Şaban Yıldırım: "Futbol, herkesin hakkında fikir yürüttüğü ama gerçekten bilenin az olduğu bir oyun"
*Şaban Yıldırım ile teknik direktörlük kariyeri, futbolda değişen ve gelişen oyun sistemleri, Sakaryaspor'un tarihi ve Sakarya'daki futbol kültürü'nün yanı sıra; Yıldırım'ın Sakaryaspor’dan Denizlispor’da, Çanakkale’den Bursaspor’a uzanan bir futbolculuk kariyeri hakkında da konuştuk.
* Şaban Yıldırım ile teknik direktörlük kariyeri, futbolda değişen ve gelişen oyun sistemleri, Sakarya spor'un tarihi ve Sakarya'daki futbol kültürü'nün yanı sıra; Yıldırım'ın Sakaryaspor’dan Denizlispor’da, Çanakkale’den Bursaspor’a uzanan bir futbolculuk kariyeri hakkında da konuştuk. Röportajın, sevgili Şaban Yıldırım'ın futbolculuk kariyerini konu edinen ikinci kısmını yarın (13 Şubat) sitemizde okuyabilirsiniz.
Teknik direktörlük son dönemde oyuncu seçimleri ve diziliş tercihi üzerinden eleştiriliyor. Bu mesleği söz konusu kısır döngüde değerlendirmek ne kadar doğru?
Futbol herkesin hakkında fikir yürüttüğü ama gerçekten bilenin az olduğu bir oyundur. Hatta sizin bahsettiğiniz diziliş ve taktik biraz daha derinde yer alan konulardır. Daha yüzeysel tartışıldığı da oluyor. Futbol tabii ki bunlardan ibaret değil. Bir takım oluşturmak, transfer döneminde takıma uygun karakterde oyuncuları seçmek, ara dönemde geldiyseniz sizin almadığınız oyuncuları tanımak ve insan yönetmek bu sürecin sadece birkaç parçasını oluşturuyor.
Hafta sonu tahtaya isimleri yazmak bu uzun sürecin en son kısımlarından birisi. Ana faktör insan olduğu için teknik direktörlük zor bir iş. İnsanlar birbirini etkileyen, aynı zamanda çabuk tesir altında kalabilen varlıklar. Bu nedenle herkesin gözünün üzerinizde olduğu bu oyunda, oyuncuların psikolojileri çok önemli; işler iyi giderken ayrı, kötü giderken ayrı bir psikoloji var. İkisinin de farklı tehlikeleri var. Bu iki duyguyu da dengede tutmak önemli. İşin teknik, antrene, strateji boyutunun yanı sıra takımı hedefe götürürken birçok yol yöntem var. Bunların hepsini bir arada düşünmek gerekiyor. Birini bile ihmal edemezsiniz.
" Ben futbolcularıma etten kemikten mekanik organizmalar olarak bakmıyorum."
Benim anlayışımda futbolcu bir robot değil. Ben futbolcularıma etten kemikten mekanik organizmalar olarak bakmıyorum. Onların duyguları ve ruhları var. Akıl boyutu ve beden boyutunu bütüncül bir şekilde ele almak gerekiyor. Ben antrenmanlarımı planlarken de öncelikle insan merkezli bir anlayış benimsiyorum.
Antrenmanda oyuncumdan bir şey almak isterken bunu futbolcumun sevdiği yöntemle yapabilir miyim diye düşünüyorum. Antrenmanı sporcu psikolojisini de hesap ederek ayarlamaya çalışıyorum. Oyuncunun antrenmana severek gelmesi gerekiyor. “Çıksınlar koşsunlar, dediklerimi yapsınlar” şeklinde bir tarzım yok.
" Beslenme gibi konularda dikte etmek yerine ikna etmeye çalışırım."
Mesela beslenme konusunda bazı antrenörler biraz daha katıdır. Ben dikte etmek yerine oyuncumu ikna etmek isterim. Ona seçenek sunmak isterim. İşin doğrusunu gösteririm ama kararı oyuncuya bırakırım. Genel geçer kurallar tabii ki var ama beslenme biraz özel alana giriyor. Bu konuyla ilgili bir de örnek vereyim. Şampiyon olduğumuz yıl bizde Murat Bölükbaşı vardı. Normalde maç yemeği tavuk ve makarnadır. Bana, “Murat makarna yemez; yoğurtlu pilav yer.” dediler. Ben de Murat’a, “Bunu sen her zaman böyle mi yapıyordun?” diye sordum. Evet deyince tamam devam et dedim. O konuda Murat için esneklik gösterdim. Bizim de ısrar ettiğimiz, katı olduğumuz konular var. Bunlar daha çok saha içindeki konular.
