Cenk Yıldırım ile Kanada, Kobe Bryant, Anadolu Efes ve takım içi kültür üzerine
Anadolu Efes’in bu sezon Euroleague’de oynadığı herhangi bir maça taraftar olarak gidebilme şansı yakaladıysanız o geceniz muhtemelen bir hayli keyifli geçmiştir.
Anadolu Efes’in bu sezon Euroleague’de oynadığı herhangi bir maça taraftar olarak gidebilme şansı yakaladıysanız o geceniz muhtemelen bir hayli keyifli geçmiştir. Zira takımın bu sezon hem sergilediği performans hem de tabeladaki üstünlüğü, Sinan Erdem’deki taraftarları mutlu ediyor.
O gecelerde Efes’in basın görevlileri, kulüp yetkilileri ve VIP taraftarları için hazırladığı, “Kahve Dünyası” standı, maç önü aktivelerden biri. Maç öncesinde eski basketbolculardan menajer ve scout’lara kadar birçok kişi orada bir araya gelir.
Maçın başlamasına 75-80 dakika kala ise mavi gömleğin üstünde lacivert takım elbisesi ve aynı renkte rugan ayakkabısıyla Cenk Yıldırım, standın kapısından içeri girer. Girer girmez insanlar yanına gelir, her gelenle merhabalaşır, tokalaşır, hâl-hatır sorar, kahve sırasına girer, bazen double espresso bazen de sütsüz filtre kahve alır, arada sırada bir de sade poğaça alıp aynı şekilde insanlarla konuşup salona doğru geçer.
Salona girdiğinde bu sefer saha kenarı ve tribünlerdeki bazı insanlarla konuşur fakat parkeye adım attığında tüm çevre faktörleri kafasından atar. Efes’in antrenman yaptığı potanın sağ tarafına geçer, turnike antrenmanı sırasında defterine birkaç not alır, dakikalar ilerledikçe pota altına geçer, takımı kontrol eder ve hava atışına doğru Ergin Ataman, Yakup Sekizkök ve Tomislav Mijatovic’in yanına gider ve maç süresince takımın galibiyeti için elinden geleni yapar.
Aslında o, NBA’de 2010’ların önemli baş antrenörleri arasında yer alan isimlerin kariyer yoluna paralel bir yolda ilerliyor. Misal, Brad Stevens 2000’de Butler Üniversitesi’nde gönüllü olarak çalışmış, birkaç sene sonra takımın baş antrenörü olmuş ve sonrasında Boston Celtics’ten teklif alıp NBA tarihinin en büyük iki franchise’ından birinin başına geçmişti. Eric Spoelstra ise Zindan adı verilen depo gibi bir yerde Miami Heat’in video koordinatörlüğünü yapmış, Pat Riley’in ilgisini çekip önce yardımcı sonrasında baş antrenör olarak çalışmıştı. Ve bu iki isim hâlen daha takımlarının başlarındalar. Cenk Yıldırım, U11 seviyesi dâhil onlarca altyapı grubunu çalıştıran aynı zamanda teknik ekipte de yer alan ve son yıllarda takımın asistan antrenörü olarak harikalara imza atan biri. Ve tıpkı Spoelstra, Stevens gibi o da aynı çalışma disiplinine sahip.
Cenk Yıldırım, pazar günü öğlen saatlerine planladığımız röportajda yakalı tişörtü, bir yanında bilgisayarı ve sezonun dönüşünü dört gözle bekleyen ifadesiyle görünüyor.
Malum, Anadolu Efes’in lider götürdüğü Euroleague sezonu, koronavirüs salgını nedeniyle iptal edildi. Bu nedenle ilk sözlerimiz koronavirüs üzerine oluyor.
Cenk Yıldırım konuya ve o döneme dair, “İlk dönemlerde evlerimizdeydik ve kararı bekliyorduk. Alper Yılmaz ve Ergin Ataman başta olmak üzere tüm kulüp yetkilileriyle birlikte, ‘Sezon biterse ne yapabiliriz? Sezon devam ederse ne yapmalıyız? Oyuncuları nasıl formda tutmalıyız?’ gibi şeyler konuşuyorduk” diyor ve ekliyor: “Tesislerimizde dezenfekte işlemleri yapıldı. Sonrasında yavaş yavaş antrenmanlara geçtik. Oyuncular sosyal alanlara girmeden, soyunma odasını, tedavi odasını kullanmadan bireysel antrenman yapmaya başladılar. Türkiye’de beş yabancı oyuncumuz vardı. Onlar ve yerlilerimizle birlikte yoğun bir çalışma temposuna girdik. El dezenfektelerine dikkat ettik, her oyuncunun kendi eşyasını getirmesini istedik. Her oyuncu bir antrenörle birlikte çalıştı. Hepsinin toplarını ayırdık. Günde yaklaşık üç saat antrenman yaptılar.”
