Geçmişin izinde: Montrezl Harrell
“Bize hep eski ile yeni arasında bir seçim yapmamız gerektiği söylenir. Aslında biz, ikisini birden seçmeliyiz.
“Bize hep eski ile yeni arasında bir seçim yapmamız gerektiği söylenir. Aslında biz, ikisini birden seçmeliyiz. Hayat, eski ile yeni arasındaki bir dizi anlaşmadan ibaret değilse başka nedir ki?”
Susan Sontag
Basketbolun geride bıraktığımız on yılda nasıl bir evrim geçirdiğini görmemek imkânsız. Hiç görmediğimiz kadar çok üçlük görüyor oluşumuzun bir diğer dramatik yanı, bu şutları atan oyuncuların rol değişimleri. Brook Lopez ve Marc Gasol bu konuda sürekli verilen örnekler olsa da Dwight Howard, Ian Mahinmi gibi oyuncuların bile yayın gerisinden çekinmediğini görüyoruz. Bu noktada Los Angeles Clippers’ın pivotu (2.03 boyuyla) Montrezl Harrell, oyunun geçmişi ve geleceği arasındaki ortak noktada konumlanıyor.
Doc Rivers’ın Clippers’ına baktığımızda elbette son NBA Finalleri MVP’si Kawhi Leonard ve üst düzey partneri Paul George dikkat çekmekte. Ki bu iki parçanın yanında Lou Williams ve Patrick Beverley gibi oyuncuları eklediğimizde ürkütücü bir savunma ekibiyle karşılaşıyoruz. Evet, çok uzun ve kalıplı oyuncular değiller ama oyunun iki tarafında da başarılı olmaya yetiyorlar. İşte Harrell’ın görevi tam olarak burada önem kazanıyor.
Mücadele, kan ve ter
2000’li yıllar ve savunma dendiğinde akla gelen oyunculardan belki de ilki, draft dahi edilmeden NBA’e adım atıp bir şampiyonluk yaşayan, iki final oynayan ve dört defa Yılın Savunmacı’sı ve All Star olan “Big Ben” lakaplı Ben Wallace’tır. Montrezl Harrell’ın oyununun Ben Wallace’tan etkilendiğini görmek için NBA’e gelmesini beklemeye gerek yoktu. 2013 yılında Louisville Cardinals’la NCAA şampiyonluğu yaşayan Harrell, 2014-15 sezonunda ülkenin en iyi forveti seçilerek “Karl Malone Ödülü”nü kazandığında 15,7 sayı 9,2 ribaund istatistiklerine ulaşmış ve her maçında verdiği mücadeleyle, hırsını teriyle bastırmıştı.
Fakat Harrell NBA günlerinin iyi başladığını söylemek pek mümkün değil. Çaylak sezonunda kendini D-League’de forma giyerken bulmak hiç de hoş olmasa gerek. Yine de kendisi ve takımı için daha büyük sorunlar vardı. Dwight Howard’la James Harden arasındaki uyumsuzluğun takıma direkt yansıması sonucu play-off’a ancak son sıradan giren Rockets, Golden State Warriors tarafından 4-1’le evine yollanmış, bu süre zarfında Harrell’ın ilk sezonu sadece 3,6 sayı ve 1,7 ribaund ortalamalarıyla sonlanmıştı. Takip eden sezonda Mike d’Antoni’yi takımın başına getiren Rockets’ta Harrell hâlâ dikkat çeken bir oyuncu konumunda değildi. Evet, tecrübe kazanıyor, takımına daha fazla katkı sağlıyordu ama Teksas günlerinin sona yaklaştığı hissediliyordu. Nitekim Chris Paul’ü Houston’a gönderen takasın bir parçası olarak “Melekler Şehri”nin “diğer” takımına gitmişti. Kolej kariyerinde benzetildiği Ben Wallace’a ne kadar benzer olduğunu ispatlamak onun elindeydi ve Clippers’ta ihtiyacı olan şansı kazanacaktı.
NBA’deki hemen her pivotun bileğinin keskinleştiği günlerde Harrell için bunu söylemek imkânsızdı. O da bunun bilincinde olarak zamanında Susan Sontag’ın da dediği gibi, yeni ile eski arasındaki bağlantıyı kendine pusula belirledi. Clippers’taki ilk sezonunda önce kendisinden beklenen azami istatistikleri istikrarlı bir şekilde yakalamaya başladı. Ardından 2018-19 sezonuyla beraber kendini takımın en kilit oyuncularından biri olarak buldu. Ligin iyi savunmacılarından biriyken üst düzey savunmacılarından birine dönüştü. 82 maçın tamamında sahaya çıkarken bu maçların sadece beş tanesine ilk başlamış ama istatistiklerini 1,5 katına çıkarmıştı. Ortalama 16,6 sayıdan daha önemlisi, kendini var etmesini sağlayan savunmadan gelmişti. Sezonu 1,3 blokla bitirip, zamanında Manu Ginobili’den alıştığımız şekilde, istatistik kâğıdına yansımayan detaylarda ön plana çıkmıştı.
Bir adım sonrası
Yukarıda konusunu açtığım role burada değinebiliriz. Öncelikle Clippers; load management, sakatlıklar vb. başlıklarda sürekli olarak adı geçse de, ligin en önemli birkaç şampiyonluk adayından biri. Yine de şaşırtıcı, motivasyon bozan mağlubiyetler de almıyor değiller. Bu noktada Montrezl Harrell’ın düşüncelerini belirttiği röportaj bir anda tüm NBA basınında gündem oldu. Memphis Grizzlies’e karşı moral bozan bir mağlubiyetle sahadan ayrıldıktan sonra Harrell, “Bence harika bir takım değiliz. Bence değiliz, bir konuyu asla aklınızdan çıkarmamalısınız. Daha bu sezon bir araya geldik.” şeklinde demeç vererek açık sözlülüğünü gösterdi. Patrick Beverley, Lou Williams gibi isimler bu açıklamayı “gülerek” karşılasa da Harrell’ın haksız olmadığı söylenebilir. Yine de Doc Rivers’ın ondan beklentisi artık bir adım sonrasına geçti. Kariyer rekorunu bu sezon içinde Pelicans’a karşı 34 sayıyla kıran Harrell, Rudy Gobert kadar öldürücü olmasa da pota altına gelen biri için tereddüt etme sebebi. Ayrıca kritik anlarda doğru yerde bulunma yeteneğiyle takımına galibiyeti hem hücumda hem de savunmadaki yetkinliğiyle getirdi. Fiziksel kusurunu atletikliğiyle kurtarması ve ligin en çalışkan oyuncularından biri olması onun rolünün değerini arttırıyor.
Modern oyunun içinde kalan eski tip oyuncular değişmeye mahkûm. Değişmeyenler ise modern oyunun içinde ya kendilerine ufak yerler açıyor ya da kayboluyor. Montrezl Harrell hâlâ kariyerinin erken dönemlerinde diyebileceğimiz oyunculardan ve Clippers gibi bir şampiyonluk adayının önemli anlarında sahada kalabiliyor. Hem de bunu kendi yapabildiği şekilde başarıyor. Sezon ilerledikçe Clippers’ın yolu onun da kariyer yolunu belirleyecek. Her halükarda hayatın, eski ile yeni arasındaki bir anlaşmadan ibaret olduğunu ve geçmişin izinde geleceğin parçası olmanın mümkün olabileceğini gösterecektir...