aile mahkemesi hâkimini; kadına yönelik şiddet, kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve 6284 sayılı kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranışı; şiddet, kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı; şiddet mağduru, 6284 sayılı kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışlara doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kalan veya kalma tehlikesi bulunan kişiyi ve şiddetten etkilenen veya etkilenme tehlikesi bulunan kişileri; şiddet önleme ve izleme merkezleri, şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verildiği, çalışmalarını yedi gün yirmi dört saat esası ile yürüten merkezleri; şiddet uygulayan, kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışları uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişileri; tedbir kararı, bu kanun kapsamında, şiddet mağdurları ve şiddet uygulayanlar hakkında hâkim, kolluk görevlileri ve mülkî amirler tarafından, istem üzerine veya resen verilecek tedbir kararlarını ifade eder şekilde tanımlanmıştır.
6284 sayılı yasa uyarınca tedbirlerin koruyucu ve önleyici olarak iki farklı gruba ayrıldığı ve koruyucu tedbir kapsamındaki tedbirlere karar vermeye yetkili olanların, mülki amirler ve aile mahkemeleri hakimleri; önleyici tedbirlere karar vermeye yetkili olanların ise, aile mahkemeleri hakimleri olduğu görülmektedir. Ancak düzenleme içerikleri dikkate alındığında, mülki amirlerle aile mahkemeleri hakimlerinin verdikleri koruyucu tedbirlerin birbirinden farklı olduğu anlaşılmaktadır.
6284 sayılı yasa kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak mülkî amir tarafından verilebilecek koruyucu tedbir kararları; kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanması; diğer kanunlar kapsamında yapılacak yardımlar saklı kalmak üzere, geçici maddi yardım yapılması; psikolojik, meslekî, hukukî ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi; hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması; gerekli olması hâlinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması hâlinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması şeklindedir.
6284 sayılı yasa kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak hâkim tarafından verilebilecek koruyucu tedbir kararları; işyerinin değiştirilmesi; kişinin evli olması hâlinde müşterek yerleşim yerinden ayrı yerleşim yeri belirlenmesi; 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'ndaki şartların varlığı hâlinde ve korunan kişinin talebi üzerine tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması; korunan kişi bakımından hayatî tehlikenin bulunması ve bu tehlikenin önlenmesi için diğer tedbirlerin yeterli olmayacağının anlaşılması hâlinde ve ilgilinin aydınlatılmış rızasına dayalı olarak 27/12/2007 tarihli ve 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu hükümlerine göre kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesi şeklindedir.
6284 sayılı yasa kapsamında şiddete uğrayanlarla ilgili olarak hâkim tarafından verilebilecek önleyici tedbir kararları; şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması; müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi; korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması; çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması; gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması; korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi; korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi; bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi; silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi; korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâlinde, hastaneye yatmak dâhil, muayene ve tedavisinin sağlanması; bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması ve tedavisinin sağlanması şeklindedir.
Hakim, 6284 sayılı kanunda belirtilen tedbirlerle birlikte, 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nda yer alan koruyucu ve destekleyici tedbirler ile 4721 sayılı kanun hükümlerine göre velayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında karar vermeye de yetkili olup; şiddet uygulayanın, aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut katkıda bulunan kişi olması halinde, 4721 sayılı kanun hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması kaydıyla, hâkim, şiddet mağdurunun yaşam düzeyini göz önünde bulundurarak talep edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilmektedir.
Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkes, bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebilmektedir. İhbarı alan kamu görevlileri, 6284 sayılı kanun kapsamındaki görevlerini gecikmeksizin yerine getirmek ve uygulanması gereken diğer tedbirlere ilişkin olarak yetkilileri haberdar etmekle yükümlüdür. Yasal zorunluluk ve kanun hükümleri belirtilen şekilde nettir.
