Eskiden bavulunu alan gurbetçi "ekmek parası" için giderdi, şimdi elinde kahvesiyle "çeşitli nedenlerle" gidiyor. Artık göç edenin elinde pasaporttan çok diploma, CV, birkaç sertifika ve bolca yurt dışı hayali var. "Bir şekilde yurtdışına kapağı atayım" cümlesi, kahve sohbetlerinin yeni milli mottosu haline geldi.
"Gitmek" Fiilinin Popülerliği
Son yıllarda "gitmek" fiili dilimize öyle yerleşti ki, neredeyse "yemek", "uyumak" kadar günlük bir eylem haline geldi. Üniversiteye başlayan genç, daha ilk haftadan "mezun olunca giderim" planları yapıyor. Yeni mezun olan, işe girmekten önce "vize randevusu" arıyor. Orta yaşlısı bile "çocukları okutalım, biz de gideriz" modunda. Herkesin bir "plan B"si var ve genellikle o planın haritada yeri Avrupa Birliği'ne çok yakın oluyor.
Biraz ironik ama, artık beyin göçü bir "kaçış" ve bir kariyer stratejisi haline geldi. "Yurt dışına yerleşmek" diye başlayan cümleler, tıpkı diyet ya da spor sözü gibi oldu. "Bu sene kesin yapıyorum!" Ama fark şu; bazıları gerçekten yapıyor.
Neden Gidiyoruz?
Elbette herkesin hikayesi farklı ama temelde üç neden öne çıkıyor:
- 1. Ekonomi,
- 2. Değer görme,
- 3. Umut eksikliği.
Kişi ay sonunu getiremeyince, hayal kurmak lüks oluyor. Kirasını zor ödeyen, birikim yapamayan bir beyin, uzun vadeli düşünmek yerine "en azından orada emeğimin karşılığını alırım" diyor.
Yaptığın işe saygı duyulması, fikirlerinin dinlenmesi, liyakatın gerçekten işe yaraması… Bunlar sadece yurtdışında değil, her insanda ihtiyaç. Bizde ise bazen "tanıdık var mı?" sorusu, "yetenek var mı?"dan önce geliyor. İşte o zaman insanlar bavulunu değil, umudunu topluyor.
İnsan umutla yaşar; "bir gün olur" diyebilmek çok büyük bir güçtür. Ama her gün aynı döngüde sıkışınca, "bir gün" uzaklaşıyor, "bir bilet" yakınlaşıyor. İşte beyin göçü tam da burada başlıyor: bir hayal kırıklığının pasaport almış hali.
Gitmek Kolay mı?
Tabii öyle "vize aldım, hop Avrupa'dayım" kadar kolay değil bu iş. Gidenler anlatıyor: Orada hayat da kolay değil. Yabancı dil, kültür farkı, yalnızlık… Yani giden de bir nevi "yeniden doğuyor". Ama bir farkla orada yaptığı işin bir karşılığı var. Bir mühendis, bir araştırmacı, bir sanatçı olarak üretirken "boşa çabalamıyorum" hissi var. Belki bu yüzden, Berlin'in soğuğu, Toronto'nun pahalılığı bile katlanılır hale geliyor.
Kalanlar ve Kalanların Cesareti
Peki burada kalanlar? Onlara da haksızlık etmeyelim. Çünkü kalmak bazen gitmekten daha zor. Kalanlar, "Gitsem belki daha kolay olurdu ama burası vatanım" diyen insanlar.
Çözüm Var mı?
Beyin göçünü durdurmak için sınır kapılarını değil, akılları açık tutmak gerekiyor. İnsanlara fırsat, destek ve güven verilirse, kimse doğduğu toprakları terk etmek istemez. Çünkü herkes, kendi ülkesinde mutlu olmanın hayalini kurar. O hayal gerçekleşmediği için gidiliyor.
Bir ülke insanını tutmak istiyorsa, pasaportunu değil, umutlarını mühürlemeli.
Belki beyin göçü, bir kaçış değil; bir uyarı sinyalidir. Bu ülke, yetiştirdiği insanlara fırsat verirse, kimse kaçmaz; herkes kalır, çünkü bu topraklar zaten potansiyel dolu. Yeter ki o potansiyelin önüne duvar değil, yol yapalım.
Kısacası, beyin göçü bir kader değil, bir tercihin sonucudur. Ve bu tercihi değiştirmek bizim elimizde. Gidenin ardında sadece bavul izi değil, bir mesaj kalıyor: "Ben aslında burada kalmak isterdim."
Kürkçü Dükkanına Dönüş
Ama unutmamak lazım, bu işin bir de kürkçü dükkanına dönüşü var. Yıllar sonra, valizler dolusu anı, yeni bir dil, belki çifte vatandaşlıkla geri dönenler… Her biri "aslında hep buradaydım" diyor içinden. Çünkü insan nerede yaşarsa yaşasın, aklı da kalbi de bir parça memleketinde kalıyor.
Yurt dışında düzenini kuran da, bazen bir sabah çayın buharını özlüyor. Marketten zeytin alınca "bizimkiler daha iyiydi" diyor. "Burada güzel ama…" diye başlayan cümle, dönüşün ilk işareti oluyor. Çünkü memleket, tıpkı eski bir dost gibi; ne kadar kırılırsan kırıl, bir gün yine kapısını çalıyorsun.
Belki o dönüşler, bir gün gerçekten "yeniden başlamak" anlamına gelir. O zaman beyin göçü, sadece bir gidiş değil; öğrenilmiş bir geri dönüş olur.