Serkan Erdoğan ile ilk yılları, TAU Ceramica günleri, antrenörlüğe geçişi ve LOTR
Chris Ballard, “The Art of A Beautiful Game: The Thinking Fan's Tour of the NBA” adlı kitabının dördüncü bölümünde sonlara doğru ideal bir basketbol insanı portresi çizer. Ona göre bir basketbol insanı, bu işi profesyonel olarak yapsın veya yapmasın, basketbolla iç içe olmalı.
Chris Ballard, “The Art of A Beautiful Game: The Thinking Fan's Tour of the NBA” adlı kitabının dördüncü bölümünde sonlara doğru ideal bir basketbol insanı portresi çizer. Ona göre bir basketbol insanı, bu işi profesyonel olarak yapsın veya yapmasın, basketbolla iç içe olmalı. Onu fiziksel ve mental olarak benimsemeli. Bütün tutkusunu ona aktarırken değişkenlere ayak uydurabilmeli.
Basketbol Süper Ligi’nin başarılı ekiplerinden olan Bursaspor’un baş antrenörü Serkan Erdoğan, işte tam da Ballard’ın ideal basketbol insanı tanımına uyan kişilerden. Zira kendisi oyunculuk kariyerinde onlarca başarıyı kazanıp repütasyon kazanırken oyunculuk sürecinin ardından bir yıl bile dayanamayıp bu sefer takım elbiselerle basketbola bağlı kaldı.
Bursaspor’un bütçe/kadro bağlamına oranla harika işler yapan Serkan Erdoğan, Ankara’daki günlerinden başlayıp önce bir İspanya’ya uğruyor ardından ise son durak parkelerin kenarı oluyor…
İlk olarak, nasılsınız? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Çok teşekkür ederim, iyiyim. Hem fiziksel hem de mental açıdan kendimi gayet iyi hissediyorum. Umarım bu dönemlerde hepimiz, sağlık başta olmak üzere bütün açılardan huzurlu ve mutlu oluruz.
Sizce Basketbol Süper Ligi’nde sezonun gidişatı nasıl olacak?
Açıkçası bu konuya dair net bir fikrim yok. Çünkü koronavirüsün bilimsel boyutuyla alakalı bir şeyler söyleyecek kadar detaylı teknik donanıma sahip değilim. Bu nedenle virüsün bitme/azalma durumuna dair bir şeyler söyleyip oradan ligimizin geleceğini yorumlayamam. Ama bence lig yönetimi ve bu salgın hakkında uzman olan kişiler arasında yapılacak olan konuşma, en sağlıklı kararı verecektir. Sanırım bu sezon oynanmamış gibi sayılacak, yani tamamlanmayacak. Gelecek sezon her şey sıfırdan başlayacak. En azından hissiyatım bu yönde.
Ve şimdi kişisel kariyerinize dönelim… Basketbolla nasıl tanıştınız? Ve bunu bir meslek hâline getirmeye nasıl karar verdiniz?
Amasya’da doğdum sonrasında Ankara’ya taşındık. Basketbolla Ankara’da tanıştım. Babam TED Kolejleri’nde basketbol antrenörlüğü yapıyordu. İşine tutkuyla bağlanmasından etkilenmiştim. Ben eğitimimi TED Kolejleri’nde aldığımdan ve babamın rol modelliğinden dolayı basketbola başladım.
Yedi yaşımdan beri parkelerin içindeyim. Yaşım ilerledikçe basketbola ilgim ve ona dair bilgim arttı. Top oynamadığım her an içimde böyle bir şeyler eksik gibiydi. Bu nedenle sürekli olarak antrenman yaptım. Her geçen gün daha iyi olmaya çalıştım. Kendi şansımı yaratıp hem kulüp hem de Milli bazda forma giydim.
Peki, idolleriniz kimlerdi?