Tedbir kararı; ilgilinin talebi, bakanlık veya kolluk görevlileri ya da Cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine verilebilmektedir. Yine tedbir kararları, en çabuk ve en kolay ulaşılabilecek yer hâkiminden, mülkî amirden ya da kolluk biriminden talep edilebilmektedir. Yasal düzenleme uyarıca, tedbir kararı ilk defasında en çok altı ay için verilebilmekte; ancak şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin devam edeceğinin anlaşıldığı hâllerde; resen, korunan kişinin ya da bakanlık veya kolluk görevlilerinin talebi üzerine tedbirlerin süresinin veya şeklinin değiştirilmesine, bu tedbirlerin kaldırılmasına veya aynen devam etmesine karar verilebilmektedir. Yasal düzenlemede koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmayacağı ve önleyici tedbir kararının, geciktirilmeksizin verileceği; bu kararın verilmesinin, kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemeyeceği belirtilmektedir. Yine tedbir kararı, korunan kişiye ve şiddet uygulayana tefhim veya tebliğ edilmek zorundadır. Tedbir talebinin reddine ilişkin karar ise, sadece korunan kişiye tebliğ edilmektedir. Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde ilgili kolluk birimi tarafından verilen tedbir kararı, şiddet uygulayana bir tutanakla derhâl tebliğ edilecek ise de; ne yazık ki birçok halde koruma kararları, şiddet uygulayana derhal tebliğ edilmediği gibi şiddet uygulayan ve şiddete maruz kalan kişilerin doğrudan kolluğa çağrılması ve kollukta imza atmalarının istenmesi suretiyle tebliğ edilmektedir. Benzer şekilde ülkemizde şiddete maruz kalan mağdurdan, her hafta kolluğa giderek karşı tarafça rahatsız edilmediği, şiddete maruz kalmadığı, koruma tedbirlerine aykırılık olmadığı yönünde imza vermesi dahi istenmektedir ki; bu husus, yasanın amacına tezat teşkil eden hukuksuz bir uygulamadır. Zira burada lehine koruma kararı verilen kişi, kolluğa imza vermekle yükümlü olan ve adli kontrole tabi bir kişi değil, aksine can ve mal güvenliği bulunmayan ve bu sebeple korunması gereken kimsedir. Kolluğun iş yükünü ve yoğunluğunu bahane edip mağdurları sürekli olarak kolluğa çağırması, mağdurların kolluğa gitmeleri konusunda ısrarcı olması ve gerek tebliğ tebellüğ belgesine imza atmaları için gerekse rahatsız edilmediklerine, koruma tedbirlerine aykırılık ve ihlal olmadığına dair kolluğa giderek beyanda bulunmaları için zorlaması doğru değildir. Bu halde kolluk bakımından görevin kötüye kullanımı ile mağdurların güvenliklerinin tehlikelere atılması söz konusudur. Bu sebeple yasal düzenlemelerle uygulamanın birbirinden ayrılıp kanunun konuluş amacından sapıldığı ve teorik ile pratiğin birbirine tezat düştüğü, mağdurların bu süreçte çok daha fazla mağdur edildiği görülmektedir.
Tedbir kararının tefhim ve tebliğ işlemlerinde, tedbir kararına aykırılık hâlinde şiddet uygulayan hakkında zorlama hapsinin uygulanacağı ihtarının yapılması zorunludur. Uygulamada koruma tedbirleri, mahkemece tebliğ edilmeyip kolluk birimleri tebliğle görevlendirilmekte ve kolluğun birçok halde koruma tedbirlerini tebliğde gecikmeye düştüğü, hatta kolluk tarafından yalnızca koruma kararlarının tebliğ edilmemesi sebebiyle dahi mahkemece koruma kararının ihlalinden ötürü zorlama hapis cezasına karar verilmediği ve koruma kararının tebliğ edilmemesi sebebiyle ceza verilmesine yer olmadığına kararlarının verildiği, mağdurun yargısal süreçte bir kez daha mağdur edildiği görülmektedir. Hatta birçok halde dahi koruma kararları tebliğ edilse bile, mahkemece hukuksuz gerekçelerle ceza verilmesine yer olmadığına karar verildiği gözlemlenmektedir. Somut bir dosyada, soruşturma dosyasının şüphelisi hakkında adli kontrol tedbiri ve aile mahkemesince verilen koruma kararı varken, kolluğun koruma