Sözlerini bitirdikten sonra biraz bekliyor, düşünüyor ve, “Karar açıklanınca doğal olarak üzüldük. Çünkü mükemmel bir şekilde gidiyorduk. Yani hem galibiyet sayımız yüksekti hem de performansımız iyiydi. Tabii ki her şeyin başı sağlık fakat insanın aklı, ‘Devam etseydi şampiyon olabilirdik’ düşüncesine takılıyor.” ifadelerini kullanıyor.
Dediğim gibi, Cenk Yıldırım’ın kariyer çizgisi giderek yükseliyor. Peki işin en başına döndüğümüzde karşımıza ne çıkıyor? “Bütün çocuklar gibi ben de ilk başlarda futbol oynuyordum. Hareketli, biraz da yaramaz bir çocuktum. İlkokuldaki beden eğitimi öğretmenimiz okula yeni takılan potalarda çalışmamızı istiyordu. Yani onun yönlendirmesiyle basketbolla tanıştım. Çevre okullarla maç yapıyorduk.”
“Bir de yüzme var… En yakın arkadaşlarımdan biri yüzücüydü. Ben de fena yüzücü değilimdir. Basketbola gönlümü kaptırmadan önce bol bol yüzüyordum. Fakat gençlik dönemimde işler ciddiye binince, tutkum artınca, tüm odak noktamı basketbola sabitledim.”
Çoğu antrenörün öyle ya da böyle oyuncu olarak bir kariyer inşa ettiklerini görüyoruz. Cenk Yıldırım da o isimler gibi bir kariyere sahip. “İlk takımım Eczacıbaşı’nın basketbol okuluydu. Sonrasında uzun bir dönem Pertevniyal’da oynadım. Taç spor, Şeker spor derken birkaç yerde daha forma giydim. Kayseri Meysu’da Hakan Yavuz tedrisatı altında oynadım. Sonrasında ise Karagücü ve Ordu milli takımlarında forma giydim. Tabii Kanada maceram da var. Eski Galatasaray oyuncusu Mert Uyguç’la beraber Kanada’da bir yerel ligde basketbol oynadık.”
Kanada’daki macerasına değinmeden önce oyunculuktan antrenörlüğe geçiş hikâyesini öğrenmekte fayda var. “İlk olarak şunu söyleyebilirim, Aydın Örs, antrenörlük yolumdaki en önemli şahsiyetti. Yani Aydın Örs gibi bir insanın kulübe sabah sekizde gelip akşam sekizde çıkması, herkesle ilgilenmesi, başarı için durmadan çalışması ve yaptığı fedakârlıklardan etkilendim.”
“Açıkçası basketbolu çok seviyorum, basketbol oynadığım sıralarda altyapılardaki oyuncuları takip ediyordum. Altyapılardaki çocuklarla ilgilenirdim. Pertevniyal’de oynarken spor okullarına yardım ederdim. Askerliğimi yaparken Maltepe Askeri Lisesi’ndeydim. Orada sporcu komutanlarımız, yarbay ve albaylarımız vardı. Hepsi de atletizmle ilgililerdi. Bana basketbol takımlarına antrenörlük yapmamı emrettiler.”
“Asker takımında hem liseler hem askeri şubeler arasında maçlara çıkıyorduk. Yetenekli bir takımımız vardı ve sezon bittiğinde şampiyon olmuştuk. Oradaki ortamdan çok etkilenmiştim. Yani beş, altı bin öğrenci bir araya geliyorlar ve marşlar söylüyorlardı. Server Apaydın, Tamer Oyguç gibi çok değerli isimler vardı. Lise ve askerlik dönemlerim sonrasında Beşiktaş altyapısında lisanslı olarak antrenörlüğe başladım. Necati Ağabey’in seminerinden ilk antrenörlük kartımı almıştım. O günü hiç unutamıyorum, Bursa’da Mustafa Kemal Paşa’daydık. Muazzam bir andı benim için. Sonrasında işler hızla ilerledi. Tamer Karakoç ve daha birçok isim, çalışmalarımı görüp etkilendi ve bana yardımcı oldular. Burada şunu belirtmek istiyorum, çevremde gerçekten de mükemmel karakterde insanlar vardı ve hâlen daha var. Hepsinin yardımları oldu. Şanslıydım.”
