Bazen bir haber okursunuz ve içinizde bir şey kırılır. Bir daha tamir edilemeyecek şekilde. Ayşe Tokyaz'ın valiz içinde bulunan cansız bedeniyle ilgili haberi okuduğumda, içimde işte öyle bir şey kırıldı. 22 yaşında bir genç kadın, hemşirelik öğrencisi… Hayalleri, arkadaşları, ailesi, belki de ilk aşkı… Her şey bir valize sığdırılmıştı. Sahi, insanın hayatı ne zaman bu kadar değersiz hale geldi?
Fail belli, görüntüler ortada. Bir zamanlar polis olan bir adam ve ona yardım eden yedi kişi. Ama hâlâ cümleler ezberden: "Merdivenden düştü… Ne olduğunu bilmiyorum…" Biz ise artık bu ezberleri yutacak noktada değiliz.
Bu sadece bir cinayet değil. Bu bir sistemin iflası. Ayşe'nin kardeşi daha önce durumu bildirmiş. Ama ne zaman harekete geçilmiş? Valizle ceset taşınan görüntüler ortaya çıkınca. O görüntüler olmasa belki de "şüpheli ölüm" olarak kalacaktı. Belki bir köşeye not düşülecek, belki de tamamen unutulacaktı.
Bugün Türkiye'de yüzlerce kadın erkekler tarafından öldürülüyor. Yüzlercesi "şüpheli" şekilde hayata veda ediyor. Ve biz her seferinde aynı cümleleri kuruyoruz: "Bu son olsun." Ama olmuyor. Olmuyor çünkü adalet gecikiyor. Çünkü medya hâlâ failin fotoğrafını kurbanla yan yana koyuyor. Çünkü "aşk cinayeti" gibi romantikleştirici kelimelere başvuruluyor. Çünkü kadınların yaşadıkları şiddet, hâlâ bir magazin malzemesi gibi sunuluyor.
Ayşe'nin hikâyesi, hepimizin hikâyesi olmalı. O valize sığdırılan sadece bir kadın bedeni değil, bu ülkenin vicdanıdır. Ve o vicdan, artık taşıyamıyor.
Buradan açıkça söylüyorum:
Her şüpheli kadın ölümü cinayet şüphesiyle soruşturulmalı.
Koruma talep eden kadınlar ciddiye alınmalı.
Medya dili dönüştürülmeli.
Ve adalet, gerçek anlamda yerini bulmalı.
Ayşe için… Bugüne kadar adalete ulaşamamış tüm kadınlar için…
Bir kadının sesi olarak değil, bir insanın vicdanı olarak yazıyorum bu satırları. Çünkü susarsak, bir gün hepimiz bir valize sığarız.
İmza; Bir Kadın, Bir Anne, Bir İnsan
Medya Dili ve Toplumun Tavrı Artık Değişmelidir.
Ayşe Tokyaz'ın ölümünü okurken sadece cinayeti değil, cinayetin nasıl anlatıldığını da okudum. Ve fark ettim ki biz sadece kadınlarımızı değil, onların hikâyelerini de her gün bir kez daha öldürüyoruz. Medya dili, failin işini kolaylaştıran bir yapıya dönüşmüş durumda. Artık bunu değiştirmek zorundayız.
Kadınla faili aynı kareye koymayın. Bu sadece estetik bir hata değil; bu, failin varlığını meşrulaştıran bir duruş. Kadını "o adamla birlikte" gibi gösteren her fotoğraf, farkında olmadan onu suçla yan yana getiriyor.
Kurbanın özel hayatını kurcalamayın. Kaç sevgilisi vardı, gece kaçta dışardaydı, kiminle konuşuyordu? Bu soruların cevabı, onu öldürenin savunması olamaz. Ama biz, ne yazık ki habercilik kisvesi altında bu bilgileri servis etmeye devam ediyoruz.
Şiddetin detaylarını ballandıra ballandıra anlatmak, merak uyandırmaz; travmayı yeniden üretir. Her tokadın açısını, her darbenin izini anlatmak, gerçeği aktarmak değil, şiddeti normalize etmektir. Lütfen buna bir son verelim.
Ve o meşhur cümle: "Aşıktı, gözü döndü…" Hayır. Bu aşk değil. Bu şiddet. Bu cinayet. Bu sapkınlık. Erkek şiddetini romantik bir tutkuya dönüştürmeye artık kimsenin hakkı yok.
Kadın cinayetleri münferit değildir. Bunu artık hepimiz biliyoruz. Bir kadının öldürülmesi, sadece bir adamın değil, bir sistemin başarısızlığıdır. İstatistikler ortada, sivil toplum her gün alarm veriyor ama biz hâlâ sanki ilk kez oluyormuş gibi şaşırıyoruz. Artık şaşırmayı bırakıp değişime odaklanalım.
Çünkü Ayşe'nin hikâyesi son değil, zincirin bir halkası. Ve bu halkaları biz kırmazsak, yenileri eklenmeye devam edecek.
Not: Ayşe'nin davasını takip eden sivil platformlara destek vermek, bu döngüyü kırmak için atılacak somut adımlardan biridir.