Haberler
Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan dizilerdeki şiddet sahnelerine tepki

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı kızdıran sahne!

İstanbul'daki aile katliamında 3 kişinin daha cansız bedeni bulundu

Aile katliamında 3 kişinin daha cansız bedenine ulaşıldı

Olay iddia: 7 kişiyi öldürüp intihar eden cani 'Karım beni aldatıyor' demiş

7 kişiyi öldüren cani tek bir cümle sarf edip silahına sarılmış

İmamoğlu ve Kurum aylar sonra yeniden karşı karşıya: Hadi gel de kapat

Aylar sonra yeniden karşı karşıya geldiler: Hadi gel de kapat

Geleceğin yıldızları #17: Alperen Şengün – Özel röportaj

Haberler
Güncelleme:
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Basketbol çok değişti, değil mi? Bu soruya evet cevabını vermek için 1990’lara gitmeye pek de gerek yok gibi. Zira 2018 ile 2020 arasında bile büyük bir fark var.

Basketbol çok değişti, değil mi?

Bu soruya evet cevabını vermek için 1990’lara gitmeye pek de gerek yok gibi. Zira 2018 ile 2020 arasında bile büyük bir fark var. Misal, 2018’de NBA takımlarından Toronto Raptors’ın sezonun en az catch&shoot verimi yakalayan takımlarından olmasına karşın ertesi sezon bu alanda liderliği alıp sezon sonunda kupaya ulaşmıştı. Veya kariyerinin ilk yıllarında değil üçlük kullanmak perde yaparken bile serbest atış çizgisi civarlarına gelen Brook Lopez, ligdeki birçok kısadan daha iyi bir şutör hâline geldi.

Tabii işler yalnızca Pasifik’in diğer kıtasında değişmedi. Avrupa basketbolunda da büyük değişimler yaşandı. Tepede oynanan pick&roll artık tek verimli silah olmaktan çıktı. Kısaların atletizmi, forvetlerin topu yere vurabilmesi ve uzunların en azından orta mesafeli şut tehdidine sahip olmaları önem kazandı. Hatta ve hatta Euroleague’de denenen üçlük-ikilik sayılarının oranı, NBA’i geride bıraktı.

Her alanda olduğu gibi basketbolda da değişim, güzelliklerle birlikte radar altı kalan bir takım negatif şeyleri de getirdi. Kimilerine göre oyunun tutkusu kayboldu, bir “sirk” ortamı oluştu. Kimilerine göre ise sayı atmak, sayıyı savunmaktan daha önemli oldu.

Bu ortamda işler özellikle genç oyuncular için biraz daha zor. Öyle ki genel genç oyuncu havuzuna baktığınızda birkaç deste istisna hariç “saf şutör” bulamazsınız. Özellikle de uzun pozisyonunda oynayan isimlerde.

İşte Alperen Şengün, tam da bu sınıfta yer alıyor. Görünüş itibarıyla modern oyuna uyum sağlayamazmış gibi duruyor. Fakat top hâkimiyetini mükemmel bir oyun okuma ve karar verme yetileriyle birleştirince işin bir nevi bug’ını bulup geleneksel tarza modernlik katıyor. Ayrıca potayı korumanın, diğer potaya atmaktan daha önemli olduğunu, işlerin korumakla başladığını biliyor. Hâli hazırda ülkenin en değerli genç oyuncularından biri olarak gösterilmesinin bir nedeni bu olsa gerek.

Koronavirüs döneminde hayatınız nasıl geçiyor? Neler yapıyorsunuz?

Fiziksel olarak dönüşe hazır kalmak için eve ağırlık ve birkaç ekipman daha aldım. Ayrıca bisiklet sürmeye çalışıyorum, sahile çıkıp koşuyorum ve normal beslenme düzenime kıyasla biraz daha az öğün yapıyorum. Çünkü “yeni normal”de de olsa bir şekilde parkelere döneceğiz. Ve bu dönüşe hazır olmak istiyorum.

Basketbol hikâyenizi anlatır mısınız? Nasıl tanıştınız, meslek hâline getirmeye karar verişiniz nasıl oldu?

