Ertuğrul Sağlam: Formayı Hak Eden Giyer
Beşiktaş Teknik Direktörü Ertuğrul Sağlam, Bjk Tv'den Erdem Ulus'la Yaptığı Röportajda Ligin İlk Yarısı, Şampiyonlar Ligi, Takımın Son Durumu ve Medyada Yapılan Eleştirileri Değerlendirdi.
Beşiktaş Teknik Direktörü Ertuğrul Sağlam, BJK TV’den Erdem Ulus’la yaptığı röportajda ligin ilk yarısı, Şampiyonlar Ligi, takımın son durumu ve medyada yapılan eleştirileri değerlendirdi.
"Sezon başlarken üç ciddi hedefimiz vardı" diyerek sözlerine başlayan Ertuğrul Sağlam, "Sıralama ve maç oynama önceliği açısından ilk hedefimiz Şampiyonlar Ligi gruplarında ülkemizi temsil edebilmekti. Bu doğrultuda da Scheriff ve Zürih takımlarıyla yaptığımız karşılaşmalardan alnımızın akıyla çıktık ve 4 yıl sonra Beşiktaş’ı Şampiyonlar Ligi’nde temsil etme şansına sahip olduk. Ardından o sırarlarda başlayan Türkiye Ligi’ne iyi bir başlangıç yapıp bu moral motivasyonla arkasını getirmek istiyorduk. Ağustos ayı itibariyle, ligde ve Şampiyonlar Ligi’nde hedeflerimize ulaştığımızı görebiliyoruz. Şampiyonlar Ligi’ne kaldıktan sonra da hedefimiz gruplardan çıkmak oldu. O yoğunlukta çok zorlu bir grupta mücadele etmek durumunda kaldık. Liverpool Porto ve Marsilya gibi Avrupa’nın dev takımlarıyla karşılaştık. Aynı dönemde de 7. haftada Galatasaray, 9. haftada Trabzonspor, 11. haftada da Fenerbahçe ile karşılaştık. Bu dönemde zaman zaman üst üste oynanan üst düzey iki maçta da üst düzey performansı gösterme sıkıntısı yaşasak da Liverpool galibiyeti, Porto’yla çok şanssız da olsa yaptığımız karşılaşma ve Marsilya galibiyeti ile kapatmayı bildik. Tabii ki hedefimiz gruplardan çıkmaktı, ama baktığınızda kadromuzda Şampiyonlar Ligi tecrübesi olan sadece 4 oyuncumuz vardı.
Genç ve Avrupa mücadelesinde tecrübesiz olan bir grupla yine de iyi bir şekilde Şampiyonlar Ligi’ni tamamladığımızı düşünüyorum. Çok iyi oynadığımız karşılaşmalar var. İç saha ve deplasman olarak çok açık bir şekilde ayrılan performanslarımız var. Yine de bizim için güzel bir tecrübe oldu. Umarım önümüzdeki sene tekrar Şampiyonlar Ligi’nde yer alabilmek için ligi zirvede tamamlarız. Bu sene yaşadığımız tecrübeyi kendimize avantaj olarak çevirebiliriz diye düşünüyorum.
Ligde de tabii ki zaman zaman inişli çıkışlı grafikler sergiledik. Fakat performans düşüklüğü yaşadığımız dönemlerin hep bu yoğunluk içinde olduğumuz zamanlara denk geldiğini görüyoruz. Bu zamanlarda bize hep şunu söylediler; “Üç kulvarda birden mücadele edecek bir ekibin buna hazırlıklı olması gerekirdi...” Tabii ki haklıydılar. Şampiyonlar Ligi’nde mücadele etmek, ligde zirvede yer almak ve Türkiye Kupası’nı kaldırmaksa hedefiniz böyle bir kadro oluşturmak zorundasınız. Fakat mücadele ettiğimiz ekiplere de bakmak lazım. Mesela Liverpool’da 35 tane en üst düzeyde oyuncu var. Keza Porto ve Marsilya’da yıldız futbolcuların olduğu takımlar. Yani kadro kalitesi olarak bizim onlarla mücadele etme şansımız yok. Diyeceksiniz ki; “Liverpool’u yendik, Marsilya’yı yendik, Porto’yu çok rahat yenebilirdik. Bunu nasıl başardık?”
