Neden matematik yapamıyoruz?
Cansu Ayar
Çocuklara "En sevmediğin ders nedir?" diye sorduğumuzda çoğunun vereceği cevap "Matematik!" oluyor. Neden hayatımızın merkezinde olan bir bilim dalını sevmiyoruz?
Matematik dersinin soyut olarak kalması, öğrencilerin konuları yeterince kavrayamamasına neden olur. X ve Y'ler havada uçuşurken öğrencilere bu durum hiç cazip gelmiyor. Hatta bu durum hiç merak da uyandırmıyor. Çocuklara X,Y,Z anlatmadan önce matematiğin hayatlarında ne işe yarayacağını anlatıp ikna edersek çocuklar matematiğe daha fazla ilgi göstereceklerdir. Çünkü kişi hayatta olduğu müddetçe zaten matematikle iç içedir.
Örnekle anlatayım: Öğretmen ders işlenirken üçgenin alanını "Alan=A x B/2" formülü ile anlatmak istiyor. Bu formül size üçgenin alanının nasıl bulunacağını söylüyor. Yani taban ile yüksekliği çarpıp ikiye böleceksiniz. Bunun üzerine öğrenci, "Anladım!" deyip hemen alıştırmalara geçiyor.
Sizce öğrencinin bu konuyla ilgili tüm alıştırmaları doğru yapması konuyu tam anlamıyla kavradığını gösterir mi?
Öğrenciye göre evet! Bana göre hayır!
Öğrenci bu algoritmaları uygulayabilir, fakat ne yaptığını bilmeden sadece ezber yöntemini kullanmak onu hiçbir noktaya getirmez. Çünkü gerçek öğrenme üçgenin alanının neden
"A x B/2" olduğunu bilmektir. Üçgenin alanını, paralel kenardan yola çıkarak; kurallar ve kavramlar arasındaki ilişki gözeterek anlatmak, öğrenmenin kalıcılığını arttırır. Ezberleyen öğrenci farklı soru tarzı gelince afallar, kalır. Çünkü ezberlemediği yerden sorulmuştur. İşin mantığını anlayan öğrenci ise çözüme gidebilecek farklı yollar dener, hatta kendine ait çözüm tekniği bile geliştirebilir.
Yine bir örnekle devam edeyim istiyorum.
"Üçgenin iç açılarının ölçüsü 180 derecedir." ifadesini kullanmak yerine "Neden üçgenin iç açılarının ölçüsü 180 derecedir?" ifadesini kullanmak daha doğrudur. İlkokul bu süreç için kritik bir dönemdir.
''Konuyu lütfen içselleştirin, çoğu öğrenci mekanik öğrenmeler gerçekleştiriyor!''
Yeni bir dil öğreniyor gibi matematik öğrenmek… Tam olarak olay bu işte! Hatta denilir ki: "Bir ulusun eğitim dizgesinde matematiğe ayrılan yer, o ulusun kendi dilini öğretmek için ayrılan yere eş değerdir."
Yeri gelmişken değinilmesi gereken bir detay daha var:
İlkokuldan liseye bütün matematik müfredatlarının haddinden fazla konularla yoğunlaştırılmış olması, kavramların gerçek hayatla ilgisi kurularak kuralların nedenleri ve birbiri ile ilgileri araştırılarak sunulabilmesi durumunu zorlaştırıyor. Bu konuyu farklı bir başlık altında detaylı bir şekilde inceleyeceğiz.
"Eyvah, çocuğum 8.sınıf! Kritik dönemdeyiz!"
Bu ifadeleri yanlış buluyorum. İlkokul ve ortaokul yıllarından başlayan 12 yıllık serüven ve bu serüvenin her kademesi öğrenci açısından kritiktir. Öğrencinin 12 yılda sağlamlaştıramadığı alt yapıyı 1 yılda sağlamlaştırıp hazmetmesini bekliyoruz. Bir de üstüne üstlük başarı bekliyoruz. Öğrencinin mükemmel psikolojiye sahip olması beklentimiz de cabası.
Sonuç nedir peki? Tabi ki hüsran!
Gelin, bakış açımızı biraz da çocukların ilgi ve yeteneklerine çevirelim.
Kişilerin ilgi alanları ve anlama kapasiteleri birbirinden farklı olabilir. Tam bu noktada çoklu zeka kuramı üzerine yoğunlaşmak gerekir. Matematiksel zekası kuvvetli olan çocukların soyut düşünebilme yeteneği gelişmiştir, olayların nedenlerini çok merak ederler ve olayların oluşumu üzerine çok soru sorarlar.
Tabii ki hepimiz matematik dehası olmayacağız. Fakat belli bir seviyede öğrenmemiz şart.
"Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum. Bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum." Aziz SANCAR
Matematik sorusu çözebilmek için çocuğun matematiksel zekasının süper olmasına gerek yok. Konuyu nedenleriyle kavrayan, farklı tip soruları çözebilme kabiliyetini kazanmış herkes matematiğe beyaz bayrak açabilir.
Erken yaşta oluşan ön yargıları zamanla değiştirmek mümkün olsa da pek çok kişi bundan kurtulamıyor. Her şey insanın kafasında bitiyor. Eğer yapamayacağınızı düşünüyorsanız yapamazsınız. Bunun için yapabileceğinize önce kendinizin inanması gerekir.
Unutmayalım, herkes matematik öğrenebilir.
Sevgiyle kalın!