Türkiye’den Orhun Ene ve Harun Erdenay’ı idol alıyordum. Biliyorsun, onlar bu ülke basketbolunun en başarılı ve değerli isimleri arasında yer alıyorlar. Onların başarıları, beni etkilemişti. Oyun tarzlarını seviyordum. Yabancılardan ise Antoine Rigaudeau’yu beğeniyle takip ediyordum. Bence o da döneminin en iyilerindendi. Oyunun zekâ ve teknik kısmına derinlik getirip rakiplerine karşı büyük fark yaratıyordu.
TED Kolejliler altyapısında yetiştiniz ardından Tuborg Pilsener, TOFAŞ ve Ülkerspor’da forma giydiniz. Kariyerinizin ilk dönemleri hakkında neler söylemek isterdiniz?
17 yaşımdayken Türkiye’nin genç takımlarında kaptandım. O yaşta aldığım sorumluluk kariyerimdeki basamakların tabanını oluşturuyordu. Sonuçta siz kaptansınız. İşlerin iyi gitmesini sağlayıp takımdaki herkese ekstra bir motivasyon kaynağı olmalısınız. Daha sonralarda kulüp ve A Milli Takım’larda önemli süreler almaya başladım. Biliyorsun benim de içinde olduğum jenerasyona, “Altın Jenerasyon” diyorlar. O ekibin içinde olup ülkeye yararlı bir şeyler yapmaktan keyif alıyordum. Tabii para kazanıp tamamen bir “profesyonel” etiketi aldığınızda saha içinde olduğu kadar saha dışında da belirli bir saygınlık kazanmalısınız. Ben sürekli olarak bunu yapmaya çalıştım, hâlen daha çalışıyorum. Çalış, biraz daha çalış, istikrarlı ol, herkesi anlayışla karşıla, eleştiriye açık ol ve istikrar kazan. Bunu ilk yıllarda kazanmaya çalışıyordum. Sonrasındaki dönütleri fazlasıyla mutluluk verici.
Ve İspanya’ya geçelim. TAU Ceramica’da iki yılda iki kez Euroleague Final Four’una yükseldiniz. Luis Scola ve Pablo Prigioni gibi değerli isimlerle aynı kadroda yer alıyordunuz. O dönemlere dönüp baktığınızda neler söylemek istersiniz? Yurt dışında bu isimlerle beraber oynamak size neler kattı?
Sanırım bu ülkede oynayan çoğu basketbol oyuncusunun hatta global ölçekte Avrupa’da oynayan çoğu oyuncunun en büyük hayali, yurt dışına açılıp önemli liglerde ve takımlarda forma giymektir. Sonuç olarak siz, onlarca kişi arasından sıyrılıp başka bir yere gidiyorsunuz. Adınız orada anılıyor. Farklı milletten olan insanlar basketbolun birleştiriciliği sayesinde sizi seviyor, tanıyor ve destekliyor. Bu durum mutluluk vericiydi.
O takımda unutulmaz maçlar oynadım. Kariyerimin en iyi anlarından bazılarını yaşadım. Final Four’da forma giyerken çok mutluydum ama farklı bir mutluluktu bu. Takımdakilerle, taraftarlarla hatta oradaki gazetecilerle bile hâlen daha konuşuyoruz. Bu bağı kurup sürdürebilmek bence çok önemli.
İspanya’da günleriniz nasıl geçiyordu?
İlk işim hemen İspanyolca öğrenmek oldu. Çünkü oradaki kulüpler, bu konuda fazlasıyla hassaslar. İletişime, ortak dile önem veriyorlar. Kafaca yurt dışına çıkmak için çoktan hazır olduğum için her şeyi hemen yapmak istiyordum. Bu nedenle önce İspanyolca öğrendim. Takım arkadaşlarımdan şehre dair önemli bilgiler alıyordum. Dışarıda nereye gidilebilir, ne yapılabilir gibi şeyler. Genelde basketbola odaklanıp kendimi geliştirmeye çalıştırıyordum ama boş zamanlarımda şehre inip gezmek keyif veriyordu.
