Dishonored
Adalet duygusu olmayandan adalet bekleyemezsin, ancak hak ettiğini verirsin
Mahmut Saral - - O kadar yol gittim, uğraştım, korudum imparatorluğu. Bu muydu hak ettiğim? Gözlerimin önünde öldürüldü, hem de planlı bir şekilde. Öyle iyi bir zamanlamaydı ki bu onlar için, aynı şekilde benim için de kötü. Kraliçe öldürülmüştü ve ben katil ilan edilmiştim. Böyle mi olacaktı sonum? Aç fare sürüleriyle dolu zindanlarda, bedenimin çürümesine dahi izin verilmeden yem mi olacaktım onlara? Hayır, o kadar kolay değil. Elbet bu haksızlığa sessiz kalmayıp, bana yardıma geleceklerdir. Hem bu, birçok kimsenin henüz haberdar olmadığı yaklaşan büyük tehlikeyi önlemem için şart. Şu an bir tiyatro oynanıyor, tüm halktan habersiz. Her şey daha da kötüye gidebilir. Onu koruyamadım belki, ama hayallerine sahip çıkabilmek için hala bir şansım var.
Hem bir de küçük kız vardı. Acaba nerede şimdi? Tek doğruyu o da biliyor, ama kayıp. Çıkmalıyım buradan, hemen!
Dishonored, bünyesinde hem aksiyon, hem de gizlilik öğeleri barındıran, FPS bakış açısına sahip son yıllarda görülmüş en güzel oyunlardan bir tanesi. Arkasında Dark Messiah: Might And Magic ve The Crossing gibi oyunlardan tanıdığımız Arkane Studios bulunuyor.
Birçok kişi belki beğenmedi, ama ayıla bayıla oynamıştım Dark Messiah'ı. Valve'ın Source motoruyla geliştirilen yapım, özellikle yay kullanımı konusunda beni benden almıştı. Neredeyse hiç cephane harcamadan ilerleyebiliyor, yine yay aracılığıyla attığım halatlı oklarla yol alabiliyordum. Firmanın diğer bir yapımı The Crossing ise, eğer çıksaydı büyük ilgi görebilirdi. Evet, çıksaydı diyorum, çünkü daha sonra dondurulmuştu. Yine Source motoru kullanan FPS türündeki bu yapım, crossplatform olarak hazırlanıyor ve Internet üzerindeki birçok oyuncuyu, oyunun senaryosuna şekil vermesi için yetkilendirebiliyordu. NPC'leri unutun, herkes gerçek olacaktı yani, ama olmadı...
Bu projenin ardından yeni bir duyuru geldi ve 2 Temmuz 2011'de göründü Dishonored. Bu, Arkane Studios'un Bethesda bünyesindeki ilk oyunu olacaktı ayrıca. Gizlilik öğeleri bulunan, gelişmiş suikast yöntemlerine sahip bir karakteri kontrol edeceğimiz, Steampunk tarzı bir macera. Nasıl olabilirdi acaba? Hem, tasarımları da sanki biraz Half-Life 2'yi andırıyordu? Nasıl andırmasın ki, tasarım kadrosunda daha önce Half-Life 2'de büyük işler yapan Viktor Antonov da yer alıyordu. O halde evet, heyecanlanabilirdik Dishonored için. Çıkışına az bir süre kala topladığı birçok ödül de Dishonored'ın beklediğimize değeceğini gösteriyordu. Oyun çıktı, bekleyiş bitti ve bence o bekleyişe değdi.
Eve dönüş
Yönettiğimiz adamımızın ismi Corvo. Sadık bir hizmetkar ve güçlü bir asker. Minik bir tekne yolculuğunun ardından varıyoruz Dunwall şehrine. Burası, ilginç bir yapılaşma. Sanayinin ve mistik güçlerin beraber olduğu bir şehir, aslında dünya demeliyiz. Çünkü çevre yapılanmalar da bu etkilerden nasibini almış. Bölgeler arası ulaşımın teknelerle sağlandığı, etrafın sularla çevrili olduğu bir dünya. Yapımcılar, 1800 ve 1900'lü yıllardaki Londra ve Edinburgh'tan esinlenmeler olduğunu söylüyor mimari için. Aynı şekilde karakterlerin tasarımları da öyle.