Bu cümleleri neşeyle bitiriyor ve söz yeniden bana geliyor. Sırada, 10 yıla yakın bir süre kaldığı ve basketbol üzerine çalıştığı Kanada macerası var. Sözlerine, “Oraya eşimin oturma izni sayesinde gittim. Eşim benle tanışmadan önce ailesiyle birlikte bir süre Kanada’da yaşamış. Evlendikten sonra oraya gidip gitmeme konusunda kararsızdık fakat açıkçası, farklı bir macera olacağını düşündük.” cümleleriyle başlıyor.
“O dönemler Beşiktaş’ta mutluydum, güzel işler yapıyordum hatta bazı yerlerden iyi teklifler de almıştım. Ama ailecek aldığımız bir karar sonrasında 2001 gibi Kanada’ya gittik. Önceliğimiz elbette Fransızca öğrenmekti. Sabahtan öğlene kadar kurstaydık.”
“Montreal’deydik ve oradaki okul takımları basketbola dair iyi işler yapıyorlardı. Mert Uyguç’la birlikte yerel ligde biraz oynadık, oynadığımız sırada bağlantılarımızı genişlettik. Sonrasında gönüllü olarak bazı takımlarda çalıştım. Çalıştığım yerlerden bir arkadaşım bana bir okulun basketbol departmanı için antrenörlük teklifi sundu. Kabul ettim ve birçok kez şampiyon olduk.”
Kanada’daki programlar, özellikle son sekiz-dokuz yılda, NBA’e değerli isimler yetiştiriyorlar. Ayrıca NBA Draftları için birçok değerli ismin lise gelişimlerini üstleniyorlar. Andrew Wiggins, Elijah Fisher, RJ Barrett, Caleb Houstan gibi birçok isim bu düşünceye uygun. Peki orada neyi farklı yapıyorlar? “Orası sosyal anlamda çok aktif bir ülke. Ayrıca bir okulda çalışa bir antrenör, 10-15 yıl boyunca o takımın başında kalıyor. Düzen bozan sirkülasyon yok. Akademisyenler çok üst seviyede. Ve bir rahatlık var aslında. Ulaşım çok kolay, çocuklar okula gittiklerinde spor salonlarını istedikleri zaman kullanabiliyorlar. Spor tesisleri çok gelişmiş. Ve çocuk okula gittiği zaman, okuldan çıkar çıkmaz, antrenmanını yapıp eve dönebiliyor. Yani okul ve yorucu bir antrenman sonrasında eve geç dönmüyor, ailesiyle rahat bir şekilde vakit geçirebiliyor. Okulların konumu ve saatler buna elverişli. Bu büyük bir avantaj.”
“Tabii Steve Nash, orada çok sevilen bir sporcu. Kanada’nın neredeyse her yerinde spor okulları var. Genelde buz hokeyine meraklı olan halka basketbolu sevdirdi. Özellikle Phoenix Suns’taki yıllarında. Senin de bildiğin gibi, 30’a yakın Kanadalı yıldız var. 2000 jenerasyonları mükemmel.”
Kanada’ya dair son demeçleri biraz da saha dışına dair alıyorum. Malum, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri tarafından genelde bir “dalga” konusudur. “Aaa, Kanadalılar bunu biliyor mu?” gibi. Fakat son yıllara baktığımızda bu denge biraz daha değişmiş gibi. “Orası çok doğal bir ülke. Kanada’nın saflığı tamamen samimiyetten kaynaklı. Türk olmaktan, Türkiye milli takımı için çalışmaktan gurur duyuyorum fakat Kanada’daki samimiyet de hoşuma gidiyor. Çok keyifli bir ülke.”
Ve şimdi Türkiye’ye dönüyoruz, yavaş yavaş parkelere giriyoruz. Kobe Bryant, Türkiye’ye geldiğinde Caddebostan’daki sahaya uğramış ve ayrıca Anadolu Efes tesislerinde antrenman yapmıştı. Şimdi, soluksuz bir şekilde Kobe’nin Türkiye’deki macerasını onunla antrenmanda maç yapan ve birçok kez konuşan Cenk Yıldırım’dan dinliyoruz.
“Kobe Bryant senin de bildiğin gibi inanılmaz rol model, çok kuvvetli bir kişilik. Basketbolla yaşayıp basketbolla nefes alan bir sporcuydu. Shane bu sezon bir maçta 24 sayı atmıştı. O maçın son beş-altı dakikasında çok daha fazla sayı atma şansı vardı ama sürekli olarak top yönlendiriyordu. İlk başlarda bunun nedenini anlayamamıştım. Maç bittikten sonra onunla konuşurken, ‘Cenk biliyorsun, 24 numara. Onu anmak istedim.’ dedi.”