Basketbolla babamın eski takım arkadaşı Salim Tasli vasıtasıyla tanıştım. Aslında Salim Hoca, Türkiye’de değildi Amerika’da yaşıyordu ama sonralardan Giresun’a gelip bir takım kurdu. O zamanlar 1994 jenerasyonunu çalıştırıyordu ve orada benim abim de oynuyordu. Abimin her antrenmanına gide gele basketbola karşı bir sevgi besledim. Sekiz yaşında başladım ve o günden beri asla ama asla vazgeçmeden devam ettim, edeceğim.

Basketbola dair profesyonel bir karar almam gerekiyordu. Oyunda iyiydim, zevk de alıyordum. Ailemin de desteğiyle birlikte en büyük tutkumu profesyonelleştirdim. Herkes, “Sevdiğin işi yap” der, işte ben o konuda tutkunun ve hayal kurup çalışmanın en uç noktalarına kadar çıkıyorum. Bu oyunu seviyorum.

Giresun’dan Bandırma’ya yolculuğunuz nasıl oldu peki?

Giresun’da iyiydim fakat doğal olarak imkânlarımız kısıtlıydı. Elimizden gelenin en iyisi yaptık, antrenör ekibimiz harikaydı ama dediğim gibi bir üst seviyeye geçmek istiyordum. Minikler Şenliği adlı bir turnuvada Banvit’te görevli olan Ahmet Gürgen, turnuvadaki performansımı beğenmiş. Ardından kulübe gidip durumu anlatmış ve 10 gün içinde transferim gerçekleşti. O zamanlar daha çok küçüktüm. 10 gün içinde şehir ve takım değiştirdim. İdmanlar, kültür, teknik her şey farklıydı. Ayrıca ailemden de uzak kalmıştım fakat zamanla her şeye alışmaya başladım.

Genç yaşınızda önemli sorumluluklar aldınız. Bu yükün altına girerken neler düşünüyordunuz?

Bu sorumlulukları genç yaşta alabilmek mükemmel hissettiriyor. Çünkü işin başında en zorlu sınavlardan bazılarını görüyorsunuz. Tabii ki ilk zamanlarda heyecanlanıyordum ve maç içinde kafam karışıyordu. Zaman geçtikçe bunu aşacağımı biliyordum. Bir maç daha, bir maç daha derken bu duruma alıştım. Her maça aynı düşünce ve duygularla çıkıyorum. Çünkü bazı maçlarda kendimi çok kasarsam heyecandan elim ayağıma dolaşacak ve işleri berbat edeceğim fakat “normal” olursam tam performansımı sergileyebilirim.

Sizin gibi gençleri daha çok izlememiz için neler yapılmalı?

Oyunculara güvenilmeli. Onların gelişimine güvenilmeli.

Banvit’teki altyapıya dair ne söylemek istersiniz?

Gerçek anlamıyla her şeyi en temelden öğretiyorlar. Sertliği, pes etmemeyi, tekniği, eğlenceyi, saha dışı karakter oluşumunu… Orada gelişme şansı yakaladığım için mutluyum.

Maç içinde nelere odaklanıyorsunuz?

Genelde savunmayı düşünüp ona göre aksiyon almaya çalışıyorum. Çünkü ne zaman iyi savunma yapsam peşinden iyi bir hücum performansı sergiliyorum. Sayı atmak elbette önemli fakat siz ne kadar sayı atarsanız atın rakibinizin atmasını durduramazsanız bütün çabanız boşa gider. İsterseniz 20 sayı atın ama maçı 91-90 kaybettiğinizde belki de bir savunma hatanız maça mâl olmuş olabilir.

Milli takım maceranıza bakışınız nasıl?

Onlarca farklı ülkenin basketbol kültürünü öğrenme şansım oldu. Yüzlerce farklı oyuncu gördüm. Onları analiz ettim. Eksikliklerine göre kendime yeni artılar ekledim. Kötü yaptığım şeyleri kullanamamaları için biraz daha alıştım. Saha dışındaki kültürü de öğrendim tabii. Hırsı, savaşmayı ve vazgeçmemeyi daha iyi anladım. Tabii takım olarak kazanmanın önemini de daha iyi anladım. Milli takım her genç oyuncu için büyük bir artı.

Sizce oyununuzun artı ve eksileri neler?

