Paralel Devlet Yapılanması Davasında Sanıklar İlginç Konulara Değindi
İzmir merkezli 18 ilde Paralel Devlet Yapılanması operasyonuyla gözaltına alınan ve 17'si tutuklanan 36 şüphelinin ifadelerinde ilginç konulara değindikleri gözlendi.
İzmir merkezli 18 ilde gerçekleştirilen "Paralel Devlet Yapılanması" operasyonunda gözaltına alınan ve "İzmir askeri casusluk " soruşturmasına yönelik sahte deliller ürettikleri gerekçesiyle 17'si tutuklanan 36 şüphelinin, Sulh Ceza Hakimliği'nde suçlamaları kabul etmeyip, ifadelerinde ilginç konulara değindikleri gözlendi.
Kamuoyunda "Askeri Casusluk" olarak bilinen "Gizli Bilgi ve Belge Bulundurma Davası"nın görülmesi için mahkeme salonuna dönüştürülen sosyal tesislerdeki konferans salonunda 3. Sulh Ceza Hakimi Dilek Çeliktaş tarafından gerçekleştirilen ifade alma sürecinde tüm zanlılar, suçun "örgütlü" olarak değerlendirilmesi nedeniyle duruşma salonunda bulundu.
Tutuklanan 17 kişi arasında yer alan eski İzmir Emniyet Müdürü Ali Bilkay, sulh ceza hakimliğinde verdiği ifadede kendisine yöneltilen suçlamaları kabul etmeyerek, olaylara olumlu ya da olumsuz müdahalesinin bulunmadığını söyledi. Bu soruşturmada da imzası ve parafının olmadığını öne süren Ali Bilkay 18 ay süren soruşturmanın son 5 aylık döneminde kendisinin görev yaptığını belirterek, şunları kaydetti:
"37 yıllık meslek hayatımda başarımın tek sırrı yasaların bana verdiği yetkiyi tam ve yerinde kullanmak, yasalarca yetki verilmeyen hiç bir konuda yetki kullanmaya kalkmamaktan yatmaktadır. Adli görev yapan kolluk kuvvetlerinin adli konularda tek amiri, adli görevi yürüten Cumhuriyet savcısıdır. Yasalara göre il emniyet müdürünün adli konularda bu görevi yürütmekte olan birimlere olumlu ya da olumsuz her türlü müdahalesi suçtur. Çünkü adli süreçte ilgili şube personeli ile savcıların talimatı ve mahkeme kararı ile yürütülür. Hiç bir adli olaya olumlu ya da olumsuz müdahalem ya da yönlendirmem olmamıştır. Göreve başladığım ilk günden itibaren meslek hiyerarşisi içinde bulunan amirlerim dışında hiç kimseden emir almadım."
Soruların dayanağı olan İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin raporunun tamamen varsayım, tahmin ve yorumlara dayandığını, suçlamaların somut bir gerekçe içermediği gibi herhangi bir delil de içermediğini savunan Bilkay, "Raporun yaklaşımı, İzmir İl Emniyet Müdürü olduğum için, ilde olan adli soruşturmalara bilmem, istediğimde sonlandırmam, ele geçen delillerin hukuki niteliğini değerlendirmem, ilgili şubeye soruşturmanın savcısının yerine geçerek müdahalede bulunmam gerektiği varsayıma dayanmaktadır. Yani raporun benden beklediği suç işlememdir. Oysaki daha öncede belirttiğim gibi il emniyet müdürlerinin adli görevi yoktur. Adli görev tamamen savcının yönetiminde ilgili şubeye aittir" ifadesini kullandı.
Kendisine "başmüdüre" adlı bir dijital dosyadan bahsedildiğini, bu dosyadan haberim olmadığını ve soruşturma kapsamında ulaşıp ulaşmadığına ilişkin de bir delil ortaya konulmadığını aktararak, "bir dosyanın adından hareketle suçlandığını" söyleyen Bilkay, bu yaklaşımın hukukun hiçbir ilkesi ile örtüşmediğini söyledi.
Örgüt üyeliği suçlamasına ilişkin de sözlerinin olduğunu, Anadolu'nun bir dağ köyünden, okuma yazma bilmeyen anne ve babanın çocuğu olduğunu ve 12 yaşında ailesinin yanından ayrıldığını aktaran Bilkay, savunmasını şu sözlerle tamamladı:
"Bornozu, diş macununu ayakkabıyı hatta afedersiniz külotu ilk kez devletin sayesinde gördüm. Türkiye Cumhuriyeti beni Türkiye'nin üçüncü büyük ili olan İzmir gibi bir ile il emniyet müdürü yaptı. Ben de ülkeme olan borcumu şerefimle hizmet etmek suretiyle ödemeye çalıştım meslek hayatım boyunca. Şu anda da ülkeme faydalı olması için pırıl pırıl üç çocuk yetiştiriyorum. Benim adım ne olursa olsun herhangi bir örgütle yan yana getirmek, bana yapılacak en büyük hakarettir. Ülkemi seviyorum. Benim için tek bir örgüt vardır. O da içinde yıllarca bu devlete ve millete hizmet etmekle şeref duyduğum emniyet teşkilatıdır. Tarafıma itham edilmeye çalışılan örgüt üyeliği hiçbir delile dayanmayıp, tamamıyla asılsız bir iftiradır. Bu suçlamayı en nazik ifadesiyle lanetliyorum."