“Kobe Bryant, Türkiye’ye Nike aracılığıyla gelmişti. O dönemler Nike, en büyük partnerlerimizden biriydi. Kobe’yle birlikte Christopher Thomas (Kevin Durant ve Kobe Bryant’ın bireysel gelişim antrenörü), Tim Grover (Michael Jordan’ın kondisyoneri) ve birkaç kişi daha gelmişti. Fakat tabii tamamen Kobe Bryant’a odaklanmıştık. 10-11 gün boyunca Türkiye’de kaldı. Bu süreçte Anadolu Efes’e dair olan organizasyonlarında onunlaydım. Bu mükemmel bir tecrübeydi.”
“Tesislerimize gelip altyapı oyuncularımızla çalışıyordu. Tabii C.T. ve Grover da bizimle birlikteydi. Bir gün C.T. gelip, ‘Cenk, antrenman aşkla yapılması gereken bir şey. Eğer bunu zorluyorsan, o iş olmaz. Çocuklara şu kadar koşacaksın dememelisin. Kobe’ye bak mesela, ona antrenman yapma artık, dinlen dediğimizde daha fazla çalışıyor.’ demişti. Buna dair birçok şey anlatmıştı.
“Kobe, birkaç gece 03:00’te kalkıp Merter’deki tesisi açtırıp 2,5 saat antrenman yapıyordu. İnanılmaz bir tempodaydı. Sanki iki hafta sonra final serisine çıkacakmış gibi hazırlanıyordu. 02:30’dan 06:00’ya kadar idman yapar, 07:00’de kahvaltı eder, organizasyonlara gider, öğlen ile akşam arası ise Merter’de altyapı oyuncularımızla antrenman yapıyordu. Hiç unutmam, bizim çocuklar ona sürekli olarak, ‘Kobe Kobe Kobe nasıl 80 attın?’ diye soruyorlardı. Kobe ise, ‘Bu sabah 02:30’da kalkıp antrenman yaptım. Sonra biraz daha, biraz daha. Bunu çaylak yılımdan beri yapıyorum. Hâlâ yapmaya devam ediyorum ve edeceğim çünkü sıradaki hedefim 90 sayı atmak.’ cevabını vermişti.”
Bu mükemmel anlatıya bir nokta koyuyor ve Cenk Yıldırım’ın Anadolu Efes’teki macerasına dalıyoruz. Tabii her zaman olduğu gibi, işin başına dönüyoruz. “Kanada’dan döndüğüm zaman İstanbul dışındaki takımlardan asistan antrenörlük teklifleri almıştım. Fakat ailevi nedenlerden dolayı İstanbul’dan ayrılmak istemiyordum. Kanada’dan yeni dönmüştük, çocuğum okula başlayacaktı kısacası düzenimizi kurmuştuk.”
“Sonraki dönemde birkaç ay çalıştığım Menderes Gümüş, Tamer Oyguç ve birkaç kişiyle daha görüştüm. Onlardan Anadolu Efes’in altyapısında çalışma teklifi aldım. O dönemde teknik ekiplerinde bir boşluk yoktu fakat altyapılarda başlayıp ilerlememin kötü olmayacağını düşündüm. Kötü değildi ama çok zordu. İlk haftamda sadece bir görevim vardı fakat ikinci haftam bitmeden beş farklı alanda iş yapıyordum. Bir gün Çetin Yılmaz bana, ‘Ya evladım senden başka kimse yok mu burada? Tüm görevler sende.’ dedi. İşte o zaman Çetin Ağabey’in sayesinde üst seviyeler için iyi bir şans yakalamıştım. Minik takımların tüm grupları bendeydi. Pertevniyal’de asistan antrenördüm. 1999, 2000 ve 2001 jenerasyonlarının kurulmasında yer aldım.”
Kendisinin de dediği gibi Cenk Yıldırım, altyapılarda birçok farklı yaş grubunda tecrübesi olan ve birçok kupa kazanan bir antrenör. 13-14 yaşındaki çocuklara basketbolu öğretmeye dair, “Kendimi geliştirmek için her şeyi yaparım. Basketbola dair ne bulursam okurum ne görürsem izlerim. Seviyesi fark etmeden karşımdaki antrenör veya oyuncu kim olursa olsun onun bilgilerinden faydalanırım. Çünkü bir basketbol insanın gelişimi gerçekten de sonsuz. Herkesten farklı şeyler öğrenebiliyorsunuz. İşte bu felsefemi bir şeyler öğretirken kullandım. Karşımdaki çocuğu incitmeden, onun çocuk olduğunu unutmadan hareket ettim. Öğretme metotlarımdan agresifliği tamamen çıkardım. Her şeyi kategorilere ayırdım. Ve her şeyi sırasıyla öğretmek gerekiyor.” diyor.