kararının tebliğini yirmi gün geciktirmesi sebebiyle ısrarlı takip şüphelisine, ihlal fiiline rağmen zorlama hapis cezası verilmediği görülmüştür. Yine aynı olayda şüphelinin av tüfeğini teslim etmesine karar verilmiş ve şahıs, tüfeğini kaybettiğini söylemiş ve teslim etmemiştir. Bunun üzerine şahsa zorlama hapis cezası verilmiş ve zorlama hapsini içeren ceza kararını gören şüpheli tarafça tüfek teslim edilmiş ve aile mahkemesince zorlama hapis cezası kaldırılmıştır. Oysa cezanın kaldırılmaması gereklidir. Zira burada o andan itibaren ihlal devam etmediği için yeni bir zorlama hapsinin verilmemesi gerekmekte, ancak ilk ihlal sebebiyle cezanın infaz edilmesi gerekmektedir. Fakat mahkemelerce farklı ve hukuka aykırı uygulamalar sürdürülmektedir. Başka bir somut olayda, ısrarlı takip dosyasında şüpheli ve halen sanık olan kişi hakkında, aile mahkemesince verilen koruma kararlarının ihlallerinde birden çok kez ceza verilmesine yer olmadığı kararları verilmiş, şahıs tüfeğinin teslimi yönünde verilen silahın teslimi tedbirine uymamış ve tüfeğini çaldırdığını belirtmiş, başka bir beyanında da tüfeğini çaldırmayıp kaybettiğini söylemiş ve yine ruhsatlı tüfeğini teslim etmemiştir. Şahsın çelişkili ifadeleri sabit ve yalan söylediği açıkken, tüfeğini teslim etmemesine rağmen şahsa hiçbir ceza verilmemiştir. Bu noktada mahkemelerin uygulamalarının yetersiz olduğu ve şiddet mağdurlarının korunmadığı görülmektedir. Bu somut olayda kadın cinayetlerine adeta davetiye çıkarılmış ve cinayet olgusu, ısrarlı takip dosyasının sanığının inisiyatifine bırakılmıştır.
Yine gerekli bulunması hâlinde, tedbir kararı ile birlikte talep üzerine veya resen, korunan kişi ve diğer aile bireylerinin kimlik bilgileri veya kimliğini ortaya çıkarabilecek bilgileri ve adresleri ile korumanın etkinliği bakımından önem taşıyan diğer bilgileri, tüm resmi kayıtlarda gizli tutulmak zorundadır. Yapılacak tebligatlara ilişkin ayrı bir adres tespit edilmesi gerekmektedir. Bu bilgileri hukuka aykırı olarak başkasına veren, ifşa eden veya açıklayan kişi hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun ilgili hükümleri uygulanacaktır. Talep hâlinde ilgililere kişisel eşya ve belgelerinin kolluk marifetiyle teslimi sağlanacaktır. Ancak uygulamada somut bir uyuşmazlıkta, İzmir 2. Aile Mahkemesi'nden talep edilen adres gizliliği istemi, açıkça hukuksuz şekilde reddedilmiş ve devamı aylarda şüpheli şahıs, yine aynı kişileri rahatsız etmek için aralarında soruşturma/dava dosyalarının bulunduğu ve karşılıklı olarak tarafı oldukları dosyadan, karşı taraf mağdurların adres bilgilerini alarak, gizlice mağdurların yeni adreslerine ve apartmanlarına girmiş ve rahatsızlık eylemlerine devam etmiştir. Taraflar arasında halen devam eden koruma kararları uyarınca tedbirler ve İzmir 48. Aile Mahkemesi'nde görülen ısrarlı takipten ötürü kamu davası vardır. Burada mahkemelerce yeterli ve sağlıklı tedbirlerin alınmadığı ve kararların infazları ile icrasında, hatta tebliğ aşamalarında dahi çok büyük sıkıntıların olduğu görülmektedir.
6284 sayılı kanun hükümlerine göre hakkında tedbir kararı verilen şiddet uygulayan, bu kararın gereklerine aykırı hareket etmesi hâlinde, fiili bir suç oluştursa bile ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre hâkim kararıyla üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulacaktır. Tedbir kararının gereklerine aykırılığın her tekrarında, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre zorlama hapsinin süresi on beş günden otuz güne kadar olacaktır. Ancak zorlama hapsinin toplam süresi altı ayı geçemeyecektir. Zorlama hapsine ilişkin kararlar, Cumhuriyet başsavcılığınca yerine getirilecek ve bu kararlar, bakanlığın ilgili il ve ilçe müdürlüklerine bildirilecektir.
