Çağrı Develioğlu: Bu Alemde Kral Lefter!
Çağrı Develioğlu, ölümünün ikinci yılında Lefter Küçükandonyadis'i andı.
Henüz 10-11 yaşlarında ufak bir çocuktu… İki büyük aşkı vardı: Biri futbol, diğeri çok sevdiği Gina… Ancak futbol sevgisi, Gina’ya üstün gelecek, tercihi adını milyonlara sayıklatacak olan ayak topu olacaktı. Onun adı Lefter Küçükandonyadis’ti.
Her gün işten kaçıp Talimhane’nin arkasındaki arsada çift kale oynadığı için ilk işinden kovulması fazla sürmedi küçük Lefter’in. Ancak su tesisatçılığı yapan eniştesi eline bir anahtar tutuşturmuş, balık tutmayı da çok seven bu genci çırağı yapmıştı. Yeni işini çok seven Lefter, enişteden top oynamak için izin kopartmayı zaman zaman başarıyordu.
13’ünde Büyükada’da ‘Kumsal’ adlı mahalle takımında as olması fazla sürmemişti bu genç forvetin. Beyoğlu spor beki olan Panini Küçükandonyadis, yaşı çok küçük olan Lefter’in takıma girmemesi için elinden geleni ardında koymamıştı. Ancak birkaç yıl içinde aynı kulübe transferi için biricik kardeşine dil dökmekten geri kalmayacaktı.
“Ben Fenerbahçeli değilim”
Takvim yaprakları Aralık’ın 1946’sını işaret ediyordu. Cihat Arman’ın beklenmedik sakatlığı devrin yöneticisi Rüştü Dağlaroğlu’nu yeni bir kaleci arayışına yöneltmişti. İki kuşak sonra sarı-lacivertlilerin kalesini koruyacak olan Oğuz Dağlaroğlu’nun dedesi olan Rüştü Bey’in hedefinde Beyoğluspor’un kalecisi Şalabi vardı. Ancak kulüp başkanı Ohanidis kendisine ‘Şalabi’yi bırak Lefter’e bak’ diyecekti.
Dağlaroğlu, o sıralarda Diyarbakır’da askerliğini yapan Lefter’in bir an önce bulunmasını emretti. Diyarbakır Emniyet Amiri’nin araya girmesiyle bu müthiş yetenek İstanbul’a getirtilmişti. Ne olduğunu pek anlayamayan oyuncu çekingen ve endişeliydi. Dağlaroğlu ona, “Hoş geldin Lefter. Fenerbahçe’yi çok seviyormuşsun. Bizim takımda oynamak ister misin” diye sorduğunda aldığı yanıt pek de beklediği cinsten değildi. Lefter ona “Ben Fenebahçeli falan değilim” demişti!
Birkaç gün sonra Fenerbahçe’nin yeni antrenörü Molnar Lefter’i B takıma koydu ve antrenman başladı. Bu çocuk muazzamdı. Önüne geleni çalımlıyor, şutunu atmaktan imtina etmiyordu. As takıma karşı tam dört gol atmış, Molnar’ın onayını almıştı. İdman bitmiş, tüm gözler onu aramıştı. Ancak mahçup çocuk ortada yoktu.
Kaybolmuştu!
Bir an evvel anlaşma imzalamak istenen Lefter, bir hafta sonra Büyükada’da ortaya çıktı. Stat müdürü Reşat Erte onu bulmuştu. Müthiş yeteneğin neden kaçtın sorusuna cevabı ise çok ilginçti: “Birinci takıma gol attığım için çok utanıyorum.”
Tam da o dönemde üç büyükleri peşinde koşturan kadife ayağın balıkçı olan babası hastalanmıştı. Transferle bizzat ilgilenen Rüştü Dağlaroğlu, Lefter’in evine gidip oyuncunun ufak tefek ihtiyaçlarını gidermesi için 200 lira vermişti. Gözleri dolan çocuk yöneticiyi uğurlarken şöyle dedi, “Ben artık Fenerbahçeliyim.”
“Heyecan mı?”
