Avuçlarından Kayan Bir Hayat...
Röportaj: Mete Aydın Metea@sporx.com O Cesur; Hedefleri Doğrultusunda Giden ve Karşısına Çıkan Tehlikeli Olaylardan Yılmadan, Yoluna Devam Eden Bir İnsan.
Röportaj: Mete AYDIN
metea@sporx.com
O cesur; hedefleri doğrultusunda giden ve karşısına çıkan tehlikeli olaylardan yılmadan, yoluna devam eden bir insan... O zeki; Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği'nden mezun ve Amerika'da işletme master'ı (MBA) yapmış bir insan.... O yardımsever; kurduğu vakıf ile eğitime muhtaç çocukların geleceğini aydınlatan bir insan... O azimli; dünyada üç ayrı okyanusu kürekle geçmeyi başaran ilk ve tek insan... O rekortmen; okyanusta geçirdiği tam 629 gün ile dünyada okyanusta en uzun süre kalan kişi unvanına sahip tek insan... O yaralı; en yakın dostu olan ve ona 'imkansız yoktur'u öğreten insanın avuçlarının arasından kayarak gitmesini görmüş bir insan... O kararlı; dostunu kaybettikten sonra hayatını onun anısını yaşatmaya adayarak, 2004 yılında başladığı ve yalnızca kas gücü ile yol aldığı dünya turunun ikinci yarısına çok yakında başlayacak olan insan...
Kimden mi bahsediyoruz tabii ki Erden Eruç... Editörlerimizden Mete Aydın, Eruç ile bu devri aleme nasıl karar verdiğinden, yaşadığı zorluklardan ve bundan sonra neler yapacağına kadar birçok konuda ilginç ve bir o kadar da keyifli bir sohbet gerçekleştirdi.
“GÖRAN KROPP'UN KİTABI ONA İLHAM VERDİ, ONUNLA TANIŞTI VE ÇOK İYİ DOST OLDULAR”
- Çocukluğunuzdan itibaren çeşitli sporlarla uğraşmışsınız. Dağcılık, doğa sporları, güreş ve judo sporu ile ilgilenmişsiniz... Son olarak dünyada 3 ayrı okyanusu kürekle geçmeyi başaran ilk ve tek Türk denizci oldunuz... Bu aşk nasıl başladı?
“4 yaşında spora kayakla başladım. 11 yaşında babam beni Erciyes Dağı'na çıkardı. Sporla iç içeydim. Atletizm, güreş, judo arada maratonda koştum. Bu aşk üniversite yıllarında başladı. Ben makine mühendisliği master'ı yapmıştım. Makine mühendisliği master'ı yaptıktan sonra, kimse bana 'gel başla' demedi, herkes 'askerliğini yaptın mı?' diye sordu. Bir de doğa çıkışları yapmak istiyordum. Bununla ilgili kitaplar okumuştum. Yani beni oraya iten, beni de buradan iten bir şey vardı. Bu yüzden Amerika'ya gittim ve öğrenci olarak orada devam ettim.
Okulu bitirdikten sonra program yazılımcısı olarak çalışmaya başladım. İşletme master'ı (MBA) yaptım, proje yöneticisi oldum. 11 Eylül saldırılarının ardından projeler durduruldu.
Sporla bu kadar iç içe olduğunuzda, ofiste yazılım şirketinde çalışırken, hep insanın hayalleri oluyor. Çıksam koşsam, çıksam dağa gitsem gibi... Bir ikilem içindeydim. Duvarda bir dünya haritası vardı. Onun üzerinden parmağımı sürdüm Washington'dan Türkiye'ye, 'Acaba olabilir mi?' dedim. Acaba deyince, ilk fikir oluşuyor zaten, sonra nasıl aşamasına geçtim. 1997'den itibaren bu konu kafama yerleşti. Bununla ilgili İsveçli Göran Kropp tarafından yazılmış kitabını okudum. O kitap, yazarın İsveç'ten Nepal'e bisikletle gidip, Everest'e tırmanışını anlatırdı. Kropp, 2001'de Seattle'a geldi. Bana ilk sorduğu soru 'Ne zaman başlayacaksın?' oldu. Beni teşvik eden oydu.