Çevresel sorunlar da olabiliyor. Bazen bir teknik adam olarak tesis, ekonomi, yönetim, ulaşım sorunlarını da çözmeniz gerekiyor. Sadece antrenörlükle başarının gelmediğini tecrübe ettim. Oyuncuların ekonomik sorunu varsa buna duyarsız kalamazsınız. En azından onları dinlemelisiniz. Örneğin takıma para gelecekse o para herkese dağıtılmalıdır. Birisi aldı diğeri almadı şeklinde bir durum olmaması gerekiyor. Biz insanı merkeze alıp takıma yaklaşımımızı buna göre yapıyoruz.
" Sadece antrenörlükle başarının gelmediğini tecrübe ettim."
Motivasyonu sadece maç öncesi konuşması olarak algılamak yanlış olur. Motivasyon iletişimden ortaya çıkar. Bazen oyuncuyla konuşmaya bile gerek kalmaz. Futbolcuyla ilk görüşmeden itibaren motivasyon başlar. Yeri geldiğinde bazen duyguların da devreye girmesi gerekir ama duygular her zaman aklın kontrolünde olmalıdır. Aklın kontrolünde olmayan yüksek duyguyu tehlikeli bulurum. Motivasyon sürece dayanan bir olgudur. Bu bazen uzun süre alabilir. Liderler şüphe etmemelidir. Önce kendine inanman gerekir. Sonra diğerlerinin sana inanmasını bekleyebilirsin.
Diziliş, strateji ve taktik kavramlarına bakış açınız nasıl?
Aslında taktik ve strateji birbirine yakın kavramlar; burada önemli olan sizin anlayışınızdır. Benim bakış açıma göre strateji biraz daha genel, taktik biraz daha özel bir kavram. Mesela kaleye nasıl gideceğiz, rakibi 20. dakikada nasıl, 80. dakikada nasıl savunacağız, galip ya da mağlup durumda nasıl oynayacağız… Tüm bunlara taktik diyebiliriz. Diziliş, bu taktikleri destekleyen şey olarak öne çıkıyor. Taktikle bir muharabe, stratejiyle ise bir savaşı kazanabilirsiniz. Taktik bir maçı, strateji bir sezonu kazandırabilir. Bunun yanında bir maç özelinde de strateji olabilir. Bazı maçlarda taktik yetmez, o maça özel bir strateji oluşturmanız gerekebilir.
Premier Lig’de 2019/2020 sezonunun sürpriz takımı Sheffield United çok farklı bir yol izleyerek iki stoperini ileri çıkardı. Kanatlardan bu oyunculara bindirme yaptırarak hücumda çoğaldı ve başarılı oldu. Liverpool’da üç forvetten merkezdeki Firmino’nun sahte dokuz olarak kullanıldığını ve orta sahaya gelerek stoperi üzerine çektikten sonra kanat forvetlere alan açtığını görüyoruz. Sizin defans oyuncularının hücuma katıldıkları ya da forvet oyucularının geriye gelip oyun kurdukları bu tarzdaki geleneksel oyun planlarının dışına çıkılan sistemlere bakış açınız nasıl?
Son 10-14 yılda, futbolun tahminlerin üzerinde geliştiğini düşünüyorum. Yeni antrenman sistemleri ve analizin futbola girmesi oyunu büyük oranda değiştirdi ve daha keyifli hâle getirdi. Pas oyununun, dar alanda oyunun gelişmesiyle savunmaların işi zorlaşırken buna bağlı olarak savunma da farklılaştı. Eskiden yarı sahada savunma yapılırdı. Şimdi kalenin içine kadar girilebiliyor. İstisna da olsa Barcelona gibi bir rakiple oynanıyorsa bunu görebiliyoruz. Ceza sahası içinde 11 kişi savunma yapılabiliyor. Bu durum, hücumun ne kadar geliştiğini gösteriyor. Aslında diziliş eskiden daha önemliydi. Bugün pozisyonları doğru oynamak daha önemli oldu. Top köşedeyse orada farklı bir oyun oynanıyor. Hem savunma hem hücum açısından bu durum önem kazandı. Eskiden bunu tek tük yapan antrenörler vardı; şimdi ise genelleşti. Diziliş eski önemini kaybederken pozisyonlar daha önemli hâle geldi. Maça 4-2-3-1 başlayıp rakip yarı alanda oynarken 2-3-5’e dönebilirsiniz. Maç başlarken ekranda çıkan ilk diziliş her şeyi anlatmıyor. Artık rakiplerin zaaflarından faydalanmanın önemi arttı. Eskiden en iyi antrenörler bir sistem oluşturup onu uyguluyordu ve rakip çok düşünülmüyordu. Şimdi rakip daha fazla işin içine girdi. Teknolojinin gelişmesi tabii ki bunda büyük bir etken oldu. Bu nedenle rakibin sizin hakkında ne düşündüğünü de tahmin etmek durumundasınız.