“Altyapıdaki çocuklara bir şeyler öğretmek için mükemmel bir örneğim var. Mustafa Kemal Atatürk’ün bir resmi, küçük boyutlu Atatürk fotoğraflarından oluşuyor. Bunu basketbola uyarlarsak; bir kare şut, bir kare ribaund, bir kare asist gibi gider ve sonunda büyük resminiz oluşur.”
“Anadolu Efes’teki kültürün altyapıdaki başarılara etkisi büyük. Aileler çocuklarını basketbola yazdıracakları zaman ilk önce Efes’i düşünüyorlar. Efes’in altyapı başarılarını biliyorlar. Burada en üst seviyedeki insandan en alt seviyedekine kadar herkes, gelişimin temelde başladığını biliyor. Amacımız, bize güvenen insanların hayatlarına olumlu bir şekilde dokunabilmek. Samimi bir ortamda başarılı olmak. Orada bir çocuğun bir şey başardıktan sonra gözlerindeki o mutluluğu görmek paha biçilemez.”
Cenk Yıldırım’ın 1999 jenerasyonunda çalıştığı Yiğitcan Saybir ve 2001 jenerasyonundan Ömer İlyasoğlu ve Mustafa Kurtuldum, A takımdalar. Bu üçlü, son 1,5-2 sezondur kadroda oldukları her maç öncesinde Cenk Yıldırım’la erkenden sahaya çıkarlar ve sıkı bir çalışma yaparlar. Peki, bu üç ismi uzun süredir takip eden Cenk Yıldırım, onlara dair neler düşünüyor?
“Takım deplasmanlara gittiğinde bu üçlüyü ve Basketbol Gelişim Ligi’ndeki takımımızdan beş oyuncuyu alıp antrenmanlar düzenliyorum.”
“Yiğitcan Saybir çok ama çok özel bir oyuncu. Gün geçtikçe kendini geliştiriyor. Öğrenmeye daima açık ve önemli anlarda sorumluluk alabiliyor. Uzun boylu fakat hem açık sahada hızlı hem de üç sayılık şut tehdidi var. Top hâkimiyeti yüksek, karakteri inanılmaz ve disiplinli. Antrenmanlarımızda Adrien Moerman ve Chris Singleton’la çalışıyor. Onlardan devamlılığa dair şeyler öğreniyor. Onların tecrübelerinden faydalanıyor. Hatta drill yarışmalarımızda onları geçmek için özel olarak antrenman bile yapıyor.”
“Mustafa ve Ömercan ise pozisyonları gereği biraz daha farklılar. Yapmaları gereken şeyler ve sorumlulukları farklı. İkisinin saf yeteneği ve disiplini muazzam. Ayrıca Yiğitcan’ın Moerman ve Singleton’la yaptığı çalışmaları farklı isimlerle yapıyorlar.”
“Tabii bu üç oyuncu daha doğrusu kadromuzdaki tüm yerli oyuncular, Ergin Ağabey ile çalıştıkları için şanslılar bence. Çünkü onun gençlerle, yerlilerle olan iletişimi muazzam. Dakikanın miktarına değil kalitesine bakıyor. Eğer bir oyuncu dört dakika sahada kalmış fakat Ergin Ataman’ı etkileyecek birkaç işe imza atmışsa yeterli. Gerisi gelişime bağlı.”
“Konu konuyu açtı ama” diyor Cenk Yıldırım büyük bir heyecanla sözlerine devam ederken. Birazdaha derinlere iniyor ve, “Bizim antrenman tempomuz biraz NBA’e benziyor. Atıyorum saat 16:00’daki antrenman 14:00’te başlar. Aradaki iki saatte oyuncular bireysel olarak çalışırlar. Antrenman biter fakat tesis açık kalır çünkü bireysel çalışmalar devam eder.”
“Tabii Basketbol Gelişim Ligi’nde de (BGL) değerli oyuncularımız var. Ozan Havuzlu’nun tedrisatı altında Eren Has, Enes Bayraktar, Göktuğ Baş, Tarık Sezgün, Bekir Mert Tarla gibi değerli isimlere sahibiz. BGL’den bu beş oyuncuyu alıp kadromuzdaki gençlerle birlikte İstanbul’a gelen takımlara karşı maçlara çıkıyoruz. Bu maçlar onlar için çok değerli. Yiğitcan bir ara Tunus’a 50 sayı atmıştı mesela.”