“DAĞA TIRMANIRKEN, DOSTUMUN İPİNİN UCU BENDEYDİ, DÜŞTÜ VE...”
İlk kez 2002 yılının Eylül ayında birlikte tırmanma fırsatı bulduk. Düştü ve hayatını kaybetti. İpin ucu bendeydi. O zaman 'hayat kısa, başlamak lazım' dedim. 1997'den 2002'ye kadar bahaneler ürettim. Kariyer var, sponsor bulacağız, hazırlanacağız, bilgi edineceğiz filan... Tabii bunların hepsi bahane... O kaza olduktan sonra nişanlımla oturdum, konuştum ve 'bunu yapmalıyım' dedim. Bana çok destek verdi. Göran'ın cenazesine gittim, dönerken karar verdim.
Uçakta dünya haritasını çizdim. Haritanın üzerindeki kıtaların en yüksek zirvelerini işaretledim ve bunları birbirine bağladım. Böylece altı zirve projesi doğdu. Kas gücü ile devri alem yapmaya, kıtaların en yüksek zirvelerine çıkmaya karar verdim. Eğer bunları yaparsam, Göran'ın anısını yaşatırım diye düşündüm. Böylece ilk zirve olan Alaska'daki Denali zirvesine tırmandım. Kimse beni tanımadığından sponsor bulamadım. Emeklilik fonlarımı bozdurup, yola çıktım. 9 bin km gidiş-dönüş yol yaptım.108 km buzullar üzerinden ana kampa gittim. Ondan sonra zirveye tırmandım.
Okyanusun geçilmesi için tekneye ihtiyacım vardı ama sponsorum olmadığı için manzaralı evimi ve arabamı sattım. O para ile elden düşme bir tekne aldım. O tekne ile 2004'ten sonra hayatımın 629 gününü okyanuslarda geçirdim. Bu da beni hayatta olan en tecrübeli okyanus kürekçisi yaptı. İnsanlar böyle bir travma yaşamadan kararlarını versinler istiyorum.”
“BATMAN KIZ YURDU İÇİN 200 BİN DOLAR PARA TOPLADIK”
- 2003 yılında Around N Over Vakfı'nı kurmuşunuz. Bu vakfı kurma amacınız neydi?
“Yaptığımız her şeyde toplum adına yarar üretilebilir tezinden hareketle başladık. Benim bir hayalim olduğu ve buna yardım edecek insanların da bir çatı altında toplanması adına kurumsallaşmak gerekiyordu. Bu yüzden kar amacı gütmeyen bir vakıf kurduk. Amerika'daki vergi dairesinin denetimi altında, topluma açık bir vakıf kurdum. Buradaki esas amaç; çocuklarla deneyimimi paylaşmak, onları bilgilendirmek, 'iyi yurttaş nasıl olunur'u anlatmak, bir de gelişmekte olan toplumlara eğitim için kaynak ve tesis sağlamaktı.
Bu amaca yönelik de Türkiye'de ilköğretim okullarına yardım vakfına (İLKYAR) destekte bulunuyoruz. Bu vakfın yaptıkları da durumu olmayan öğrencilere iyi bir eğitim sunabilmek, özellikle kız çocuklarının okulda kalmasını sağlamak ve ailelerine bu konuda telkinlerde bulunmak. Ayrıca Batman'da kız yurdu inşası için 5 bin dolar para verdik. Amerika'daki bir vakfın katkısı ile Batman kız yurdu için 200 bin dolar toplandı ve amacına ulaştı.”
- Çocukların daha iyi yetişmesi amacı ile vakıf kurmuşunuz. Çocukları anladığımız kadarı ile çok seviyorsunuz, çocuğunuz var mı?
“Çocuğum yok, biz eşimle geç evlendiğimiz için çocuk sahibi olmadık, bu saatten sonra da olmaz.”
