Bir kız sustu.
Nihal Candan…
Adını ezberledik, mimiklerini taklit ettik, sözleriyle eğlendik.
O bizim için bir karakterdi.
Bir magazin objesi.
Bir "gündem".
Ama kimse sormadı, bu kadar görünmek istemek, bu kadar bağırmak, bu kadar 'fazla' olmak… Belki de bir çığlıktı.
Ve biz bu çığlığı duymazdan geldik.
Çünkü daha çok işimize geldi.
Çünkü artık bir insanın acısından "içerik" üretmek sıradanlaştı.
Çünkü onların varoluşu, bizim yok oluşumuza fon müziği oldu.
Bazı insanlar vardır, görürsünüz… Gülerken bile gözlerinde bir gölge olur. İşte Nihal Candan da onlardandı. Saçları sarı, sesi cıvıl cıvıl, lafları iddialıydı ama ruhu sanki hep biraz yorgundu. Ve biz bu yorgunluğu fark etmek yerine onu eğlenceye, sansasyona, bir sonraki manşete dönüştürmeyi tercih ettik.
İlk ekrana çıktıklarında "ne kadar farklılar" dedik, "acayip şirinler" dedik. Giyimleri, konuşmaları, tavırlarıyla izlenme rekorları kırdılar. Ama kimse demedi ki "bu kızlar neyin eksikliğini bu kadar görünür olarak tamamlamaya çalışıyorlar?"
Bize göre onlar sadece "renkli karakterlerdi".
Onlara göre biz sadece "seyirciydik".
Peki ya bu hikâyeyi izleyen değil yazan taraf da bizsek?
Zayıfladı dedik, "yok gibi" dedik.
Evet bir kadın göz göre göre zayıfladı.
Göz göre göre sustu.
Göz göre göre gitti.
Ve biz hâlâ "ne oldu acaba" diye soruyoruz. Sanki biz bu hikâyeye ortak olmamışız gibi. Sanki Nihal Candan bu toplumun değil, başka bir gezegenin çocuğuymuş gibi.
Oysa biz yazdık onların senaryosunu.
Her kahkahamız, her alaycı yorumumuz, her RT'miz o senaryoya bir satır ekledi.
Onların "gerçek" acılarını, bizim "içerik" ihtiyacımıza dönüştürdük.
Ve sonra utanmadan "nasıl bu hale geldiler?" diye sorduk.
Belki de asıl sağlıksız olan, ekran başında kendini "normal" sanan bizdik.
Bir annenin akli dengesiyle dalga geçen, iki kız kardeşin haykırışlarını şov sandığımız bu kalabalık…
Belki de en çok kendimizle yüzleşmemiz gerekiyor.
Çünkü bu sadece bir aile trajedisi değil.
Bu, bir toplumun empati yoksunluğunun trajedisidir.
Konuşmalarına güldük.
Annesinin ruh haliyle eğlendik.
Ama hiçbirimiz durmadık.
Hiçbirimiz sorgulamadık: Bu kız neden böyle davranıyor? Neden bu kadar bağırıyor, neden bu kadar görünmek istiyor, neden bu kadar yalnız?
Çünkü biz de sağlıklı değildik.
Çünkü biz başkasının travmasını görünce durup düşünmek yerine, onu eğlenceye çeviren bir toplum olduk.
Bahar'ın her cümlesini montajlayıp "deli bu ya" dedik.
Bir annenin iki kızını da sistemin ortasında kaybetmesini izledik.
Ve sonra sadece "çok üzücü" dedik.
Ama yetmez.
"Çok üzücü" demek yetmez.
Çünkü bu acının ortağı biziz.
Bu hikâyenin sessiz ama etkili figüranlarıyız.
Ve bazen sessizlik de suçtur.
Ve bir gün uyandık, Nihal ölmüştü.
Ama o biz izlerken yavaş yavaş ölmüştü zaten.
Herkes izledi.
Kimse dur demedi.
Ve biz hâlâ utanmadan "çok üzücü ya" demeye devam ediyoruz.
Bir kız çocuğu kayboldu. Ve şimdi geride kalan annesi şu cümleyi kuruyor,
"Bahar acilen evlenmeli. Dört çocuk doğursun… Görücü usulü evlensin, Nihal geri gelir."
Bu cümleye kahkaha atan da var, şok olan da. Biz yine sadece bu cümleyi alıp tıklıyoruz. Yine izliyoruz. Yine konuşuyoruz. Ama hâlâ anlamıyoruz. Asıl trajediyi anlamıyoruz.
Belki bu cümle, çığlık atmayı bile unutan bir annenin tutunacak tek hayali.
Belki bu cümle, toplumun sağır kulaklarına son bir umutla atılmış bir dua.
Bu cümle; bir annenin çaresizliğiyle, deliliğin kıyısında salınan bir yas.
Belki de artık kendi vicdanımızla yüzleşmemiz için elimizde kalan son kırıntı.
Belki de sorun Nihal'de değildi. Belki de o sadece bizim gözlerimizin önünde yavaş yavaş kaybolan bir aynaydı. Ve biz o aynada kendi halimizi hiç görmedik. Görmek de istemedik.
Şimdi sormamız gereken soru şu: Onlar mı sağlıksızdı, yoksa onları o hale getirip sonra da ellerimizi yıkayıp kenara çekilen biz mi daha sağlıksızız?
Medya artık sadece bir yansıtıcı değil, şekillendirici. Ama unuttuğumuz şey şu: O medyayı biz besliyoruz. Reytinglerimizle, tıklamalarımızla, RT'lerimizle. Belki biz başka türlü izleseydik, o da başka türlü yaşardı.
Ama olan oldu. Geriye sadece bir soru kaldı...
Bir dahakine yine aynı hatayı yapacak mıyız?