Bunu şöye başardık; futboldaki performansı etkileyen dış etkenleri kendi lehimize çevirebilmeyi çok iyi başardık. Tabiri caizse camiamızla bütünleşip bir sinerji oluşturduk. Taraftarlarımızın da desteğiyle böyle bir başarıyı yakaladık. İşte o günkü üst düzey performansı istikrarlı bir şekilde sürdürmek için de o anlayışı sahiplenmek ve yaşamak gerekiyor. Futbolu bir yaşam biçimi haline getirip üst düzey hedefler için kendi hayatımızı yönlendirmemiz ve uyarlamamız lazım. Tabii bu hemen olmuyor. Avrupalı başarıyor, ama Avrupalı bunu 10 senedir oynadığı için başarıyor. Biz de 3-4 sene daha bu yoğunluğa devam edersek rahatlıkla Avrupalı kulüplerle mücadele etme anlayışına sahip olacağız. Kadromuzdaki tüm oyuncularımız belki de hayatlarında ilk defa böyle bir yoğunluk yaşadılar. Buna rağmen ligin ilk yarısını liderden sadece 3 puan geride tamamlamış, Şampiyonlar Ligi’nde 6 puan almış ve gruptan çıkmayı çok şanssız bir şekilde kaçırmış bir takım hüvviyetini kazandık. Lige bakarsak çok iyi bir başlangıç yaptık. O gün insanlar şunları söylüyorlardı; “Beşiktaş’ta aşı tuttu”, “Gelecek için umut vadediyor”, “Bu takım artık takım olmaya başladı”... Ondan sonra bocalama dönemi yaşadık. Çok şükür ki o kriz ortamlarını atlatmayı becerebildik, çok uzun sürmedi. Sonuç ve skor anlamında da bize çok zarar vermedi. Bunun yanında çok şanssız maçlarımız oldu. Hakemin skora olumsuz şekilde etki ettiği karşılaşmalarımız oldu. Ligin tarihine baktığımız zaman da hiç bu kadar aleni ve yoğun şekilde hakem hatalarıyla karşılaşan başka bir kulüp göremeyebiliriz. Bu bizim açımızdan talihsizlikti. Umarım hakem hatalarından kaybettiğimiz puanların hepsini ilk yarıda kaybetmişizdir. İkinci yarıda da böyle sıkıntılarla karşılaşmak istemiyoruz.
Tabii ki perfomansımızda artışlar ve düşüşler oldu. Çünkü yeni yapılanan bir ekibiz. Her ne şekilde olursa olsun yeni bir teknik direktör gelmiş, 7-8 tane yeni oyuncu alınmış ve geçtiğimiz sezonun oyun anlayışından tamamen farklı bireyleri değil de takım oyununu ön plana çıkaran bir anlayışla oynamaya başladık. Dolayısıyla birçok futbolcumuzda da geçmişten kalan sıkıntıları tespit ettik. Malesef oyuncularımızda yıllardır süregelen bu alışkanlıkları 3-5 ayda üzerlerinden atmak mümkün olmuyor. Bu da bir süreç gerektiriyor. Ama oyuncularımızın iştahı, hırsı, bu konuda kendilerini geliştirme ve yenileme arzuları bizi gelecek adına umutlandırdı.