- Kesen: "Sistem odasına ilişkin yetkim yoktu"
Serbest kalan şüphelilerden Eskişehir Vali Yardımcısı Mesut Kesen, hakkındaki soruşturmanın konusunun İçişleri Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı sunucularındaki bazı belgelerin sızdırılması iddiasına dayandığını belirterek, belge ve verilerin çok güvenli sistem odalarında muhafaza edildiğini, özel yetki tanınmış kişilerin parmak izi ve kartlarla bu odalara girebildiğini, dairede görev yaptığı sürece sistem odasına ilişkin hiçbir yetkisinin olmadığını kaydetti.
Verilerin dijital ortama yüklendiği dönemde dairede görev yaptığını anımsatan Mesut Kesen, şunları kaydetti:
"Bakanlığımız Bilgi İşlem Dairesi başkanlığı sunucularında hiçbir özellikli belge taratılmamış olup, anılan sistemlerden gizli belge elde edilmesi mümkün değildir. Yani casusluk operasyonu gibi davalarla ilgili gizli belgeler elde edilmiştir veya servis edilmiştir iddiası tamamen safsatadan ibarettir.
23 yıllık mülki idari amiri olarak bulunduğumuz ilçeden veya ilde yaptığımız görev dolayısıyla herhangi bir gruba üye olmak veya yakın durmak görevimiz açısından mümkün değildir ve doğruda değildir dolayısıyla bu hususla ilgili olarak savcılık tarafından ifade edilen terör örgütü ile ilgili iddiaların tamamı gerçek dışı ve yalandır. Şahsen milliyetçi bir ortamda yetişmiş bir kişi olarak bu tür dini grup veya örgütlere üye olmak değil yakınlık bile duymam mümkün değildir ve ispat edecek bir delil bulunamayacaktır."
Ferda İleri: "Müfettişliğimizin böyle bir yetkisi de yoktur"
Tutuklanan zanlılardan sanıklardan mülkiye başmüfettişi Ferda İleri, kendisine yöneltilen suçlamaları kabul etmediğini, suçlamalar ilgili tespit ve delillerin açıkça ortaya konulmadığını, iddiaların asılsız, gerçek dışı ve iftira olduğunu öne sürdü.
İleri, soruşturmayla İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan ve kamuoyunda "Askeri casusluk" olarak bilinen davaya konu olan bilgi ve belgeleri Türk Ceza Kanunu'nun 327 ile 334. maddesi kapsamındaki belgelerden olup olmadığını araştırmakla görevlendirilmelerinden ötürü ilişkilendirildiklerini söyledi.
Mülkiye başmüfettişi Ahmet Kaya ile düzenledikleri bir araştırma raporu ile 10 farklı suç işlediklerinin öne sürüldüğünü dile getirerek, şunları kaydetti:
"Sevk sorgu kağıdında sanki birden çok rapor düzenlemişiz gibi 'düzenledikleri raporlarla diğer örgüt mensupları ile birlikte 'Türkiye Cumhuriyeti bakanlıklarına ait bürokratların ve TSK mensuplarının tasfiye edilmesini sağladığımız' şeklinde gerçek dışı tamamen asılsız iddialarda bulunulmuştur. Kaldı ki diğer bakanlık ve TSK'ya ait olduğu iddia edilen belgelerin incelenmesi müfettişliğimizce yapılmamıştır. Müfettişliğimizin böyle bir yetkisi de yoktur" ifadelerini kullandı.
İleri, 2012 yılındaki "Askeri gizli bilgi ve belge bulundurma" soruşturmasında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İçişleri Bakanlığı'na gönderilen 3 bin 200 evrağı incelendiğini, bu evraklarla ilgili düzenledikleri raporla kimsenin görevinden alınmadığına işaret ederek, şöyle devam etti:
"Düzenlemiş olduğumuz araştırma raporunda toplam 539 belgeden 380 adeti hakkında 'TCK'nın 327 ve 334 Maddesi kapsamına girmedikleri' mütalaasında bulunulmuş buna karşın 4 adet belge ile ilgili 'TCK'nın 327/1 maddesi kapsamına girdiği' ve 155 adet belge ile ilgili olarak da 'TCK 334/1 Maddesi kapsamına girdiği' görüş ve kanaatine varılmıştır. Mülkiye Teftiş Kurulu Başkanlığınca 07.06.2013 tarihli yazıda 'müfettişliğimizce TCK'nın 327/1 maddesi kapsamına girdikleri yönünde görüş belirtilen 4 adet belgenin de TCK'nın 334/1 maddesine girdiği' yönünde görüş oluşturmuştur ve bu görüş müsteşarlık makamı tarafından da benimsenerek İçişleri Bakanlığı görüşü olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Mülkiye müfettişleri, bakan adına görev yaparlar. Bakanlık makamı tarafından uygun görülmeyen hiçbir araştırma raporunun geçerliliği yoktur."