Sizce İspanya ile Türkiye basketbolları arasında o zamanla bu zaman arasında ne gibi farklar var?
Doğrusunu söylemek gerekirse o zamanlar aradaki makas çok açıktı. İspanya hem saha içi hem de saha dışı olarak Türkiye’deki basketbol ortamından farklıydı, daha iyiydi. Ama günümüze baktığımız zaman bu makasın biraz daha daraldığını görüyoruz. Türkiye’de birçok kulüp, işe ciddi yaklaşıyor. Sadece maddi olarak değil manevi olarak da yatırım yapılıyor.
Luis Scola’yla geçtiğimiz aylarda yaptığım röportajda, “Türkiye’den Serkan’ı biliyorum. Bizim takımımız için harikalar yaratıyordu. Onunla oynamak keyif vericiydi.” demişti. Onunla yaşadığınız ilginç bir anınız var mı? Ayrıca onun oyun disiplini hakkında neler düşünüyorsunuz?
Luis… O takımda en çok sevdiğim isimlerden biri. Ve hâlâ daha öyle. Unutamam dediğim bir ikili anımız yok çünkü genelde takım olarak zaman geçiriyorduk; yolculuklar, dinlenme derken pek vakit bulamıyorduk.
Diğer soruya gelecek olursak onun hâlâ daha oynamasından yanıtı bulabiliriz. Onlarca başarı kazanmasına rağmen Avrupa basketbolunun en iyi liginde zaferler kazanmak için çalışıyor. Takımına örnek oluyor. 15 sene önce olduğu gibi hâlâ daha her gün antrenman yapıyor ve işini seviyor. Bu, etkileyici gerçekten de.
Sonrasında daha birçok önemli takımda forma giydiniz ve 2013’te emekli olup antrenörlüğe geçiş yaptınız. Bu kararı nasıl verdiniz?
Dönme süremin çok uzun olduğu bir sakatlık yaşadım. Eğer dönmeyi bekleseydim oyun yeterliliğim sorgulanabilir olurdu, en azından ben böyle yapardım. Bu nedenle çok fazla zaman kaybetmeden 36 yaşımdayken emekli oldum. Ve bir sene demeden antrenör olarak oyuna devam ettim. Antrenör olmaya kafaca hazırdım. Bu mesleği istiyordum. Çünkü işin ruh/yönlendirme kısmına olduğu kadar teknik kısmına da hayranım. Tabii tek görevimiz teknik düzenlemeler olmamakla birlikte…
.Sizce antrenörlüğün oyunculuktan en büyük farkı ne?
Oyuncuyken takımdan bir nebze sorumlusunuz, onlarca parçadan birisiniz. Antrenörken bütün denklemin başında siz varsınız. Onlarca değişkeni tek bir bağlayanla kullanmalısınız. Oyuncuların süreleri, teknik, analiz, maç önü, maç sonu, soyunma odası… Bütün sorumluluk üzerinizde.
Bir takımda scout ve video koordinatörlerinin önemine dair ne düşünüyorsunuz? Siz “scouting” uygulamasına nasıl yaklaşıyorsunuz?
Bence oyuncu izlemek çok değerli bir konu. Biliyorsun Allerik Freeman’ı Macaristan’dan almıştık. Yani yalnızca Almanya, İspanya, İtalya gibi öne çıkan ligleri değil dünyadaki bütün ligleri takip edip, belirli bir eleme kıstası hazırlayıp takımımıza dâhil ediyoruz. Bu görevi takımda ben ve yardımcılarım üstleniyoruz.
Video koordinatörlüğünde ise en önemli olan nokta o işi yapan kişinin oyunu gerçekten de doğru analiz edebiliyor olması. Yani yalnızca görünen aksiyonları değil topsuz yerlerde olan biteni de iyi analiz etmeli. Bir ezberin olmadığını unutmadan değişkenlere odaklanmalı.
