Hayat kimse için kusursuz değil. Her insanın geçmişinde hatalar, dönüşler, arayışlar, bazen de gözyaşıyla yoğrulmuş dönemler olabilir. Ama mesele, bu geçmişten ne çıkardığımız ve bugün nasıl biri olduğumuzdur. Bir insan geçmişini ardında bırakıp huzurlu, mutlu bir hayat kurduysa — hele de bu hayat bir evlilikle, bir aileyle taçlandıysa — artık o geçmişin söz konusu edilmesi sadece etik dışı değil, düpedüz kötücül bir niyettir.
Son günlerde, eskilerde kalmış bir televizyon figürünün Müge Anlı hakkında sarf ettiği sözler bu tartışmayı yeniden alevlendirdi. Bu kişi, geçmişte yaşanmış bazı olayları ima ederek Müge Anlı'yı hedef aldı. Müge Anlı'yı severiz veya sevmeyiz. Ama Türkiye'de gazetecilikten televizyonculuğa, sosyal sorumluluk projelerinden yardım kampanyalarına kadar birçok alanda aktif olan, milyonların güvenini kazanmış bir isme karşı bu türden bir söylem ne yakıştı ne de inandırıcı bulundu. Hele ki bunu bir başka kadından duymak, yarayı daha da derinleştirdi.
Müge Anlı, yıllardır ekranlarda sadece bir program sunucusu değil, aynı zamanda bir umudun temsilcisi oldu. Kayıpları buldu, faili meçhulleri ortaya çıkardı, insanların sessiz çığlıklarını görünür kıldı. Onun ekran başında gözyaşı döken annelere sarılması, yaşlı bir baba için Türkiye'yi seferber etmesi, şiddet gören bir kadına sahip çıkması—bunlar sıradan bir sunucunun değil, vicdanı olan bir insanın hareketleridir. Müge Anlı, sadece bir televizyon figürü değil, kolektif vicdanın sesidir artık.
Bu tarz çıkışlar, ne yazık ki samimi bir duruş değil; daha çok dikkat çekme, gündeme gelme çabası gibi okunuyor. Bir kadının başarısını ve toplumdaki yerini geçmişiyle gölgelemeye çalışmak, kadın dayanışmasından fersah fersah uzak olmak. Hele ki Müge Anlı gibi yıllardır kamu yararına çalışan, binlerce aileye umut olmuş, adeta bir sosyal hizmet neferi haline gelmiş birine bunu yapmak… Bu artık sadece haksızlık değil, kıskançlıktan beslenen bir kötülük halidir.
Geçmişi kurcalayarak bir kadını itibarsızlaştırmaya çalışmak, sadece o kişiyi değil, aslında bütün kadınları hedef almaktır. Çünkü bugün toplumun her kesiminden kadın, geçmişte verdiği mücadelelerle bir noktaya gelebiliyor. Ve eğer biz her seferinde o geçmişi önüne koyarsak, kimse olduğundan ileriye gidemez. Bu, ilerlemeye değil; kösteklemeye hizmet eder. Oysa hiçbirimizin geçmişi steril değil. Herkesin sakladığı, anlatmadığı, belki de unutmamakla mücadele ettiği bir hikâyesi var. Bu yüzden başkasının geçmişiyle uğraşmak, sadece kendi eksikliğimizi kapatma çabasıdır.
İnsanlar değişir. Hatalar insanı büyütür. Ve kimsenin bir başkasının geçmişi üzerinde hüküm verme hakkı yoktur. Hele ki bu kişi bugün örnek alınan, saygı duyulan biri haline gelmişse… Birinin geçmişini silah olarak kullanmak, zafiyettir. Bu bir cesaret değil, sadece ucuz bir polemiktir.
Kaldı ki Müge Anlı artık evli bir kadın. Hayatına dair tüm tercihlerinin sorumluluğunu almış ve kendi yolunu çizmiş. Geçmişinde ne yaşadıysa da bu artık onun özelidir. Bunu gündeme taşımak, "Ben neden onun kadar güçlü değilim?" sorusuna verilemeyen cevabın dışa vurumudur belki de. Müge Anlı, o soruyu çoktan cevaplamış bir kadın. "Ben çalıştım, ayakta durdum ve hiçbir şeyi bahane etmeden yoluma devam ettim." diyerek imzasını atmıştır.
Ve şimdi asıl konuya geleyim. İnsan önce kendi kapısının önünü süpürmeli. Başkasının geçmişiyle uğraşarak temiz kalınmıyor. Aksine, ne kadar çamur atılırsa, insanın elleri o kadar kirleniyor. Gerçek zarafet, geçmişte kim olduğumuz değil; bugün kim olduğumuzu bile bile başkalarının yoluna ışık tutmaktır.
Müge Anlı, milyonlarca insanın evine her sabah bir umut, bir merhamet ve bir cesaret olarak giriyor. Bu gücü geçmişinden değil, bugününden alıyor. Onu eleştirmek isteyenler, önce kendi bugünüyle yüzleşmeli.
Çünkü herkesin geçmişinde bir fırtına vardır; ama mesele, o fırtınadan nasıl çıktığındadır. Müge Anlı, kendi fırtınasından geçerken sadece kendini değil, başkalarını da ayağa kaldırmayı seçmiş bir kadın. Geçmişini bir yara olarak taşımak yerine, o yarayı başkalarının umuduna dönüştürmeyi başarmıştır. Yıllardır sabah ekranlarında milyonlara umut olurken, kayıpları bulup aileleri bir araya getirirken, o aslında hepimizin içindeki "vazgeçme" diyen sese güç verdi. Ve şimdi bazıları hâlâ onun geçmişinde oyalanıyor; çünkü bugününde onu yenebilecekleri hiçbir şey yok. Oysa gerçek güç, her şeye rağmen merhametle yürümekte, geçmişiyle barışıp başkalarının acısına yoldaş olabilmektedir. Müge Anlı'nın hikâyesi, sadece bir televizyoncunun değil, kalbiyle yol alan bir insanın hikâyesidir. Onun geçmişi değil, bugünü bir mucize gibi ilham vermeli. Ama belki de sorun tam da burada başlıyor. Çünkü başkasının geçmişini kurcalayanlar, genellikle kendi geleceğinden korkanlardır.