“PROJEYİ DEĞİŞTİRDİM”
- 2004 yılında Pasifik Okyanusu'nun geçişi sırasında, Miami'den denize açılacakken, San Francisco'dan denize açılmaya karar vermişiniz, bunun nedeni neydi?
“Eski planda ben tekneyi bir kıyıdan diğerine aktarmadan, düz bir çizgide götürmek istedim. Miami'den ya da Amerika'nın doğu kıyılarından denize açılsam ve tekrar tekneyi geri o noktaya getirsem diye düşünüyordum. Böylece projenin yakıt tüketimi azalırdı. Çünkü kas gücü ile yapıyordum, bu mümkün olsa ve ben bunu sürdürseydim daha uygun olurdu.
Bir de işin Panama Kanalı boyutu var. Panama Kanalı'na büyük gemiler girdiği için benim teknemde motorla değil de kasa gücü ile gittiği için izin yoktu. İzin olsa bile; Panama Kanalı'nda sürekli aşağı doğru 2-3 deniz mili sert akıntılar oluyor. O akıntıya karşı benim kürek çekmem mümkün değildi. Miami fikrinden bu yüzden vazgeçtim. Sonuçta projeyi değiştirdim.”
OKYANUSTA ONU EN ÇOK NE YORDU?
-Okyanusta en uzun süre kalma rekoruna (629 gün) sahipsiniz, bu sürede size en çok ne sıkıntı yarattı, nelerle karşılaştınız?
“Daha ilk günden beri su cihazım hep bana sorun çıkarmıştır. İlk okyanusa çıktığımda su cihazını çalıştıramadım. Bana 'tamam hazır' dendi, ben de çıktım. Onun kendine özgü bir, iki problemi varmış, bunu zaman içinde çözdüm. Giderek daha güvenilir bir cihaz olmaya başladı. En son Madagaskar'a vardığımda çalışmamaya başlamıştı. Tatlı su üretmiyordu, suda tuz tadı alıyordum. O yüzden cihazı attım. 629 gün o teknede geçti ama hala onu çözüyorum yani... Ne kadar hazırlanırsan hazırlan, bir sürpriz olabiliyor. Bu tip durumlarda insan sonrası için tedbirini alıyor ama her zaman da bu önlemler olayı çözmüyor.”
-Okyanusta hiç unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
“30 Ekim 2010'da Madagaskar'ın batısında Gaziantep Firkateyni ile buluştuk. Deniz Kuvvetlerimiz ve benim için gurur duyulan bir gün oldu. Orada ticari çıkarlarımız olduğundan dolayı 170 metrelik modern Gaziantep Firkateyni görevde bulunuyor. Kızıldeniz'den Uzakdoğu'ya ve Afrika'nın doğu kıyılarına giden gemilerimiz oradan geçiyor. Diğer çıkarı olan ülkeler gibi oraya savaş gemisi yollamışız, sürekli görevdeler. Denizde buluştuk ve bayrağımızı dalgalandırdık. Kısacası orada tarih yazdık.”
“312 GÜN OKYANUSTA KALDIM”
-Okyanusta kendinizi en çaresiz hissettiğiniz anda manevi olarak neye sığındınız, dayanma gücünü nerden buldunuz? Bunları anlatır mısınız?
“Pasifik'te teknede resmen esir kaldım, 312 gün okyanustaydım ve o rekor oldu. Çünkü tekneyi bir türlü karaya ulaştıramadım. 8 ayda Avustralya'ya gitmeyi düşünüyordum. Ben denizde iken iklim şartları değişti. Güneydoğudan, ekvatordan gelen rüzgârlar daha güçlü esmeye başladı. La Nina, El Nino'nun tersidir. Doğu ve batı arasındaki basınç farkından La Nina oluşur. Ben her güneye geçmeyi çalıştığımda o geldi güneydoğudan beni yukarı itti. Sonuçta deniz beni batıya doğru sürdü. Bir türlü yol üzerindeki adalara da çıkamadım. Çıksam bir sene orada bekleyecek, La Nina olmadığı zaman, bir sonraki sene yola devam edecektim ama onu da beceremedim. Batıya doğru ilerledim. İşte orada kontrolün bende olmaması bir belirsizlik yarattı. Doğaya teslim olmak gerekiyordu, o şekilde devam ettim. Filipinlere kadar gitmeye ve Endonezya'da erzak ikmali yapmaya razıydım. Mesafeler çok uzun olduğu için erzak ikmali yapamadım. 10 günlük yiyeceğim kalmış, kasırga mevsimi olmuştu. En sonunda Filipinli balıkçılardan yardım istedim. Beni sudan kaldırdılar. Uzun süre denizde kaldım ama isteyerek değil. Bu da rekor oldu.”
