Almula Merter Churm

Bir Sinan Akçıl anatomisi. Playback Bile ‘Ben Bu Suça Ortak Olmam’ diyor.

01.07.2025 01:09
Haber Detay Image

Botoks, buram buram aşk, biraz autotune ve bolca özgüven… Türkiye'nin en üretken bestecilerinden biri mi? Evet.

Pop müzikte yeri var mı? Fazlasıyla.

Sahneye çıktığında sesiyle büyülüyor mu? Büyülüyor sayılır, çünkü herkes olduğu yere çakılıyor ve "ne oluyoruz?" diye bakıyor.

Biraz sonra daha çok acil çıkış kapısına yönlendirme etkisi yaratıyor.

Sinan Akçıl bir pop müzik fenomendir ama 'fenomen' kısmı bazen "şarkı söylerken mi düşecek acaba?" gerginliğiyle geçiyor.

Adam sanki sahnede değil, Survivor'da düello yapıyor. İzlerken hepimiz diken üstündeyiz.

Yazdığı Şarkılar = Efsane

Söylediği Şarkılar = ??!?!

Hadise'ye "Düm Tek Tek" yazdı, resmen Eurovision'u dans pistine çevirdi.

Hande Yener'e albümler yaptı, bir dönemin sesi oldu.

Peki ya onun sesini sahnede duyanlar…

"Bu şarkıyı kim yazmış yahu, bir de bunu dinleyelim" diyemeden kulaklık takıp kaçıyor.

Birinin Sinan'a "canım sen yaz, ama lütfen söyleme" deme zamanı çoktan gelmiş geçiyor. Sinan, bestelerinde duyguyu yazıyor. Ama sahnede o duygular kayıp eşya bürosuna verilmiş gibi. Dinleyiciye ulaşmadan önce kayboluyor.Sesi ne yazık ki çoğu zaman"demosu gönderilmiş ama prodüksiyona alınmamış şarkı" etkisi yaratıyor. Ama Sinan pes etmiyor.

Belki bir gün ses telleriyle barış imzalanır ümidiyle, her fırsatta sahneye çıkıyor.

Sinan Akçıl'ı yıllardır takip ediyoruz ama mimiklerini son ne zaman gördüğümüz konusunda hafızamız bizi yarı yolda bırakıyor.

Yüzü öyle pürüzsüz ki… Sanki duygular da "girmeyelim biz buraya" demiş.

Gülüyor ama belli değil, üzülüyor ama yine belli değil. Güzelliğe kim hayır der? Kimse demesin zaten. Ama Sinan Akçıl'ın botoksla kurduğu ilişki sanki zamanla değil, mimiklerle savaş içinde. Her yeni röportajda yüz kasları daha az çalışır hale geliyor.

Yüzünde duygu ararken, sanki Google Maps'te duygusal bir mimik arıyoruz gibi: "En yakın tebessüm 500 km ötede…"

Yüz kasları emekli olmuş, ama aşk hayatı hâlâ 24 saat mesaide.

Sinan Akçıl ve kadınları...Türk popunun pembe dizisi değil artık; resmen "Aşk-ı Memnu" ile "Yaprak Dökümü" arası bir reality show! Her sezon farklı bir konuk oyuncu, bol romantik sahne, en az iki ağlamaklı story ve finalde dramatik bir ayrılık.

Sonra bir sabah kalkıyoruz ve Sürpriz barışma!

Yani "Bu ikili asla bir daha olmaz!" diyenler için evrenin ufak bir şakası. Kimi ilişki "gizli" ama storyde nazar boncuğu var, kimi "resmî nikâhlı" ama gözler bir başka DM kutusunda, kimi de "hala eski şarkıda takılı kalmış" gibi...Burcu Kıratlı ile olan ilişkisi artık bir aşk değil, telif hakkı konusu.

İlk sezon: nikâh.

İkinci sezon: boşanma.

Üçüncü sezon: "yeniden başlıyoruz"

Dördüncü sezon: yine nikâh.

