Bir isim, bir takım: Kawhi ve Raptors
Bazı sporcular sadece yetenekli değiller.
Bazı sporcular sadece yetenekli değiller. Bazı sporcular sadece çok çalışkan, çok hırslı da değiller. Bazı sporcular hangi işe el atsalar becerebilecek bir zihinsel dinginliğe, dengeye ve soğukkanlılığa sahipler. Bu bir kişilik meselesi, bu bedensel değil, son tahlilde zihinsel metanet meselesi. Kendini olduğu kadar çevrendekileri de düzenli olarak daha ileriye çekmeyi sağlayan bir duruş.
Toronto Raptors - Milwaukee Bucks serisi. Doğu Finali. İlk maçta kaçırılan fırsatın ardından gelen yenilginin akabinde Raptors ikinci maçta darmadağın olmuş ve zaten favori gösterilen Bucks seride 2-0 öne fırlamış durumda. Herkes olası bir “süpürme”den (4-0) bahsediyor. Herkes derken özellikle de Raptors taraftarları (Kendimi de sarfınazar etmiyorum.) ve bilhassa da gazetecileri. Neden?
Bu kulübün üstünde yıllardır süregelen bir başarısızlık alışkanlığı var da ondan. Amerikalıların ruh, uğursuzluk, lanet gibi doğaüstü şeylere bağlılıkları malum. Bayılıyorlar nesnellikten koparak hurafelerle açıklamalar yapmaya (ve sonra bunları en son teknolojiden yararlanarak sinemaya uyarlamaya ya da tarikatlara iltihak etmeye). Raptors’ın da ne yaparsa yapsın asla başarıya ulaşamayacağına dair kanaatin tek "maddi" temeli buydu aslında. Her hâlükârda, on gün önce bu umutsuzluk havasını buram buram yayan öncelikle Raptors camiası, sonra da NBA çevreleriydi.
Toronto Raptors NBA’in ABD dışındaki tek takımı. Bunun doğrudan bir sonucu olarak, 25 yılı deviren mazisinde hiçbir yıldızı ayartıp formasını giydiremedi. Kendi içlerinden çıkarttıkları tek süper star (Vince Carter) da bir-iki umutlandırdıktan sonra arkasına bakmadan kaçtı (Bize de yıllardır affetsek mi affetmesek mi sorunsalını tartışmak kaldı!). Nitekim bir yolunu bulup takasla renklerine kattığı oyuncuların "Ben Toronto’ya gelmem." dedikleri ve gelmedikleri bile vakidir (Zo! Seni asla affetmeyeceğiz!). Ama geçen sene sonunda ne olduysa oldu ve Raptors ligin en iyi ilk beş oyuncusundan birini kontratının son senesinde takasla kadrosuna kattı.
İşte Raptors 2-0 geriye düştükten sonra, bu baskın ve boğucu karamsarlıktan etkilenmeyen tek isim oydu: Kawhi Leonard. Örnekle önderlik etmek diye bir şey var. Maç sonu kendisine mikrofon uzatıldı. Muhabir, "Kawhi, buradan sonra nereye gidiyorsun(uz)?" dedi kinayeli bir şekilde. Soru müthiş ironikti: Kawhi’ya yalnızca bu serinin nereye gittiğini sormuyordu; aynı zamanda, "Sen bu yılın sonunda nereye gidiyorsun?" da diyordu. Kawhi sadece Kawhi demek de değildi. Leonard’ın takımdan ayrılmasıyla birlikte, Raptors bir yeniden yapılanma dönemine girecek ve yeni bir kazanma kültürü yaratması yıllar alacaktı. Kawhi’ın sene sonunda Los Angeles başta olmak üzere büyük şehirlerden birine gideceği kanaati bir hayli güçlü. Bu yüzden bütün Raptors taraftarları ağzının içine bakıyordu: Seri giderse gitsin, Kawhi gitmesin (#HeStay ve #KaWineAndDine heşteglerine bakınız.)
Kawhi cevabını her zamanki ketumluğuyla verdi, sadece birkaç kelime: "Ben Toronto’ya gidiyorum, üçüncü maç için." Ve artık internette efsane hâline gelmiş olan o gülüşünden küçük bir hıhlama, handiyse bir tebessüm, takım içinse enikonu bir hayat öpücüğü! Epifanik bir an.
Amerikalılara yüklenirken, ben kendim de bir geriye dönüşlü efsane yaratmak istemem ama Kawhi’ın bu soğukkanlı, rahat tavrı hemen akabinde Raptors camiasına dalga dalga yayıldı. Herkes birdenbire "Biz inandık, siz de inanın!" moduna geçmedi elbette. Sonuçta kâğıt üzerinde Bucks daha iyi bir takımdı. Ama hava değişmişti. Sezonu kafasında bitirmiş, yaz aylarını düşünen takıma azmetmeyi, zamanın ruhuna kapılmamayı telkin ediyordu. Öyle de oldu. Kawhi’ın önderliğinde Raptors, sahasındaki iki maçı alarak durumu eşitledi ve beşinci maç için yeniden Milwaukee yollarına düşüldü.
İnançsızlık yine had safhadaydı. Ligin bu sezonki en iyi takımını deplasmanda yenmek kolay değildi. Dahası Raptors başta Kawhi olmak üzere çeşitli sakatlıklarla boğuşuyordu, kadrosu dardı ve yaşlıydı. Nitekim Bucks daha ilk çeyrekten 14 sayı öne fırladı, Raptors ilk dalgayı öyle ya da böyle püskürttü, öne geçti. Ama ikinci yarının başında Bucks yine saldırdı ve 12 sayı öne geçince Raptors molası geldi.
Takımın sesi çıkan lideri eskilerden Kyle Lowry. Lider olmadığı için eski koçu ve diğer bazı isimlerce eleştirilense Kawhi Leonard. Ama Kawhi yine az ve öz konuşur: "Bu ânın tadını çıkarın, gerilmeyin, eğlenmeye bakın. Bu yüzden buradayız."
Çok büyük laflar! Arkasını dolduramazsanız bir daha sözünüzün kıymeti kalmaz. Sonuç? Leonard son çeyrekte takımının ilk 15 sayısının 12’sini atıp, rakip takımın en iyi oyuncusunu kilitleyip Raptors’ı 3-2 öne geçiren galibiyetin mimarı oldu. Ve bu sabaha karşı Raptors sahasındaki maçı da kazanarak tarihinde ilk kez NBA Finali’ne yükseldi. Orada da drama eksik değildi. Son 14 dakikaya 15 sayı geride giren Raptors, direnme ruhunu edinmiş bir takım olarak NBA Finali’nde Warriors’ın karşısına çıkmaya hak kazandı.
Spor bu yüzden güzel. İzlerken bile sadece bir oyun değil bu. Günlük hayatın içindeki mücadelelerin dolaylı temsilleri bunlar. Bize olağanüstü dönemlerde olağan tepkiler verebilen insanların tutunabildiğini öğretiyor. Ve bir neoklasik düsturun albenisine kapılmışçasına, öğretirken de eğlendiriyor.