“Kaleci Zalad topu planjonla almaya muvaffak oldu” sözleriyle akıllara kazınan TRT spikeri Necati Karakaya bir yazısında şöyle kaleme almıştı üstadı: “Lefter’in Fenerbahçe’nin sembol hâline gelmiş oluşu, hissi sebeplerin ötesinde, bir matematik gerçeğinin sonucudur. Lefter bugüne kadar sarı-lacivertli formayı tam 605 defa sırtında taşımıştır. Evet tam 605 defa…”
Bu 605 müsabakadan en çok hangisinde heyecanlandığı sorulunca büyük efsanenin yanıtı günümüzde pek de rastlanmayacak cinsten: “Heyecan mı? Futbol sahasına her defa aynı heyecanı duymadan çıkan adam, muvaffak olamaz.”
Profesyonel olarak ilk olarak maaşını, Taksimspor’dan maç başına aldığı 25 kuruşla resmileştiren müthiş oyuncu, 1951’de Fiorentina’ya giderken o tarihe kadar herhangi bir Türk futbolcunun aldığından kat be kat fazla meblağa anlaşmıştı İtalyan takımıyla. Lefter, Floransa ekibinden tam 30 bin lira alacaktı…
İki sezon sonra Fenerbahçe’ye geri döndüğünde futbol çevreleri “Lefter artık oynayamaz” minvalinde konuşuyordu. Ancak büyük kaptan tam 11 sene resitalini vermekten, gözlere futbol ziyafeti çekmekten geri kalmadı. Türkiye’nin sevgilisi olmaktan hiç bıkmadı.
Şeren'in göz yaşları
Türk Milli Takımı formasıyla ilk gol sevincini Yunanistan karşısında yaşayan Lefter, bu onuru 15 seneden fazla yaşadı. Ay-yıldızlı armayı 50 kez taşıyan ilk futbolcu olmaya nail oldu. Bir Romanya maçıyla kırmızı-beyaza veda eden Ordinaryüs, 9 Ekim 1963’te oynanan maç öncesi çiçek yağmuruna tutulmuştu…
Seramonide herkesin ayakları titriyordu. ‘Berlin Panteri’ Turgay Şeren milli marş çalınırken hüngür hüngür ağlıyordu. Kaptanın vedası 7’den 70’e herkesin yüreğini burkuyordu.
Karşılaşma başladığı gibi bitmiş, ancak milli formanın tek ayakta kalanı Lefter olmuştu. İkinci yarının 27. dakikasına kadar müthiş bir futbol oynayan yıldız, kenara ‘beni değiştirin’ işareti yapıyordu. Lefter milli formaya altın madalyayla veda ediyordu. Lefter’in tarihî maçı belli ki oyuncuları etkilemişti. Karşılaşma 0-0 sona erdi.
Lefter’in son maçını kaleme alan Halit Kıvanç, şu kelimeleri kâğıda dökmüştü:
“Nihayet çıkayım diye işarete başladı. Yerine girecek bir arkadaşının, ‘Taze kuvvet’ olacağını düşünmüştü. Ama yetkililer tereddüt ediyordu. İyi oynamaya devam eden bir oyuncuyu kolayca çıkaramadılar. Lefter ise ısrar etti. Şenol kenarda görünüp de sahaya gelirken Lefter koştu, sarıldı. Şenol’u öptü ve… Ve sonra ‘Vazifesini hakkıyla yapmış’ bir insan olarak sahadan ayrıldı. ‘Futbol’ diye bir spor mevcut oldukça, Lefter diye bir ‘futbolcu’ da asla unutulmayacak ve işte altın madalyaya hak kazandığı bu maçındaki altın futboluyla hatırlanacak.”
Büyük kaptan, Türk futbolunun ordinaryusu, Fenerbahçe Marşı’nın biricik Lefter’i, “Ver Lefter’e yazsın deftere” dizesinin müsebbibi, Halit Usta’nın mâlum yazısında belirttiği gibi ‘vazifesini hakkıyla yapmış’ bir insan olarak dünyadan iki yıl önce ayrıldı. Giderken yine yapacağını yapmış, sarı-lacivert, sarı-kırmızı, siyah-beyaz başta olmak üzere, tüm renkleri Kadıköy’de buluşturmayı bildi. Farklılıkların ne kadar önemsiz olduğunun başrol oyuncusu, herkesin sevgilisi Lefter, Türk futboluna yine çalımını atmış, ağları yine sarsmıştı. Rahat uyu Ordinaryus!