Ben ikinci devrenin ilk yarıdan çok daha iyi olacağını düşünüyorum. Bir defa bu yoğunluk olmayacak. Ama o fiziksel yoğunluğa alışmış futbolcuların haftadan haftaya maç oynarken daha dinç ve diri olacağını göz önünde bulundurabiliriz. Yani fiziksel yıpranmalardan ve zaafiyetlerden kaynaklanan performans düşüklüklerini ikinci yarıda yaşamayacağımızı düşünüyorum. Bunun yanında o dönemde yoğunluktan kaynaklanan sakatlıklar da yaşadık. Tabii ki bu kaliteyi de 3-5 ayda oluşturmamız mümkün değil. Çünkü hayatı boyunca ilk defa böyle bir yoğunlukla karşılaşmış bünyelerde böyle şeylerle karşılaşıyoruz. Ayrıca darbelerden kaynaklanan sakatlıklar da yaşadık. Bunlar bizim adımıza şanssızlıktı. Umuyorum ki ikinci yarıda bunlarla karşılaşmayız" şeklinde konuştu:
Diğer soru ve cevaplar:
"Antrenmanlarda gerektiği kadar çalışmıyorlar mı?", "Kulüp doktoru doğru teşhisi koyamıyor mu?” şeklinde eleştiriler de oldu.
Örneğin Galatasaray’a baktığımız zaman orada da çok sakatlıklar var. Fenerbahçe’de de zaman zaman sakatlıklar oldu. Hemen hemen her kulüp bunları yaşadı. Bu tip eleştiriler hep bizim takıma yoğunlaştı. Bunun nedenini de çok iyi biliyorum. Yıpratmaya yönelik eleştirilerdi bunlar. O yüzden çok kaale almıyoruz. Bu konuyla ilgili olarak kendimizi sorgulayacak bir sakatlığımız var, o da Serdar Kurtuluş. O konuyla ilgili sıkıntımız da şuydu. Sezon başında Serdar Ümit ve A Milli Takım forması da giydi. Sadece Ağustos ayı içinde 12 maç oynamak zorunda kaldı. Bu yoğunluk yüzünden de bir adele sakatlığı yaşadı. Onun dışındaki Ricardinho, Tello, Mehmet Yozgatlı ve Gökhan Zan’da darbeye bağlı sakatlıklar oldu. Bu da futbolun doğasında olan, şanssızlık diyebileceğimiz türden sakatlıklardı. Bu eleştirilere kesinlikle katılmıyorum.
Gökhan Zan’ın sakatlığına kronik sakatlık dendi. Şimdiki durumu nedir?
Gökhan iyi. Tedavisinin bitmesine 1 hafta 10 günlük bir zaman kaldı. Sonra takımla çalışmalara başlayacak. Uzun bir tedavi süreci geçirdi. Bu süreçte de geçmişten kalan bazı arızalarının da giderildiğini düşünüyoruz. İnşallah bundan sonra böyle ciddi sakatlıklar yaşamaz. Tabii ki futbolda yine sakatlıklar olacaktır ama kamuoyunda bizimle ilgili oluşturulan “İyi çalışmadıkları için böyle sakatlanıyor” türü eleştirilere kesinlikle katılmıyorum. Ayrıca biz oyuncu ne kadar iyi antrene edersek edelim o profesyonelce yaşamıyorsa, kendine bakmıyorsa bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Bunun yanında bazen oyuna sonradan giren oyuncular da sorunlar olabiliyor. Çünkü kenarda tam ısınmadan oyuna girmek zorunda kalabiliyorlar.
Öncelikle futbolcunun kendine dikkat etmesi gerekiyor değil mi?
Bizim bu anlayışı artık futbolculara iyice aşılamamız gerekiyor. Hatta bizim aşılamamız da bir fayda etmeyebilir, futbolcuların bunu benimsemesi gerekiyor. Futbolu artık tamamen bir yaşam biçimi haline getirmek zorundalar. Yoksa “Ben çok iyi yaşayayım. Hayatın bütün zevklerini yaşayayım. Antrenmanda kendimi fazla hırpalamayayım. Ama yine de üst düzey bir performans göstereyim” diyorsa bir futbolcu, bunu yapması mümkün değildir. İnsanın bazı şeylerden fedakarlık yapması gerekiyor.