Altyapılarda bu kadar fazla çalışan biriyle BGL’nin son durumunu ve klasik set düzenlerini konuşmamak olmaz. Zira altyapılarda sürekli olarak bir pick&roll ve alan savunması uygulanıyor fakat son yıllarda işler biraz değişti.
“Ben BGL’nin son yıllardaki felsefesinden memnunum. Hidayet Türkoğlu, Ömer Onan, Haluk Yıldırım gibi isimler, bu ligin gelişmesi için değerli katkılar yapıyorlar. Tabii Fikret Doğan da önemli isimlerden.”
“Yakup Hoca ile bazı BGL maçlarını izliyoruz. Bence son dönemlerde takımların hızlı hücumu benimsemesi, spacing için topsuz alanda değişik aksiyonlar uygulaması değerli. Takımlar güzel oynuyorlar. Ayrıca bireysel gelişim anlamında da olumlu sinyaller var. Türkiye’nin genç takımlarında da çalıştığım için oyuncuları az çok biliyorum. Özellikle 2002-2003 jenerasyonlarımız ümit veriyor.”
İşler şu an iyi yöne doğru gidiyor elbette. Peki bunu istikrarlı kılmak, 18 yaşındaki bir oyuncuya Süper Lig’de rahatça forma vermek için neler yapılmalı? Misal, Real Madrid, Pablo Laso döneminde Luka Doncic’inden Matteo Spagnolo’suna kadar 19-20 tane genç oyuncuya üst seviyelerde şans verdi ve vermeye devam ediyor.
“Bu mükemmel bir örnek fakat Türkiye’de uygulamak biraz zor. Bence 2000, 2001, 2002 gibi her yıla ayrı ligler kurulmalı. Çünkü ne olursa olsun bir takımda büyük olan oyuncu daima öne çıkar. Misal, 2001 ile 2002’lilerin olduğu bir takımda potansiyeli yüksek 2002’li, 2001’linin aldığı sürelerden dolayı paslanıyor ve maalesef potansiyeline ulaşamadan, ‘ortalama’ bir oyuncu oluyor. İşleri biraz daha ciddileştirmek lazım.”
Rotamızı tamamen Anadolu Efes’in bu sezonuna çeviriyoruz. Bu sezon Bryant Dunston talihsiz bir nedenden ötürü sahalardan uzak kaldı. Onun yokluğunda Sertaç Şanlı, çoğu kişinin beklemediği bir yükselişle sahanın her iki tarafında da Dunston’ın yokluğunu aratmadı adeta. Dunston sakatlandıktan sonra teknik ekibin planları nelerdi?
“Biliyorsun, Sertaç maç önü ısınmalarda sahaya en erken çıkan ve ısınmaya başlayan oyuncumuz. İp atlıyor, mobiliteye çalışıyor ve şut atıyor. Takımımızdaki her oyuncu gibi Sertaç da potansiyelini aşmak için elinden gelenin fazlasını yapıyor. Burada Yakup Hoca’ya bir parantez açmam gerek. Kendisi Tibor Pleiss ve Sertaç Şanlı’yla daha bu sakatlanma gündeme gelmeden önce bile çok yoğun bir şekilde çalışıyordu. Sertaç, o antrenmanlardan sonra yürüyemiyordu neredeyse, çok yoruluyordu fakat gördüğümüz gibi, şu anda iyi bir oyuncuya dönüştü.”diyor Cenk Yıldırım, sonrasında biraz nefesleniyor ve devam ediyor: “Dunston sakatlandığında üzülmüştük fakat Sertaç’ın neler yapabileceğini bildiğimiz için endişe konusunda çok dramatik bir şey yaşamadık.”
Sırada takımın yıldızlarına, Shane Larkin ile Vasilije Micic’in uyumuna değiniyoruz. Vasilije Micic ve Shane Larkin gibi aslında ayrı ayrı takımları sırtlayabilecek iki guard, aynı takımda oynuyorlar. Fakat olası bir sorun gündeme bile gelmeden ikisi de birbirini yükseltiyorlar. Şöyle diyor Cenk Yıldırım: “İkisi de ‘agresif ego’ kavramıyla alakası olmayan karakterlere sahipler. Birbirlerini sadece maçlarda değil, antrenmanlarda hatta basketbol dışı birçok konuda destekliyorlar. Dunston ve Doğuş’un kaptan karakterlerinden de etkileniyorlar tabii.”