Yasal düzenlemeler arasında, korunan kişinin geçici koruma altına alınmasına ilişkin koruyucu tedbir kararı ile şiddet uygulayan hakkında verilen önleyici tedbir kararlarının yerine getirilmesinden, hakkında koruyucu veya önleyici tedbir kararı verilen kişilerin yerleşim yeri veya bulunduğu ya da tedbirin uygulanacağı yer kolluk biriminin görevli ve yetkili olduğu belirtilmektedir.
Ancak belirtildiği üzere, uygulamada aksaklıkların olduğu ve çoğu yasal düzenlemenin yanlış şekilde uygulanageldiği görülmektedir. Koruma kararının tebliğinin, doğrudan mağdurun telefonla kolluğa çağrılması suretiyle kollukta yapılmak istendiği, aleyhinde tedbir kararı verilen kimsenin de tebliğ tebellüğ belgesine imza atması için kolluğa çağrıldığı, birçok halde aleyhe tedbir kararı verilenin, imza atmadan ve koruma kararını tebliğ almadan evvel mağduru yeniden rahatsız ettiği, bu sebeple kolluğa gitmeyi geciktirdiği; lehine koruma kararı verilene, tebliğ öncesi süreçte hakaret ettiği, mağduru tehdit ve/veya darp ettiği, nihayetinde de tebliğ tebellüğ belgesini henüz imzalamadığı için aile mahkemelerince şahsa ceza verilmediği görülebilmektedir. Oysa yasal düzenlemeden de anlaşıldığı üzere; tedbir kararının ilgililere tefhim veya tebliğ edilmemesi, kararın uygulanmasına engel teşkil etmemektedir. Ancak ne yazık ki mahkemelerce ihlalden ötürü ceza verilmesi yönünde değerlendirme yapılırken, öncelikle kararın aleyhinde tedbir olunana tebliğ edilip edilmediği aranmakta ve kararın tebliğ edilmemiş olması halinde ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmektedir. Yine kolluk tarafından, aleyhinde tedbir kararı verilen şahsın adresine gidilmeksizin yalnızca telefonla aranarak veya şahsa haber gönderilerek kolluğa çağrılması halinde, şahsın koruma kararını tebliğ almamak veya tebliği geciktirmek için kolluğu oyaladığı ve kolluk tarafından da birçok halde bu gecikmenin üzerine düşülmediği ve özellikle bir ay gibi kısa süreli koruma kararlarında, sürenin çoğunun tebliğ edilmeden geçirildiği, kararın anlam ve önemini yitirdiği ve koruma kararlarının, mağduru koruyamadığı görülmektedir. Kanunda tebliğin, ceza verilmesinin bir şartı olarak aranması söz konusu olsaydı, elbette "tedbir kararının ilgililere tefhim veya tebliğ edilmemesinin, kararın uygulanmasına engel teşkil etmeyeceği" yönünde bir hüküm, kanunda olmazdı. Bu sebeple kanunların uygulayıcılar tarafından yanlış uygulanması ve yasal düzenlemelerin her uygulayıcı ile her hukukçu tarafından farklı şekilde yorumlanması, hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Kanunun lafzı son derece açıkken, kanun hükmüne her hakimin farklı anlam atfetmesi, kabul edilemez niteliktedir. Bu halde farklı mahkemelerce farklı yorumlamaların yapıldığı görülmektedir. Bu durum da adaletten beklentimizi karşılamamakta ve büyük mağduriyetlere neden olmaktadır.
