Çanakkale'de 'Madencilik, Çevre ve Sağlık Üzerine Etkileri" Paneli

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa, Türkiye'nin altın madeni macerasının, 1989 yılında Bergama'da başladığını ve giderek ülkeye yayıldığını belirterek, "Şu an Türkiye'de sayısını bilmiyorum, bilmem kaç bin alanda işletme ruhsatı alınmış bölgeler var" dedi.

Karababa, Çanakkale Tabip Odası (ÇTO) ve Çanakkale Çevre Platformunca düzenlenen "Madencilik Çevre ve Sağlık Üzerine Etkileri" panelinde yaptığı konuşmada, Munzur Vadisi'nin, Türkiye'nin dünya çapındaki değerlerinden biri olduğunu söyledi.

Bu vadinin Türkiye'deki tüm canlı varlığının yarısından fazlasının yaşadığı bir ekosistem olduğunu ifade eden Karababa, "Ama ne yazık ki sermayenin de göz koyduğu bir yer burası. Bu yaklaşık 80 kilometrelik vadiye 5 tane baraj yapmaya çalışıyorlar. Bunların bir tanesini bitirdiler, 4 tanesi için savaş sürüyor" diye konuştu.

Bu vadideki suyun kaynağının Munzur Dağları'ndaki karlar olduğunu, buraya 5 barajın yapılmasıyla iklimin bozulacağını ifade eden Karababa, iklimin bozulmasıyla Munzur Dağları'na yağacak karın azalacağını dile getirdi.

Yağmur yağdığında vadiden suyun akacağını, yağmadığı zaman da kuruyacağına işaret eden Karababa, Munzur Vadisi'ndeki suyun, yılın 4 mevsimi hemen hemen hiç değişmeyen bir debi ile sürekli aktığını kaydetti.

Karababa, "Böyle bir yeri biz kısa vadeli enerji elde edebilmek uğruna feda edebilecek bir ülkeyiz. Bu kadar doğaya saygısızız" şeklinde konuştu.

-"Türkiye'nin altın madeni macerası"-

"Türkiye'nin altın madeni macerası 1989'da başladı Bergama'da ve giderek yayıldı ülkeye. Şu an Türkiye'de sayısını bilmiyorum, bilmem kaç bin alanda işletme ruhsatı alınmış bölgeler var" diyen Karababa, iki işletme tesisinden birisinin Bergama'da, diğerinin ise Eşme'de olduğunu söyledi.

Madenin elde ediliş şekliyle ilgili de bilgi veren Karababa, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Önce sondaj yapılıyor, buradaki maden çıkarılmaya değer görülünce, orada yapılan ilk iş sıyırmadır yani yeşil örtünün yok edilmesi. Sonra madenin üzerindeki toprak katmanı çıkarılıyor, madenin olduğu cevhere ulaşılıyor. Cevher çıkarılıyor, kırılıyor, eleniyor, ince küçük parçalar haline getiriliyor, stoklanıyor. Sonra daha küçük parçalar haline getiriliyor. Çünkü siyanürlü işlemden geçirilecek. Siyanür burada sihirli sözcük. Madeni cevherin içinden altını en ucuza ayrıştırabilen teknik olduğu için. Çevreye zararlıymış bunlar, hiç madenciyi ilgilendiren şeyler değil."

Prof. Dr. Ali Osman Karababa, altının içinde bulunduğu toprakların başka özelliklerinin olduğunu da belirterek, bu topraklarda çok yoğun ağır metaller bulunduğunu bildirdi.

Karababa, "Ancak o ağır metallerin bir özelliği var. Bunlar binlerce, milyonlarca yılda bağlanmış bileşik yapıya gelmiş, doğaya insana zarar vermeyen bileşikler haline gelmiş. Tam burada siyanür devreye girdi. Nasıl toprağın içinden altını ayrıştırıyorsa, aynı şekilde o ağır metallerin de bileşik yapılarını bozuyor. Onları elementten forma geçiriyor, artık onlar birer doğa canavarı. Çünkü onlar artık doğadaki her tür canlıya zarar verebilecek forma gelmiş durumda" diye konuştu.

ÇTO Başkanı Nihat Gülhan da Çanakkale'nin, 1915 yılında küresel güçlerin saldırısına uğradığını belirterek, "O yıllarda boğazdan denediler olmadı, sonra karadan denediler yine olmadı. Ancak bugün yine aynı küresel güçler, yanlarına yerli iş birlikçileri alarak yine saldırıya geçtiler. Şu anda hedef Kazdağları. Hedef suyumuz, doğamız, yediğimiz, içtiğimiz. Daha doğrusu canımız ciğerimiz" şeklinde konuştu.

- ÇANAKKALE