“Bu yıl bir maçta Larkin hızlı hücumda turnike attıktan sonra bizim bench’in önündeki reklam panosuna kaymıştı. Düşmüştü ama o kadar mutluydu ki tüm takım ayağa kalıp eğleniyordu, sanki Euroleague’i kazanmış gibiydik. Şunu demeye çalışıyorum, bu birlikteliğimiz tüm kimya uyuşmalarımızın ana kaynağı. Elbette Larkin’in yönlendirici roldeyken Micic’in topsuz alanda perdeleri kullanması veya rollerin değişmesi önemli fakat işin manevi tarafı daha önemli. Kulübümüzde çalışan herkes Alper Yılmaz’ın odasına gidip bir şey söyleyebilir. Alper Yılmaz, karşısındaki kişiyi dinler, analiz eder ve ona göre dönüş verir. Onun bu yönetim kabiliyeti, Ergin Ataman etkisi, takım ruhu… Asıl sırrımız bu bana kalırsa.”
Ergin Ataman demişken, neredeyse yedi gün 24 saat onu dinleyen ve onunla çalışan Cenk Yıldırım’dan bir Ergin Ataman portresi çizmesini istiyorum. “Teknik olarak uygulama konusunda titizlik isteyen bir sistemi var. Hücumdayken topu daima paylaşırız. Bir oyuncuya sayı attırmak için set çizeriz ama ana hedefimiz topu paylaşıp sayı üretmek. Altı-yedi pas sonrasında sayı ürettiğimizde tüm sistem iyi işliyor demektir. Savunmada ise top rakipte kimin elindeyse o oyuncunun alanını bozarız. İyi bir zamanlamayla kaymaları gerçekleştiririz. Rotasyonu ayarlarız.”
“Dışarıda bakıldığında Ergin Ağabey’in sert bir mizacı varmış gibi görünebilir ancak sana şunu söyleyebilirim, eğer stresten uzak, sakin bir günde onunla konuşsanız ne kadar rahat, basketbol dışındaki birçok alanda da bilgili bir insan olduğunu görebilirsiniz. Ergin Ağabey, Aydın Örs döneminden gelen, ‘Efes Ruhu’na sahip olan birkaç kişiden biri. Onunla çalışmak büyük bir şans.”
Kültür, Ergin Ataman’ın maç günü ruhu ve başarı, bu bana tek bir şey hatırlatıyor: Soyunma odası.
Bu sezon birkaç kez Efes’in soyunma odasına gidip röportaj yaparken yabancı oyuncuların eğlencesini, yerli oyuncuların dans figürlerini kısacası oradaki neşeyi görmüştüm. Fakat evlerinde CSKA Moskova’ya karşı aldıkları bir sayılık mağlubiyet sonrasında soyunma odasının kapısı sert bir şekilde kapanmış ve Ergin Ataman’ın uyarıları yankılanmıştı.
“Ah, evet. Kazandığımız maçlar sonrasında soyunma odamızdaki neşe inanılmaz oluyor. Oyuncular, o anda itibaren takım arkadaşlığını bırakıp birbirleriyle aile bağlarını kuruyorlar. Hepsi kulübü benimsedi. Ve her oyuncumuzun ailesi, organizasyonumuzda bulunmaktan keyif alıyorlar. Ergin Ataman’ın soyunma odası konuşmaları senin de dediğin gibi bazen sertleşiyor fakat bu gerekli. Çünkü üst seviyelerde bir olayı sıcağı sıcağına hatırlatmak, unutulmaz kılmak için aktarım yolunuzu agresifleştirmeniz gerekiyor. O maçtan sonra ne kadar iyi olduğumuzu biliyorsun. Mesela Vasilije Micic’in durumu da öyle. Panathinaikos’a karşı kötü bir gün geçirip Ergin Ağabey’den sert eleştiriler alıp birkaç gün sonra aynı şehirde bu sefer Olympiacos’u yerle bir etmişti.”
Röportajımızda NBA’e geçmeden önce takımın diğer asistan antrenörleri olan Yakup Sekizkök ve Tomislav Mijatovic’i soruyorum. “Çalışma ekibimizde üçümüzün dışında birkaç kişi daha var. Hepimizin belirli görevleri var ve o görevleri yerine getirip Efes’i zirveye taşımak öncelikli hedefimiz.”
“Yakup Hoca, Ergin Ağabey’le 10. yılını geçiriyor. Burada onu en iyi bilen isim o ve işleri nasıl düzenleyeceğini biliyor. Birinci asistan antrenörümüz o. Tomislav ise 10 senedir Efes’te. Perasovic döneminde takıma alışmamdaki en büyük etkenlerden biriydi. Buradaki kültürü bilen biri. Ben zaten altyapıdan beri buradayım. Ivkovic döneminde ana kadroda olmasam da tüm maçlara gidiyordum, işleyişi biliyordum. Yani üçümüz de hem takımı hem Ergin Ataman’ın kültürünü biliyoruz. Amacımız takımımızı zirveye taşımak, daima zirveye.”