Alt liglerde bu riskleri almak kolay olmasa gerek?
Aslında denenebilir. Her takımın bir oyunu var. Bir futbolcu grubunuz var ve onların potansiyel olarak uygulayacağı bir oyunları var. Siz onların potansiyelini keşfettikten sonra oyununuzu geliştirebilirsiniz. Hatta o farklı sistem daha sonradan rutine dönüşebilir. Bekleri orta saha gibi kullanırken orada bir boşluk yakalayabilirsiniz. Bunlar ihtiyaç sonucunda da ortaya çıkabiliyor. Antrenör bunların hepsine açık olmalı.
Ceza sahasının yayıyla kanat arasında kalan “half-Space” dediğimiz bir bölge var. Bu bölgeyi herkes gibi biz de önemsiyoruz. Bu bölge için özel çalışıyoruz. Günümüzde o bölgeye yapılan koşuları herkes önemsiyor. Yine benzer şekilde iki blok arasını kullanmak için ayrı çalışmalar yapıyoruz.
Sakaryaspor’un başına her geldiğinizde büyük bir baskı altında oluyorsunuz. Camianın sonsuz bir başarı beklentisi var. Bu baskı ortamı olmasa denemek istediğiniz şeyler var mı?
Baskıyı tabii ki hissediyorsunuz ama bu baskı bizi yapabileceğimiz şeylerden alıkoymuyor. Bir şeyin doğru olduğuna inanıyorsam, basın ve taraftar karşımda olsa da o doğruyu yapmaya çalışırım. Zaten onlar da takımın iyi olmasını istiyor. Ben o doğruyu gören kişi olarak bildiğim şeyi yapmazsam görevimi yapmamış olurum. Çünkü onlar takıma benim kadar yakın değil. Sonuçta bu benim işim.
Herkesin istediği şey şampiyonluk. Ben taraftarımızın istediği hedefe ulaşmak için bazen onların istemediği şeyleri yapabilirim. Bu konuda sezon sonuna bakmak gerekir. Ayrıca ben Sakarya’da tatlı bir baskı hissederim. Yoğun vahşi bir baskı hissetmem. Ancak sanırım yeni nesil ile yani sosyal medya nesli ile yeni bir iletişim kurmam gerekiyor. Onlar da zamanla anlayacaktır. Bir şeyler yazıyorlar. Onların da bir şampiyonluğa ihtiyacı var. Takımlarını seviyorlar. Onlar da baskı hissediyor.
" Ben Sakarya’da tatlı bir baskı hissederim. Yoğun vahşi bir baskı hissetmem."
Söz konusu Sakarya spor ise; bizim çocukluğumuzda Süper Lig’de şampiyonluğa oynayan bir Sakarya spor vardı. Ben o günlerin gelmesini istiyorum. Kulüp olarak büyüyelim, çağdaş bir kulüp olalım istiyorum. Bununla ilgili de elimiz kolumuz bağlı değil. Futbolun kendine ait gelirleri var. Bir çalışmayla bu gelirleri devreye sokmak gerekiyor. Gerekli olan elementler var. Stadın kapasitesinin iki katını maçlara çekecek potansiyelde bir taraftarımız var. Bir Sakaryalı olarak taraftarımızla ben de gurur duyuyorum. Benim taraftarla ilgili hayalim bütün koltuklar kombine olması. Dortmund’da olduğu gibi ancak biri ölünce diğerine kombine sıra gelsin istiyorum. Bu Sakarya’da olabilir mi? Olur.
" Tatangalar masaya akıl da koyabilen bir taraftar grubudur."
Taraftarımız takımını çok seviyor. Duygusallar. Aslında onlardan da beklenen bu. Tatangalar duygusallığın yanında masaya bir akıl da koyabilen bir taraftar grubu. Uzun vadeli düşünme konusunda, sabır göstermede, kulüp nasıl büyür diye kafa yoran insanlar. 2011 şampiyonluğunda taraftarla iletişimimiz önemli rol oynamıştı.
Dünya futbolunda teknolojinin kullanımı ile artık rakipler detaylı bir şekilde analiz edilebiliyor. Türkiye’de özellikle alt liglerde durum biraz farklı gözüküyor. Rakipler hakkında veri bulmak kolay değil. Rakiplerinize nasıl hazırlanıyorsunuz? Nasıl hazırlanmak isterdiniz?
