Almula Merter Churm

Hayatı formatlayan adam; Acun Ilıcalı ve kalbi

28.06.2025 10:20
Haber Detay Image

Bazı anlar vardır, ne reytingle ölçülür ne başarıyla…

Bir insanın yüreğini gösteren şey, o insanın kim olduğunu en net ortaya koyar. İşte Acun Ilıcalı'nın Levent Ümit Erol'un annesini ziyaret edip ona sarılması da tam olarak böyle bir andı.

O görüntüde kamera yoktu, montaj yoktu, senaryo yoktu.

Sadece samimiyet vardı.

Ve insana dair en kıymetli şey: gerçeklik.

Acun belki ekranların yıldızı, milyonların izlediği bir medya patronu… Ama o gün, Levent Ümit Erol'un annesinin evine gidip ellerine sarıldığında biz onun aslında hâlâ "o mahallenin çocuğu" olduğunu gördük.

Hâlâ yüreğini unutmamış, hâlâ vefayı el üstünde tutan biri olduğunu…

Bu ülkede "başarı" bazen insanı yalnızlaştırır. Ulaşılamaz hâle getirir. Ama Acun o kadar içten, o kadar sade kalmayı başardı ki… Bugün hâlâ biri ağladığında yanında olabiliyor, biri zor zaman geçiriyorsa gidip sessizce sarılabiliyor.

O sarılma, belki hiçbir prime time kuşağında yayınlanmadı…

Ama ekran başındaki milyonların kalbine doğrudan ulaştı. İşte bu yüzden bu yazıyı kaleme alma ihtiyacı hissettim.

Çünkü bazen bir program değil, bir insanlık anı anlatır her şeyi. Acun Ilıcalı'nın o sade, gösterişten uzak ama dopdolu kalbini anlatmak istedim.

Çünkü onun hikâyesi sadece bir kariyerin değil, bir insanın nasıl kendisi kalarak büyüyebildiğinin hikâyesi.

Benim Simon Cowell hayranlığımı bilmeyen yoktur. Hani şu "X Factor" ve "Got Talent" evrenlerinin krallığını kuran, sahnedekine bir bakışıyla dünyanın en dürüst cümlesini kuran adam… Televizyonun kuralını baştan yazan, jüri koltuğunda bir imparatorluk kuran o asi dâhi.

Peki bizim Simon Cowell'ımız kim? Cevabı öyle uzaklarda aramaya gerek yok. Çünkü biz bu vizyonu, zekâyı ve çalışkanlığı zaten tanıyoruz. Evet, Acun Ilıcalı'dan söz ediyorum.

Üstelik onunki sadece bir jüri koltuğu değil, her şeyin başı, ortası ve sonu.

Acun, ekranın dilini sadece çözmedi; o dile yepyeni kelimeler ekledi. Televizyonculuğu kitaplardan değil, hayatın içinden öğrendi. Otel odalarında montaj yaptığı günleri anlatırken gözleri hâlâ parlayan biri o. "İmkânsız" kelimesini Türkçeden sildi, yerine "Acun varsa olur" yazdı.

Düşünsenize… Adam hem Survivor'da çamura düşüp kafasını tropik hindistancevizine vuruyor, hem Premier Lig'e göz kırpan bir futbol kulübünün sahibi oluyor, hem de Müge Anlı'yla aynı programda oturup ekranı sallıyor.

(Müge demişken… O programda Acun'un o neşeli, samimi, içten hali o kadar güzeldi ki, biri kalkıp "Şu adamın içi dışı bir!" dese, itiraz etmezdim.)

Müge Anlı'nın o duru, net, "halk bilir" havası ile Acun'un kıvrak zekâsı bir araya gelince, ekran bir başka güzelleşti. Acun öyle bir özgüvenle konuşuyor ki, bazen "Acaba hayatımda ben de onun kadar net oldum mu?" diye insanın içi buruluyor.

Ama sonra Survivor'da açlıktan kavrulan bir yarışmacıya çikolata uzatırkenki gülümsemesini görüyorsun ve "Tamam ya, bu adam sadece iş adamı değil; gönül adamı da" diyorsun.

Acun'un başarısı sadece format satın almakla açıklanamaz. O, bir duygunun peşinde koştu hep: İnandırıcılık. Ve bunda da çok başarılı oldu. Çünkü her programda bir hayal var.

Bir umut var. Bazen bir annenin duaları, bazen bir çocuğun gözlerindeki ışık.

Acun'un hayatını anlatmaya kalksak, Netflix'te 8 bölümlük belgesel olur. Hatta dizisi çekilse, eminim en az 3 sezon sürer.

İlk sezon: "Mikrofon elimde, kameralar beni takip ediyor."

İkinci sezon: "Sıfırdan nasıl medya patronu olunur?"

Üçüncü sezon: "Acun Ilıcalı evrende koloni kurarsa şaşırmayın."

Şaka bir yana onun hikâyesi, sadece televizyonculuk dersi değil; aynı zamanda azmin, çalışkanlığın ve vizyonun hikâyesi.

Bir de dürüstlüğün… Çünkü o, başarıyı sadece para ve şöhret olarak değil, "bir hayat değiştirebilmek" olarak tanımladı. Ve bunu defalarca yaptı.

Bugün milyonlarca insan onun projeleriyle eğleniyor, umutlanıyor, gülümsüyor. Ve biz, bir ekran dehasına sahip olmanın gururunu yaşıyoruz.

Bazı insanlar yıldız olur, bazıları galaksi.

Acun Ilıcalı, bizim gökyüzümüzde parlayan koca bir samanyolu.

Yazar Notu:

Acun'u izlerken hep şöyle hissediyorum: Sanki sınıfın en haylaz ama en zeki çocuğu büyümüş, televizyonu ele geçirmiş. Hâlâ gözleri parlayan, hâlâ içinden "bu iş eğlenceli olmalı" diyen bir çocuk var onun içinde.

Ve evet, kabul ediyorum…

Simon Cowell'dan yıllarca etkilendim ama artık kalbimin ekran kontenjanı dolu.

Bir yanda tropik adalar, bir yanda O Ses Türkiye kulisi, diğer yanda Müge Anlı'yla çay sohbeti…

Yani Acun, sen bu dünyada bir medya patronusun ama bizim gönlümüzde hep o eski jean pantolonlu, heyecanlı muhabir çocuksun.

Ve biz seni öyle sevdik zaten.

Yazarın Tüm Yazıları

title