Yıllarını sahnelere vermiş, milyonların kalbinde iz bırakmış nice sanatçı sessiz sedasız göçüp gidiyor. Haberini ancak gazetenin üçüncü sayfasında görüyoruz. Bir sanatçının ölümü, eskiden bir dönemin kapanışı olurdu.
Bir kuşağın yas tutması, bir milletin durup düşünmesi demekti.
Şimdi? Haber bültenlerinde birkaç saniyelik yer, sosyal medyada birkaç "taziye" emojisi…
Ve sonra sessizlik. Cenazeye bir kaç kişi gidiyor. Ardından gelen sessizlik ise kulak tırmalıyor.
Ama iş bir sosyal medya fenomeni, tartışmalı bir ismin ölümüne gelince…
Günlerce süren magazin yayını, TikTok analizleri, kim ne yedi, ne giydi, ağladı mı, story attı mı?
Bir yaşamın ardından yas değil, reyting geliyor artık.
Nihal Candan öldü.
Gencecik bir kadın. Acı bir son.
Ama ölümünün kendisinden çok, ardında kalan kardeşinin ne yediği konuşuluyor.
Candan kardeşler et mi yemiş, helva mı kavurmuş?
O sırada giydiği kıyafet yeterince "yas kıyafeti" miymiş?
Hani neredeyse "helva kavururken playlistinde ne vardı?" diye soracaklar.
Ve tuhaf olan şu:
Olayı eleştirenler bile aslında olayın bir parçası.
Tıklıyoruz.
Yorum yapıyoruz.
Ekran görüntüsü alıyoruz.
"Bu nasıl vicdansızlık?" derken, daha fazlasını bekliyoruz.
Sabah akşam ekranlarda.
İki dakikalık magazin ilgisi, üç günlük sosyal medya çalkantısı.
Ve ne acı ki, ölen kişi bile arka planda kalıyor.
Bir insan yok oluyor, ama biz "et yedi mi" detayına kilitleniyoruz.
Bir cenaze, merhametin değil dedikodunun konusu oluyor.
Oysa son zamanlarda çok dev bir çınarlar düştü.
Tiyatro ustaları, sinema emektarları, ses sanatçıları...
Ama sosyal medyada yeterince yer yok.
Çünkü kimse helva kavurmamış "hikâye"lik.
Çünkü kardeşi "kamuya açık" ağlamamış.
Çünkü başında paparazzi yok.
Evet, çağ değişti.
Ama biz değer ölçümüzü kaybettik.
Sanatçının vedası artık trend olamıyor.
Ölümün bile reytingle ölçüldüğü bir dönemden geçiyoruz.
Candan kardeşlerin yemeğiyle ilgilendiğimiz kadar, bir sanatçının vasiyetini okusaydık…
Kardeşinin gözaltı torbalarıyla değil de, ölenin hayattaki sözleriyle meşgul olsaydık keşke.
Belki hâlâ kültürümüz, hafızamız, vicdanımız olurdu.
Yas da tıpkı moda gibi;
Tüketiliyor.
Süresi dolunca rafa kalkıyor.
Ama arşivde kalan ne?
Yine boşluk.
Yine unutuş.
Hayır, bu bir kıyas değil.
Bu bir sitem.
Bir uyarı belki.
Zira biz sadece insanları değil, hafızamızı da kaybediyoruz.
Bu yazıyı bitirirken, aklımda bir cümle dönüp duruyor:
Sanatçılar susarak yaşadı, biz onları konuşmadan unuttuk.
Ve unutmayalım, bu topraklar ne büyük isimler gördü…
Ama biz onlara bir mezar taşı kadar yer bile ayırmadık ekranlarda.