Sonuç itibariyle; 6284 sayılı yasanın uygulama alanı bakımından şiddetin aile içi olup olmaması önem arz etmemektedir. Örneğin ısrarlı takip suçundan bir soruşturma dosyasında, müşteki ile şüpheli arasında evlilik dahil hiçbir hukuki ve fiili bağ yokken, koruma kararına yine aile mahkemeleri tarafından verilmektedir. Bu halde de görevli mahkeme, aile mahkemeleri olmaktadır. Ancak aile içi şiddet vakıalarında, soruşturmalar, aile içi şiddet soruşturma bürolarınca yapılmakta; aksi halde konular, genel soruşturma büroları veya çocuk suçları bürosuna intikal ettirilmektedir. Bu noktada koruma kararları yönünden görevli mahkeme dışındaki haller ile esasa ilişkin önemli hususlar dikkate alındığında; ülkemizde şiddet, taciz, rahatsızlık verme, huzur ve sükunu bozma ile ısrarlı takip olgularının yeterince ciddiye alınmadığı ve bu tip vakıalara gereken önemin verilmediği görülmektedir. Zira aksi durum olsa ve yeterince dikkate alınsaydı, bu denli kadın cinayeti olmazdı. Zira birçok halde kadın cinayetlerinin temeline inildiğinde; fail ile maktüle arasında öncesine dayalı husumet, çok sayıda koruma kararı, soruşturma dosyaları, dava dosyaları ve çok sayıda şikayet olduğu görülmektedir. Ancak ülkemizde ısrarlı takip için dahi halen tutuklama sebebi var sayılmamakta, ısrarlı takip suçu, katalog suç olarak yasada yerini almamakta ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu bakımından madde 100/3'te açıkça sayılmamaktadır. Bu halde ülkemiz gerçekleri dikkate alındığında; mahkemelerce, mağdureyi beş yıl müddetle rahatsız eden şüpheli hakkında halen tutuklama kararı verilmemektedir. Beş yıl gibi bir zaman diliminde mağdureye yönelik rahatsızlık verme eylemleri ve ısrarlı takip fiilleri, mağdurenin ruh ve beden sağlığını bozacak nitelikte uzun sürelidir. Bu durum aynı zamanda mağdurenin hayatından beş senenin alınması sonucunu da doğurmaktadır. Ülkemizde tutuklama kararının verilmesinin gerektiği birçok halde ne yazık ki geçiştirici mahiyette uzaklaştırma kararları verilmektedir. Ancak bu karar, etkili bir çözüm yolu olmadığı için sayılı günün geçmesini bekleyen şüpheli şahısların çoğu, bir ayın sonunda yeniden eylemlerine kaldığı yerden devam etmekte, hatta birçok halde dozajı son derece artırılmış şiddet eylem planları ile mağdurların karşısına çıkmaktadır. Bu yüzden her somut olayda koruma tedbirleri aynı etkiyi sağlamamaktadır. Hakim ve savcılar tarafından da yalnızca tutuklama sebebi var sayılmadığı gerekçesiyle katalog suç kapsamında olmadığına denilerek olayın ciddiyeti ile önemi kavranamadığında, elbette bir aylık uzaklaştırma kararları, mağdurları korumaya yeterli olmamaktadır. Yine somut bir soruşturma dosyası devam ederken, mağdurların adreslerinin gizlenmesi taleplerinin İzmir 2. Aile Mahkemesi'nce açıkça hukuksuz şekilde reddedilmesi de son yıllarda yaşanmakla; söz konusu red kararları, akla, mantığa, hukuka ve vicdana sığmamaktadır. Bu sebeple mağdur adresini değiştirse de, yargının savcı ve özellikle hakim kanadının hukuka aykırı uygulamaları yüzünden mağdurlar halen rahatsız edilmeye devam edilmektedir. Hatta mağdurlardan, en başta gsm numaraları olmak üzere irtibat numaralarını gerek ifade tutanaklarına gerekse duruşma tutanaklarına yazılması için vermeleri istenmektedir. Oysa telefon numarası kişisel veri kapsamında olup, bunun mahkemece duruşma tutanaklarına ve kolluk ile savcılık tarafından da ifade tutanaklarına yazılmasının istenmesi, kişinin numarasını vermeyi istememesi halinde de mağdura olumsuz tutum ve davranışlarla yaklaşılması ve özellikle de polislerin mağdurları sürekli olarak baskı altına