Elimizdeki imkânlar Süper Lig ya da PTT 1. Lig kadar iyi değil. İlk olarak ligin yayını yok. Maçları izlemeye arkadaşlarımızı gönderiyoruz. Youtube’a yüklenen maç videoları olabiliyor; onlardan istifade etmeye çalışıyoruz. Başka bilgi kaynakları bulmaya çalışıyoruz. Analizle ilgili programlar çok pahalı; bulunduğumuz ligde o programlara sahip olmak kolay değil. Benim ekibimde analiz konusunda özel çalışan arkadaşımız var ama kolay işler değil. Üst lige çıktığımızda bu konuya daha fazla bütçe ayrılabilir. Ama sorun değil elimizdeki imkânlarla sonuca ulaşabiliriz.
Kafanızda sürekli olarak her takımda uygulamak istediğiniz bir ana planınız var mı? Ligin şartları gereği çoğu zaman kendi takımınızı kuramıyorsunuz ve muhtemelen ana planınızı uygulamak zor oluyor. Elinizdeki kadroya göre kendi planınızdan vazgeçmek sizi nasıl etkiliyor?
Bizim bir sistemimiz var. Bu sistem toplamda yedi öğeyi içeriyor. Bunların içimde set hücumu/savunması, dönen topların alınması vb. birçok önem verdiğimiz konu var. 11’e 11 oyunda bunu bütün olarak çalışırız. Kendi takımımızın analizini sürekli yapıyoruz. Ne istiyoruz, ne oldu diyerek maçlarımızı tekrar izliyoruz. Bu bizim için önemli bir gelişim sağlıyor.
Bazı maçlarda maçı savunma ile kazanırsınız. Rakibe göre, deplasmanda olup olmadığınıza göre planınız değişebiliyor. Çalışma sistemimiz oyunda ne istediğimize göre değişiyor.
Siz nasıl tanımlarsınız sisteminizi?
Ben oyunu savunma ve hücum olarak ayırmak yerine bütüncül şekilde oynamak istiyorum. Tabii ki isteklerle birlikte elinizdeki oyuncu grubunun ne istediğini de iyi bilmek gerekiyor. İstanbulspor’daki takımımda oyuncu grubunun karakteri hücuma yönelikti. Biz o takımla pas oyunu oynadık. Ben de tabii ki pas oyunu ve baskıyı içeren, seyircinin hoşuna giden bir oyun oynamak isterim. Ama bu, “Bu sistem iyidir, diğeri kötüdür!” demek değil. Jürgen Klopp’un ve Pep Guardiola’nın oynattığı oyunları görüyorsunuz. Farklı dönemlerde farklı oyuncu gruplarıyla başarılı oldular. Biri diğerinden iyi demek doğru değil. Çok hücum etmek çok gol atacağız anlamına gelmiyor. Biz Süper Lig’e çıktığımızda savunma futbolumuz ön plandaydı ama ligin en çok gol atan takımıydık.
Barcelona gibi oyun istiyorsanız bu oyunu kurmak için bir altyapıya sahip olmanız gerekiyor. Bu sistemi kurmak için iki üç sene gerekebiliyor. Eğer bu oyunu hemen oynarsanız bir anda üçlük olabilirsiniz. Barcelona’da bu sistem Cryuff zamanında oluşturuldu. Ekolle birlikte bir jenerasyon yakalayıp bu oyunu oynamaya başladılar. Guardiola ve Messi aynı takımda buluşunca zirve yaptılar. Bu iki ayda olacak bir şey değil. Bazı istisnalar olabilir. Biz İstanbulspor’da bu istisnayı oluşturmuştuk. O dönem PTT’de Bursa spor açık ara şampiyon oldu ama bize karşı yarı sahayı zor geçmişlerdi. Bir oyun diğerinden iyidirden ziyade parçalara uygun oyunu bulmak gerekiyor. Ön alanda hücum oynamak ben de isterim ama hem başarı hem öyle oyun her zaman olmuyor. Bugün Sakaryaspor’un ihtiyacı olan şey kazanmak. Biz de buna göre çalışıyoruz.
Türkiye’de başarı kavramı oldukça göreceli, final oynattıktan sonra takımdan gönderilebiliyorsunuz. Bu şartlar altında çalışmanın avantajları ve dezavantajları neler?
Başarıyı kim değerlendiriyor? O konuda çalışan spor adamları belli kriterlere göre değerlendiriyorsa şöyle değerlendirmelidir: Başarı için belli bir süre gerekir. Elinizde hedefe uygun aparatlar olmalıdır. Bir de kulübün ekonomik imkânlarına bakılır. Bunların her biri başarıya doğrudan etkiler. Bir antrenör şampiyon olsa da başarılı olmayabilir. Eleştiriler bu konuda haklı olabilir. Her imkânı vardır ama oyun iyi değildir. Bu da bir başarı kriteri olarak konulabilir. Ama hiç bunlara bakmadan sadece sonuca bakmak doğru değildir.