Etrafa biraz göz attıktan sonra, hedefe doğru yola koyuluyoruz. Ne de olsa macera boyunca çevreyi fazlasıyla gezeceğiz ve fikirler edineceğiz. Bizi gören seviniyor, bizi gören şaşırıyor, ama biz bilmiyoruz ki aslında uzun süredir planlanan hain bir tuzağın içine doğru adımlar atıyoruz. Birazdan işin rengi belli oluyor ve yazının girişinde belirttiğim kötü olaylar gerçekleştikten sonra zindanda buluyoruz kendimizi. Detayları oyunu oynarken görmeniz daha iyi bence. Ben yüzeysel olarak geçiyorum şu an.
Zindanda gözümüzü açtığımızda, nedense aklıma The Elder Scrolls serisi geldi? ve evet, Arkane de bir Bethesda stüdyosu artık. Zindanlardan kurtulup da imparatorluk yönetiminin düzeltilmesinde önemli roller üstlenmek, her Bethesda oyununda zorunluluk haline mi geliyor nedir, bilemedim. Ama önüme gelen ilk notu okuduktan sonra, intikam için yola koyuldum.
Sahte aileye hoş geldin
Zindandan kurtuluşun ardından sıra, imparatorluğu ele geçirme planı yapanları devirmek üzere kurulan gizli bir örgüte katılmaya geliyor. Oyunun merkezi de böylelikle bize merhaba diyor. Buradaki çok bilmiş ağabeyler, bize sen şunu yapmalısın, bunu yapmalısın diye emirler saydırıyor, biz de hayır demeden hepsini yerine getirmeye çalışıyoruz. Yakınlarda uyuyabileceğimiz eski bir yatağımız ve silahlar satın alabileceğimiz bir amca da var. Gerçi sormazlar mı adama, "Arkadaş, ben hepimiz için hayatımı tehlikeye atıyorum. Yapacağım görevler için bu malzemelere ihtiyacım var. Sen bunları nasıl olur da para karşılığı satarsın bana?" diye. Ne olursa olsun, ticaret kafası her yerde aynı anlaşılan.
Adamımız Corvo, usta bir suikastçı. Kullanabildiği silahların yanında, bir de özel güçleri bulunuyor. İsterse bir saniyeden az sürede uzun mesafeler kat edebilir, zamanı yavaşlatabilir, herhangi bir duvarın arkasında nelerin olduğunu görebilir veya hayvanları kontrol edebilir. Corvo'nun iç dünyasını, hikayeyi sürdürdükçe daha da iyi anlayacaksınız zaten.
Peki bu güçler, pat diye mi veriliyor bize? Tabii ki hayır, hepsini tek tek hak etmemiz gerekiyor. Kalbe benzer bir dedektör bulacağız örneğin. Onu kullandığımızda, bulunduğumuz bölümdeki tüm güçlü item'ları görebileceğiz. Bunlar sayesinde de yukarda bahsettiğim yeteneklerimizi bir bir geliştirmeye başlayacağız. İnanın, bu yeteneklerden bir kaçını kullansanız bile oynanıştan çok zevk alabilirsiniz.
Örneğin, ben genellikle kılıç ve hızlı hareket etme gücünü kullandım. Düşmanlarınıza gizlice yaklaşıp, hızlı hareket gücünü aktif ettiğinizde, zaten hemen yanlarına gidiyorsunuz ve sonrasında tek bir mouse tıklamasıyla kılıcınızı harekete geçiriyorsunuz. Artık düşmanınızın kurtulması imkansız. Üst üste birkaç kez bunu yaparsanız da bir nevi Berserker moduna adım atıyor, dokunduğunuzu paramparça ediyorsunuz.
Assassin's Creed serisindeki Altair Ezio ve Connor'ın Corvo karşısında işi zorlaşabilir önümüzdeki yıllarda.