almaları kabul edilemeyecek niteliktedir. Ülkemizde çok yüksek oranda hukuksuz davranışlar olduğundan ne yazık ki kadın cinayetleri de diğer suçlar da bitmemekte ve her gün artarak işlenmeye devam etmektedir. Benzer şekilde çoğu zaman koruma kararları, aleyhinde koruma kararı verilen tarafa tebliğ edilmediğinden, aleyhinde tedbir kararı verilen kimseye ihlalden ötürü ceza çıkmamaktadır. Bazı hallerde koruma kararları tebliğ edilse de, kabulü mümkün olmayacak nitelikte sağlıksız kısa gerekçelerle yine ceza verilmemektedir. Açıkçası 6284 sayılı yasanın doğru ve sağlıklı şekilde uygulanmadığı sabittir. Mahkemelerin gerekçeleri tatmin edici nitelikte değildir. Mahkeme kararları mağdurları korumamaktadır. Ceza kanunları yönünden yüksek oranda cezasızlığın görüldüğü toplumumuzda, aynı hususlar koruma kararları ve ihlaller halinde de geçerlilik arz etmekte ve bu durum, mağdurları hepten mağdur etmektedir. Mahkemelerce neredeyse sürekli olarak en alt sınırdan zorlayıcı hapis cezaları verilmektedir. Uygulamada aksine rastlanmamıştır. Silahın teslimi yönündeki koruma kararının varlığına rağmen, silah teslim edilmediğinde dahi, "silahı/tüfeği kaybettim" veya "silahı/tüfeği çaldırdım" şeklindeki yalan beyanlar karşısında, aile mahkemelerince hiçbir araştırma yapılmadan ve çelişkiler dikkate alınmadan, hatta hiçbir çalıntı ve kayıp bildirimi ile ihbar ve şikayet yokken, hukuksuz ve gerekçesiz şekilde ihlalden ceza verilmediği görülmektedir. Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararlara karşı yapılan itirazların da ne yazık ki sağlıklı şekilde incelenmeden neredeyse her durumda reddedildiği ve adres bilgilerinin gizlenmesi taleplerinin de hukuksuz şekilde kabul edilmeyerek mağdurun adres ve telefon bilgilerinin, resmen kolluk ve adliye eliyle karşı tarafa verildiği, tüm bu bilgilerin, karşı tarafça dava dosyalarından öğrenildiği görülmektedir. Burada mahkemelerin hataları; mağdurların canları, malları, hayatları, en çok da yaşam hakları üzerinde olumsuz olaylara ve sonuçlara neden olmaktadır. Zira hemen hemen her gün kadın cinayetleri, tacizler, huzur ve sükunu bozma eylemleri ile ısrarlı takipler görülmekte ve ülkemizde mağduriyetler bir türlü bitmemektedir.
Görüldüğü üzere; önemli olan, yasal düzenlemelerin varlığı kadar hukukun sağlıklı şekilde uygulanması, düzenlenmelerin uygulanma alanının ve imkanının bulunması, uygulayıcıların bilgili, konulara ve kişilere karşı ilgili, vicdanlı, hassas, ciddi yaklaşımlı ve olası sonuçları öngörebilen nitelikte ileri görüşlü ve hukuk kurallarını kendileri de ihlal etmeyen, mesleki etik kurallarını esas alan, uyan ve uygulayan, ahlaki ve toplumsal bilince sahip nitelikli kişiler olması gereklidir. Tüm bunların yanı sıra uygulamanın ve uygulayıcıların denetlenmesi ile uygulamada yaşanan sıkıntılar, şikayete konu edildiğinde, şikayetlerin de dikkatli şekilde irdelenmesi gerekmektedir. Ancak ülkemizde ne yazık ki uygulayıcıların başarısı son derece düşüktür. Yine hakim ve savcı alımlarındaki hukuksuzlar ile mesleklerin icrasında görülen denetimsizlik olgusu, uygulamanın bir diğer olumsuzluklarındandır. Yaşanan sıkıntı ve olumsuzlukların, tek bir nedene bağlanması mümkün olmayıp, çok yönlü olgu ve sebeplerden kaynaklandığı su götürmez bir gerçektir. Bu sebeple ülkemiz hukuk sisteminin siyasetten uzak tutulması ve arındırılması ile yeni baştan yapılandırılması ve bilgi, ahlak, vicdan ve liyakatin esas alınması suretiyle yargısal mekanizmanın sıfırdan oluşturulması gerekmektedir. Aksi halde toplumda mevcut kaos ortamı sona erecek gibi görünmemektedir.
LL.M. Av. Uzm. Arb. AYŞEN GÜZEL