Beşiktaş’ın deplasmanlarda çok iyi bir performans gösterdiğini gördük.
Onların da nasıl olduğunu hep beraber gördük. Artı bir kaybettiğimiz de Ankaraspor deplasmanıydı. Orada da bariz golümüz verilmedi. Bunun üstüne Galatasaray ve Fenerbahçe maçlarındaki yaşadığımız hakem haksızlıklarını koyarsak çok dolu bir ilk devre deplasman karnesi getirebilirdik.
Beşiktaş’ın içerdeki maçlarda daha başarısız olmasını taraftara bağlanıyorlardı.
Bu sezon tribünlerle aramız ve ilişkilerimiz çok iyi. Takımlarına destek olmak için üst düzey performans gösterdiler. Onlarla ilgili tek sıkıntılı maçımız Sivasspor karşılaşması oldu. Puan kaybettiğimiz maçlara bakarsak, bizim için çok önemli olan Zürih karşılaşmasının ardından oynadığımız Kayserispor maçında kaybedilen 2 puan, Liverpool’la içerde oynadığımız ve yine üst düzey bir performans gösterdiğimiz karşılaşmanın ardından İstanbul Büyükşehir Belediye maçı... Yine Marsilya maçının ardından Çaykur Rize karşılaşmasındaki puan kaybı... Dönüp dolaşıp yine, bu maçlardaki puan kayıplarının fiziksel yıpranma neticesinde olduğunu görebiliyoruz.
Fransa’ya gittiniz ve bazı futbolcuları izlediniz. Öncelikle beğendiğiniz bir futbolcu oldu mu?
Beğendiğimiz futbolcular tabii ki oluyor. Sezon başında da beğendiğimiz birçok futbolcu oldu. Ama bir transfer yapılırken birkaç tane şartın oluşması gerekiyor. Beğendiğimiz oyuncunun takımımızın bünyesine uyup uymayacağı yolundaki tüm kriterleri tutturmaya çalışırken, işin bir de kulübe bakan ekonomik kısmı var. Yine beğendiğimiz oyuncular oldu. Ancak devre arasındaki transfer zor transfer dönemidir. Gidiyorsunuz bir takımdaki iyi futbolcuyu onlardan istiyorsunuz. Hiçbir takım elindeki iyi futbolcuyu vermek istemez. Verse bile ekonomik anlamda tatmin olarak vermek ister. Dolayısıyla bazen işin o tarafına da takılabiliyoruz. Tabii ki Başkanımız'la, yöneticilerimizle konuşuyoruz. Kulübümüzün ekonomik yapısını çok göz önünde bulundurarak transfer yapmak zorundayız. Transfer yaparken kulübünü sahiplenen bir yapıya sahibiz. 'Ben şu oyuncuları istiyorum. Kesinlikle bunları isterim' gibi bir anlayışa da sahip olmamız mümkün değil. Dolayısıyla kendi gerçeklerimizle yüzleşip, Başkanımız ve Yönetim Kurulumuz’la iyi ilişki içinde olup ona göre transfer yapmak zorunda olduğumuzu çok iyi biliyoruz.
Diatta ve Higuain'e yeterli şansın verilmediği yönünde yorumlar yapılıyor. Siz bu konuda ne söyleyeceksiniz?