Dishonored'ın neredeyse tamamen özgürlük sunan bir yapısı var. İsterseniz direkt olarak aksiyona dalın, isterseniz gizlenerek ilerleyin, isterseniz askerleri boşverin, isterseniz hepsini tek tek ortadan kaldırın. Kimi zaman bir çöp kutusu, kimi zaman bir halat, kimi zaman çatı, kimi zaman da bir boru... Nasıl ilerlemek istediğiniz ve nerelerden ilerlemek istediğiniz tamamen size bağlı. Örneğin önünüzde 4 tane nöbetçi mi var? Hiç biriyle uğraşmak istemiyorsanız yan sokağa girin ve ilk evin kapısını açarak çatıya çıkın. Ardından çatıdan çatıya atlayarak istediğiniz hedefe rahatlıkla ulaşın. Bu kadar basit işte. Sadece etrafı iyi araştırmanız gerekiyor, hepsi bu.
Düşmanlarımız ve öldürme yöntemlerimiz
Corvo'nun yetenekleri sürekli gelişiyor, ama ilerledikçe karşılaştığımız düşman unsuru da hep aynı kalmıyor tabii. Silahlı düşmanlarımız artıyor. Kılıç hamlelerimize çok hızlı karşılık vererek kaçabilenler, akabinde saldıranlar mevcut. Bazılarının ellerinde sinyal yayan cihazlar var. Bunlar aktif olduğunda özel güçlerimizi kullanamıyoruz mesela. Bazıları da dev bacaklara sahip robotlarla devriye atıyorlar. Onlara görünmemekte fayda var. Zaten bir süre takip ederseniz, yer değiştirdikten sonra beklediklerini ve o sürede de arkalarından rahatlıkla sıvışabildiğinizi göreceksiniz.
Peki nasıl öldürebiliriz? Bu konuda seçenek çok doğrusu. Çatıdan atladığınızda hedefe kitlenin veya delikte saklanırken yaklaşan düşmanı bıçaklayarak kendinize çekin, kafasını uçurun, boğazına bıçak saplayın veya sessizce gırtlağını kesin. Corvo'nun çok vahşi öldürme yöntemleri var. Ha bazen de önemli düşmanlarınızı öldürmeden önce, dinlemeyi seçin isterseniz. Belki işe yarar bilgiler verirler. Sonra da gerekeni yaparsınız zaten.
Bu arada, öldürdüğünüz kişilerin cesetlerinin başınıza bela olmasını istemiyorsanız, etraftan kaldırmaya özen gösterin. Eğer birisi görürse direkt alarm verilebiliyor ve zor durumda kalabiliyorsunuz. Ayrıca bir de fareler var. Misal, öldürdüğünüz adamın cesedi orta yerde kalırsa, bir süre sonra fareler toplanıyor etrafına ve cesedi yemeye başlıyorlar. Eğer biraz daha oralarda gezerseniz, fareler sizi de yemek için hamle yapıyor.
Half-Life 2 esintili, farklı bir dünya
Dishonored'ın dünyasının orijinal bir tasarımı var. Üst katlarda temiz, düzgün görünümlü insanlar varken, alt kademelere indiğinizde ise, fareler ve enfeksiyon kapmış insanlar sarıyor etrafınızı. Terk edilmiş yerleşim yerlerindeki yıkık dökük binalar, pis sular ve etrafında oluşan mikroplu organizmalar ve dahası. Tasarımcılar, iyi ve kötüyü, bu kadar yakın mesefalerde, başarılı bir şekilde buluşturmayı başarmış. Unreal motorunun kullanıldığı Dishonored, görsel açıdan da tatmin edici düzeyde.
Oyunun seslendirmeleri, ses efektleri ve müzikleri de güzel, ancak müzik yelpazesi biraz daha geniş olmalıydı diye düşünüyorum. Bazen aynı şeyleri duymak sıkıntı yaratabiliyor doğrusu.
Sonuç
Sonlara gelecek olursak, Dishonored'ı ilk oynamaya başladığımda söylediğim söz, oyunun tıpkı Bioshock gibi, farklı bir dünyada yer aldığımız hissiyatını yaratabilmesiydi. Belki de en güzel yanı bu, kendine özgü dünyası. Oynanış mekaniği, karakterimizin güçleri ve hikaye yapısı da etkileyici gerçekten. Ne var ki oyun süresi bana biraz kısa geldi doğrusu. Biraz daha uzun olmasını beklerdim, ancak şimdi devam oyununu bekliyorum diyelim. Dishonored'ı denemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum. Yılın en iyi oyunlarından bir tanesi.
Not: Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Mahmut Saral - Teknokulis : http: //www.teknokulis.com