En sevdiğiniz hücum ve savunma setleri neler? Pick&roll ve adam adama gibi klasik setlerin yanı sıra 51 Runner, Chin Split, 1-2-2 gibi detay setlerde dâhil olmak üzere.
Açıkçası ben, “Benim şu şu şu sistemlerim var. Oyuncular buna çalışırsa hep başarılı oluruz” düşüncesinde değilim. Çünkü dediğim gibi, oyun daima değişiyor. Her rakibinize karşı farklı bir tez veya antitez üretmek durumunda kalıyorsunuz. Ama tabii ki reaksiyon vermemiz için bazı belirli set düzenleri üzerinde durup onları çeşitlendirmeye çalışıyoruz.
Bildiğiniz gibi NBA’de modern dönem başlığı altında oyun fazlasıyla değişti. Small ball denilen beş oyuncunun çizgi dışında olduğu beşler, adam değişim savunmaları, üçlük artışı derken basketbol, yeni bir görünüme büründü. Sizce modern oyunda bir sonraki basamak ne olacak?
NBA geçen sezon hatta her geçen ay biraz daha modern oyun görünümüne bürünüyor. Beş oyuncunun çizgi dışına çıkıp oynaması, üçlükler, savunma değişimleri derken oradaki basketbol aldı başını gitti.
Benim en büyük isteklerimden biri Euroleague’de koçluk yapmak. Bu nedenle oradaki basketbolu biraz daha fazla takip ediyorum. Yani Avrupa bazlı konuşacak olursam aslında NBA tarzı bir oyun anlayışı yayılmaya başladı. Oyuncuların atletizm seviyesi artıyor, maç başına daha fazla şut kullanılıyor, savunmalar maç maç değişiyor ve koçların oyuna bakışı buna göre şekilleniyor. Sanırım önümüzdeki yıllarda radikal bağlamda bir şey olmasa da hücum sayısı biraz daha artabilir.
Ve biraz da saha dışına çıkalım. Basketbol dışında nelerle ilgilenmeyi seviyorsunuz?
Kitap okumak, film izlemek gibi klasik şeylerin yanı sıra spor yapmayı çok seviyorum. Ağırlık çalışmayı, fiziksel direncimi korumayı ve bu konuda bir istikrar yakalamayı seviyorum. Çünkü oyuna hem mental hem de fiziksel olarak bir harcama yapıyorsunuz. Bu harcamayı (manevi) yapmak için belirli bir donanımınız olmalı.
Yalnızca basketbol kariyerinizi değil; hayatınızın belirli bir dönemini fazlasıyla etkileyen kitap ve film var mı?
Ya açıkçası öyle bir şey olmadı fakat önemli bir kararı almamda kızımın epilepsi hastası olması yatıyordu. Çok şükür yendi hastalığı.
Çok geçmiş olsun… Peki, en sevdiğiniz film ve kitap desem?
Tam anlamıyla bir LOTR hastasıyım. Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit serisindeki her bir filmi onlarca kez izledim. Kitap olarak belirli bir favorim yok fakat şu sıralar Nutuk’u okuyorum. Daha önceden bir kez okumuştum ve etkilenmiştim.
Avrupa’da en çok çalıştırmak istediğiniz beş oyuncu kimler?
Facunda Campazzo
Mike James
Vassilis Spanoulis
Kyle Hines
Gustavo Ayon
Son olarak, unutamadığınız bir anınız var mı? Bu bir kupa, madalya veya maçtan ziyade bir saha dışı anısı, soyunma odası konuşması da olabilir tabii…
İspanya’da Tau’nun salonunda Türkiye bayrağı var. O bayrak, benim takımdaki varlığım sayesinde oraya asılmıştı. Geçenlerde bir arkadaşım orada maçtayken görüntülü olarak beni aradı ve bayrağı gösterdi. Birkaç taraftar bunu fark etti ve ben tanıdı. Onlarla konuştuk. Bu çok değerli bir andı benim için.