Kamuoyunda yanlış anlaşılmalar olmasın. Hangi oyuncu alınıyorsa en son benim onayım olduktan sonra alınıyordu. Buna Tello da dahil. Higuain’le Diatta konusunda da son noktayı ben koydum. Dolayısıyla takıma gelecek bütün oyuncularda en son sözü ben söylüyorum. O yüzden insanlarda şöyle bir düşünce de oluşabilir; 'Hoca oyuncuları aldı, ama aldığı oyunculara bile şans vermedi.' Burası büyük bir kulüp ve çok büyük hedefleri var. O oyuncuları ben almış olabilirim ama takım içinde de çok büyük bir rekabet var. Formayı isteyen 25 oyuncumuz var. O yüzden o dönem hangi oyuncu ön plana çıkıyorsa ona formayı veriyoruz. Şansı kendisi oluşturuyor. Kendi transfer ettiğimiz oyunculara daha çok şans tanıyacağız diye bir şartlanma içinde olmadık. Ben buraya başarılı olmaya geldim ve insanlar bize güvenip bu mevkiiyi emanet ettiler. Formayı kim hak ediyorsa isim gözetmeksizin, o günkü şartlar ne olursa olsun formayı verdik. Bu nedenle zaman zaman süpriz isimlerin oynadığını gördük takımımızda. Biz zaten astronomik rakamlara transfer yapmadık. Bizim kadromuzdaki futbolcular üç aşağı beş yukarı birbirine yakın futbolculardı. Diyeceksiniz ki “Yabancı oyuncu alınırken niye böyle yapıldı?” Demin de söylediğim gibi o günkü şartlar böyleydi. İbrahim Toraman, Gökhan Zan, İbrahim Kaş gibi Milli Takım’da oynayan üç oyuncumuzun olduğu yere Diatta’yı aldık. Kendi insanımızı da küçümsemeyelim burada. Tabii ki Diatta’yı da küçümsememeliyiz. Senegal Milli Takımı’nda oynamış, 9 yıl Fransa’da oynamış, geçtiğimiz sezon St. Ettienne’de 25 maç ilk onbirde oynamış bir oyuncu. Ama o mevkii için 16-17 milyon dolar verip Rio Ferdinand’ı alsaydım ve O’nu kenarda bekletseydim o zaman bu eleştirileri hak ederdim. Biz Diatta’yı alternatif olarak aldık. Önlerine geçseydi, O’nu oynatacaktık ama o mevkiide çok kaliteli oyuncularımız var bizim. Higuain için de aynı şeyler geçerli. Diyecekler ki “Niye yabancı oyuncuyu alternatif olarak alıyorsunuz? Yerli yok mu?” Yerli yok. Diatta’yı almadan önce yerli oyunculara da talip olduk ama Diatta’yla karşılaştırdığımız zaman üç katı bir maliyet çıktı önümüze. Artık direk takıma katkı sağlayacak oyuncuları alacağız. Şartlar oluşmazsa da sezon başındaki transfer politikasını kesinlikle uygulamayacağız.
Alt yapıyı sürekli olarak takip ediyor musunuz?
Kesinlikle. Geçmişten beri alt yapımızdan çok oyuncu çıkaran bir kulüp olmamıza rağmen bunlardan yeterince yararlanılamadığını gördük. Ancak bu sene alt yapıda yetişen oyuncularımızdan çok faydalandık.
Eleştirilerden bir tanesi de gol pozisyonuna girmekte ve gol atmakta zorlandığımızdı. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?
Gol sıkıntısı yaşadığımız doğru ama gol pozisyonuna giremediğimiz yönündeki eleştirilere katılmıyorum. Takımımızda gol atma alışkanlığı olmayan oyuncular olduğunu gördük. Demek ki bu bizim üstünde daha çok çalışmamız gereken bir konu.
Sivasspor’un çıkışıyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Onların bu çıkışına kesinlikle saygı duymak lazım. Umarım ki daha çok Anadolu takımı zirve mücadelesinde yer alır ve Türk futbolu bundan faydalanır.
Ligin ikinci yarısı için taraftarlara bir mesaj vermek ister misiniz?
Şimdiye kadar bize çok destek verdiler, kazandığımız başarılarda onların payı çok büyük. Aynı desteği ligin ikinci yarısında da bekliyoruz. Ayrıca eğer bir şikayetleri olursa bunu maç bitiminde dile getirmelerini istiyoruz. İnönü zaten rakiplerimiz için korkulu bir deplasman. Ben onlardan maçı yaşayarak takımlarını desteklemelerini istiyorum.