Anadolu Efes’i noktalıyoruz ve NBA’e geçiyoruz. Cenk Yıldırım, her ne kadar yoğunluğu nedeniyle zaman bulamadığını söylese de NBA’in büyük bir hayranı. “Sen veya oğlum kadar NBA izlediğimi düşünmüyorum çünkü yoğun bir tempo içerisindeyiz. Fakat yaz aylarında bazı takımları özel olarak izliyorum ve onların set kitaplarını çıkarıyorum.”
“Bu takımlar arasında Boston Celtics, Atlanta Hawks, Toronto Raptors, San Antonio Spurs ve Charlotte Hornets var. Mesela Brad Stevens, özel olarak takip ettiğim bir koç. Gregg Popovich de öyle. Çünkü bu takımlar franchise oyuncusu yerine takım oyunuyla bir şey yapmaya çalışıyorlar.” Burada araya girip Gregg Popovich’in, “Ben sistemime göre oyuncu alıyorum, oyuncuma göre sistem yaratmıyorum” sözünü hatırlatıyorum. Buna dair Cenk Yıldırım, “Kesinlikle katılıyorum. Bence son dönemde birçok takım bu felsefeye göre hareket ediyor. Aslında genel olarak bir eski-yeni geçişi var. Mesela Pelicans, run&gun oynuyor. Warriors, pace&space oynuyor. Bu iki sistem benzer fakat birisi geleneksel diğer modern oyuna uygun. Raptors, 2019 Finalleri’nde box&one savunması denedi. Bench rotasyonları değişti. Uzunlar üçlük atıyorlar ama aynı zamanda patlayıcılar. Atletizm seviyesi ve tempo yüksek fakat zekâ ön planda.”
“2015’te San Antonio Spurs’ün play-off döneminde yaptığı pas sayısını çıkarmıştım. Ortaya çıkan rakam o kadar uçuktu ki bir takım o rakama sezon boyunca ulaşamaz. Yani demek istediğim, NBA’de bir modernlik söz konusu fakat bu modernlik geçmişten beslenerek geliyor.”
NBA demişken stagger, 51 Runner, chin line gibi detay setlerden bahsedip Cenk Yıldırım’dan oradaki oyunun teknik kısmını analiz etmesini istiyorum. “Bu konuda bence en iyi olan isim Brad Stevens. Mola dönüşlerine hazırladığı setler tarihin en iyi dönüş setleri olabilir, ciddiyim. Her senaryoya göre onlarca seti var. Nick Nurse’ün kısa-uzun dengesini seviyorum. Bence NBA’e Avrupai bir bakış açısı kazandırıyor. James Borrego ve Kenny Atkinson da öyleler. Biraz önce bahsettiğim ‘franchise oyuncusu’ konusuna dair ise verebileceğim en iyi örnek Doc Rivers. Los Angels Clippers’ta Kawhi Leonard ve Paul George ikilisinin bulunduğu bir takımı çalıştırıyor fakat takımdaki herkesten maksimum verimi alıyor. Tempoyu uzun paslarla yakalayıp doğal spacing’i yaratıyor. Bu mükemmel.”
Röportajı yaptığımız gün ayrıca Drazen Petrovic’in ölüm yıl dönümüydü. NBA’den ve Avrupa’dan bahsederken Basketbolun Mozart’ını anmamak olmaz. “Perasovic bizde antrenörken ona Drazen’le ilgili şeyler soruyordum. Çünkü o ve Drazen birlikte oynamışlardı. Bana, ‘Drazen altı-yedi saat antrenman yapabilir. Ve takım arkadaşlarının da kendisiyle antrenman yapmasını ister. Onunla antrenman devamlılığı olan tek isim bendim. Birbirimize karşı maçlar yapıyorduk, bir keresinde maalesef onu yendim. Maalesef diyorum çünkü ertesi gün 50-3’lük mağlubiyet almıştım.’ demişti.”
NBA, Anadolu Efes, Kanada… İki saate yaklaşan röportajımız sona ererken Cenk Yıldırım, takımın ve kendisinin geleceğine dair kısa ama öz olan son demeci veriyor.
“Anadolu Efes’in zirvede yer alması için her şeyi yapacağım. Çünkü karakterim ve geleceğe dair hedeflerim sadece tek iki şey üzerine kurulu: Disiplin ve başarı.”