Beşinci sezon: "bitti ama dostuz"

Altıncı sezon fragmanı: "Birbirimizi hâlâ önemsiyoruz." Yani evrenin en kararlı çiftlerinden, sürekli kararsız olmaları dışında.

Ve işin en güzel yanı, Sinan her seferinde aynı şeyleri söylüyor:

"Gerçek aşkı buldum."

"Bu defa başka."

"Ben değiştim."

Tatlım, değişen sen değil sadece tarih.

Sinan Akçıl kadınlara karşı hep bir 'modern romantik ama kontrol freak' haliyle yaklaşıyor.

Hem duygusal hem baskın.

Hem seviyor hem yönetmek istiyor.

Bir gün "onsuz yaşayamam" diyor, ertesi gün "özgürlüğüm elimden alındı"…

Akçıl'ın aşk hayatı öyle tempolu ki, takip etmek için Spotify değil IMDb lazım.

Çünkü her ilişki bir tekli oluyor. Her ayrılık bir albüm kapağı. Her barışma bir düet ümidi.

Ve biz izliyoruz. Şaşırmıyoruz, çünkü fragmanlar hep aynı; Bakışmalar, derin sözler, barışma kahvesi, bir story, bir açıklama, bir kırık plak hissi…

Sinan, aşkı yaşamakla kalmıyor, neredeyse sponsorluk alacak kadar magazin malzemesi çıkartıyor. Ve ne yazık ki, her yeni ilişki bir öncekinin tanıtım fragmanı gibi.

"Bu yaz da Sinan Akçıl'ın kalbi dolu, gönlü kırık, mimikleri stabil."

Peki insan kendi sesine bu kadar güvenebilir mi? Sinan güveniyor.

Hatta o kadar güveniyor ki, playback değil, canlı söylüyor. O anlar izleyici için , bireysel gelişim sınavına dönüşüyor. "Bu da geçer ya hu" diye izliyoruz. Hâlbuki Sinan sahneye çıkmasın, şarkılarını başka isimler söylesin, valla Türk popu Nobel Barış Ödülü'ne aday olur. Sinan Akçıl sahnede olmamalı demiyoruz, ama belki bir adım geri çekilmeli.

Beste masasında harikalar yaratmaya devam etmeli. Çünkü o masadan çıkan her şey, Türk popunun damarına doğrudan işliyor.

Ama o mikrofon, işte o başka bir boyut.

Zira sesin "auto-tune"la değil, kalple çıktığı yerde, Sinan Akçıl'ı dinlemek bazen bir stüdyo kazasına dönüşebiliyor.

Sinan Akçıl'a kızamıyorum. Çünkü o aslında yanlış bir şey yapmıyor, sadece her şeyi yapmaya çalışıyor.

Yazıyor, söylüyor, âşık oluyor, evleniyor, ayrılıyor, botokslanıyor… Yani ne eksik?

Sadece bir durup "Ben ne yapıyorum?" demesi.

Bak canım Sinan…

Sen şarkı yazdığında kalbimiz hopluyor.

Ama sen o şarkıyı söylediğinde internet bağlantımız kopmuş gibi hissediyoruz.

Ses gidiyor, duygu gelmiyor.

Ve son bir not:

Botokslar geçer, ilişkiler biter, ama kötü canlı performans YouTube'da sonsuza kadar kalır.

Aman diyeyim.

Yazar Notu:

Sinan Akçıl'a baktıkça şunu anlıyorum:

Bazı insanlar aşka değil, aşkın dekoruna âşık. Nikâh masası mı? Çok yakışıyor.

Barışma kahvesi? Favorisi.

Eski sevgiliye atılan "bence hâlâ biziz" bakışı? Koleksiyonluk. Ama her yeni ilişkisinde aynı cümlelerle yola çıkıp, aynı şarkı sözleriyle veda etmek de bir yetenek.

O yüzden diyorum ki; Sinan, kalbin sahneye çıkmasın. Çünkü her sezon aynı bölümü izlemekten biz yorulduk, sen hâlâ jenerik yazıyorsun.

Yazarın Tüm Yazıları

title