Bacaklarımı güçlendirmem gerekiyor. İyi bir post oyuncusuyum fakat bacaklarımı güçlendirip atletizm, mobilite ve hız konusunda biraz daha iyi olmam lazım. Ayrıca modern basketbolun temeli olan şut konusunda da belirli bir ritim yakalamak istiyorum. İyi yaptığım şeylerde ise post oyunum, pick&roll sırasındaki devrilme rutinim, saha görüşüm ve savunma performansım öne çıkıyor.

Yalnızca Türkiye’de değil kendi jenerasyonunuzda uluslararası anlamda en iyi post oyuncularından birisiniz. Bu alanda ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz? Ayrıca Hakeem Olajuwon, Tim Duncan gibi post oyunlarında efsane olan isimleri izliyor musunuz?

Altyapıdan beri en çok çalıştığım şey diyebilirim. Post oyunları ilk bakışta çok basit gibi görünüyor fakat işin içinde inanılmaz bir matematik ve sabır var. Topu yere vurma zamanınız, dönüşünüz gibi birçok etken bir araya geliyor. Ahmet Gürgen’e bu konuda verdiği tavsiyeler için de teşekkür ederim.

Olajuwon ve Duncan’ı hatta NBA ile Avrupa’daki “efsane” pivotları öğrenmeye çalışıyorum. Videolarını izleyip neler yaptıklarını, neden iyi olduklarını analiz edip özel çalışmalar yapıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse, o videolarda izlediklerimin katkısı da çok önemli.

NBA’e dair yorumlarınız neler? Güncel olarak ligden favori takım ve oyuncu seçimleriniz nasıl olur?

NBA’i zaman buldukça izlemeye çalışıyorum ancak hem saat farkı hem de yoğun program nedeniyle “çok sıkı” bir takipçisi değilim. Oradaki oyun biraz daha atletizme, alan yaratmaya dayalı. Tempo çok yüksek. Avrupa’da ise sertlik ve işin teknik kısımları devreye giriyor. Avrupa maçlarını izlemeyi daha çok seviyorum. En sevdiğim takım Los Angeles Lakers, oyuncular ise Kevin Durant ve Nikola Jokic.

Saha dışı hayatınızda nelerle ilgilenmeyi seviyorsunuz?

Bilgisayarda oyun oynamayı seviyorum. Birkaç favori oyunum var ve onlarla zaman geçirince kafam dağılıyor. Ailemle bol bol vakit geçirmeye, onlarla bir yerlere gitmeye çalışıyorum. Aile en önemli şey. Ayrıca kitap okumayı ve arkadaşlarımla gezmeyi de seviyorum. Tabii bütün bunları vakit buldukça yapıyorum.

En sevdiğiniz yemek?

İçinde tavuk olan her yemeği seviyorum diyebilirim.

Favori dizi ve filminiz?

Biraz zor bir soru aslında. Karar vermem imkânsız gibi ama dizi olarak Peaky Blinders, film olarak Harry Potter serisi derim.

İdolleriniz kimler?

Kevin Durant ve Nikola Jokic.

İdeal bir senaryo yaratmanızı istesem, yani “Şu takımda şu oyuncuyla birlikte oynamak istiyorum” gibi.

NBA için Boston’da Boston Celtics’te oynamak isterim. Oranın tarihi, atmosferi mükemmel. Cezbedici. Avrupa’da ise cevabım Anadolu Efes olur. Luka Doncic ve Trae Young ile birlikte oynamak isterim fakat sanırım ikisini (gülerek) Avrupa’ya getirmek biraz zor olur.

Son olarak, henüz çok gençsiniz fakat emeklilik sonrasında neler yapmak istersiniz?

Dediğim gibi, çok küçük yaşlarda basketbolda önemli adımlar attım. Bu adımları atarken ailem kadar antrenörlerim de önemliydi. Hâlen daha öyleler. Bu nedenle antrenör olup öğrendiğim her şeyi onlara anlatmak isterdim. Detay paylaşmak, onların gelişimini ve yükselişini izlemek mutluluk verir. Fakat bu şeylerden önce yapmam gereken, kazanmak istediğim onlarca şey var.

Kaynak: EuroSport.com / Spor
title