Nietzsche'ye Göre: Story'si Olmayan Ter, Gerçek Değildir"
Bir zamanlar spor, sadece spordu.
Giyerdik eşofmanı, saç baş dağınık, kulaklıktan motive eden şarkılar, koşu bandında bir hayata karşı savaştaymışız gibi… Terdi, emekti, kimse izlemese de yapılan, kimse alkışlamasa da sürdürülen bir mücadeleydi.
Ama şimdi?
Şimdi spor salonuna giriyorsunuz, içeride dans edenler var.
Kimi squat yaparken bacak kasını değil, içindeki tanrıçayı çalıştırıyor.
Kimi dumbbell kaldırırken arka fonda duman efekti arıyor.
Ve müzik?
Bazen slow bir oryantal giriyor. Bazen elektronik bir zikir havası.
"Bugün kalça çakrasını açıyoruz, geçmiş travmalardan arınıyoruz."
Pardon da, burası spor salonu mu, bir tür ruhsal sahne mi?
Evet, artık işin ucu kaçtı.
Spor, içsel dönüşümle spiritüel bir evren arasında asılı kaldı.
Ve bir şekilde, bu dönüşümde oryantal figürler başrolde.
Eskiden spor demek, netti. Ter atmak, nefes nefese kalmak, kasların yanması… Yani biraz emek, biraz acı, bolca istikrar. Şimdi spor salonuna girdiğinizde sahne ışığı gibi aydınlatmalar, fonda hafif duman efekti, yoga matı üzerinde kadrajı tam ortalamış tripodlar…
Ve içeri müzik giriyor:
Oryantal.
Evet, yanlış duymadınız.
"Bugün core çalışırken biraz da kalça kıvıralım."
"Şimdi burdan twerk'e bağlıyoruz."
"Ve hisset o içindeki tanrıçayı… çünkü pelvik bölgemizden özgürleşiyoruz!"
Pardon da biz buraya kas yapmak için mi geldik, yoksa "Altın Kelebek En İyi Spor Performansı" ödülüne mi hazırlanıyoruz?
Bir ara "plateyoga" vardı. Şimdi "bellyfit", "çakra oryantali", "dansla detoks" gibi isimler havada uçuşuyor. Hatta geçenlerde "kutsal kadınlık squat atölyesi" gördüm. İçeriği şöyleydi: "Kalça hareketleriyle hem kalori yakıyor, hem ataerkil kodlardan özgürleşiyoruz."
Helal!
Birbirine dolanmış kültürler, spiritüellik ve fitness… Ama bir yerde ipin ucu kaçtı.
Oryantal figürleri bir kültürel miras, bir sanat formu olarak yaşatmak başka, her spor hareketini bir podyuma çevirmek başka.
Ve ne yazık ki bu "şov" dünyasında gerçek sporun özü, doğallığı, sadeliği kayboluyor.
Ter artık süs. Emek artık poz.
Pilates artık yeterli değil, içine yoga da karıştı. Yetmedi, yoga'ya biraz dans eklendi. Onu da yeterli bulmadık, şimdi dansın içine hem oryantal hem twerk sosu kattık. Sonuç: "Tanrıçayla Kas Yapanlar Derneği."
Sporun oryantale dönük yapılması, kültürel bir tat mı katıyor? Elbette. Ama bazı sınırlar var ki, geçildi mi komediye evriliyor.
Oryantal kıvraklığıyla kalori yakmak isteyenler, spor salonunda değil, sanki sahnede.
Kostümler spor değil, saten. Makyaj suya dayanıklı. Her an bir klip çekilecekmiş gibi.
Eskiden "terli bir selfie" utanılacak bir şeydi. Şimdi o ter damlası, filtreyle parlatılıp manşet yapılıyor:
"Bugün içimdeki dişiliği kutlarken 300 kalori yaktım!"
Peki biz sporun ne olduğunu unuttuk mu?
Kasların titrediği, nefesin hızlandığı, aynada değil içeride bir şeyin değiştiği o anları…
O anlar oryantal figürlerle, dans şovlarıyla, sahne ışıklarıyla süslenmek zorunda mı?
Tabii ki kimseye karışamayız. İsteyen dans eder, isteyen meditasyonla karın çalışır. Ama temel bir soru var ortada:
Spor mu yapıyoruz, performans mı sergiliyoruz?
Fitness mi bu, festival mi?
Bir de izleyicisi var bunun. Sosyal medyada binlerce beğeni, "Vay canına nasıl kıvırmış!" yorumları…
Gerçekten iyi hissetmek mi amaç, yoksa sadece iyi görünmek mi?
Sonuç olarak diyebiliriz ki, sporu güzelleştirmek adına içini biraz fazla doldurduk.
Yoga yaparken iç sesimizi, squat atarken annemizi, plank'te geçmiş hayatlarımızı düşünmeye başladık.
O yüzden artık sadeleşelim.
Biraz filtresiz, biraz gösterişsiz, biraz da oryantalsiz.
Sadece terleyelim.
Ve hatırlayalım:
Bazı şeylerin ruhu, sadeliktedir.
Ve en iyi spor hâlâ, içini süslemek yerine bedenini çalıştıranıdır.