“HİÇ ÖLÜM KORKUSU YAŞAMADIM”
-Aslında çok tehlikeli bir spor yapıyorsunuz, okyanus ile boğuşuyorsunuz, hiç ölüm korkusu yaşadınız mı?
“Hayır, hiç ölüm korkusu yaşamadım. Tabii tedirginlik oldu. Umarım tekne devrilmez. Ne olacak, nereye gidiyoruz gibilerinden endişelerim oldu. Tekne devrilirse, kaybedeceğim bir şey olmasın, her şey tekne altında olsun istedim. Kendimi ona hazırladım. Fırtına geliyorsa, kürekler içeri alınır, her şeyi toplarım, her şey bağlanır. Kabine geçmek üzere plan yaparım. Kaç gün kabinde kalacaksam ona göre su, erzak koyarım. Bir de yanıma idrar şişesi alırım ki kabinden çıkmak gerekmesin. Onun dışında teknenin burnundan paraşüt salarım, dalgalara dönsün diye ve deniz çıpası atarım. Tabii önce kafamda bunu bir kurarım. Çünkü arada bir tanesini yanlış yaparsam, o silkelenir gider ve onu kaybederim.”
- Peki okyanusta yiyeceklerinizi nasıl koruyorsunuz?
“Meyve alırsam, ancak 2 hafta dayanıyor, bir yerden sonra küfleniyor. Kurutulmuş yiyecekler alıyorum. Bunlar poşet içinde kapalıdır. Hiçbir şekilde bozulmaz. Bunları kaynar su ile hazırlıyorum. Suyu kaynatıp, poşete koyar ve fermuarını kapatırım. 15 dakika sonra yiyecek olur. Ekmek almıyorum. Onun yerine kuskus, bulgur alıyorum. Hazır pirinçler de var, onları da aynı şekilde kaynatıyorum. Toz halindeki patates püresi de suda kaynar, şişer ve püre olur.”
OKYANUSTA İKEN NELERİ YAPMAYI ÖZLEDİ?
- Karada iken yapmaktan çok hoşlandığınız ama bunu denizde iken yapamadığınız ve sizi bu konuda mutsuz ya da rahatsız eden bir şey var mı?
“Taze meyve ve sebze yiyememek, soğuk su içememek, tatlı su ile duş alamamak, yatakta uyuyamamak, sallanamamak ve tabii ki eşimle birlikte olamamak.”
-Eşinizle nasıl tanıştınız?
“İş ortamında tanıştık. Ben bir projenin başında iken Seattle'dan ekibimle birlikte Chicago'ya gittim, Eşim Amerikalı, onla orada tanıştık. Daha sonra 'Chicago'ya gelemem, sen Seattle'a gel' dedim, çünkü Chicago'da dağ yok. O da geldi, beğendi ve kaldı. Kısacası onu transfer ettim.”
- Bu kadar zor bir işle uğraşırken, boş vaktiniz olduğunu düşünmüyorum, ama sporun dışında başka neler yapmaktan hoşlanırsınız?
“Bizim evin yakınında bir göl var. Eşimle birlikte onun çevresinde yürüyüş yapmaktan büyük keyif alırız. Eşim de rahat durmuyor. Sürekli iş nedeni ile gezen bir insan. Çok fazla görüşemiyoruz. Ben Seattle'a döneceğim 4 hafta yoğun bir hazırlık ile geçecek sonra Mart'ta Madagaskar'a gideceğim. Daha sonra ise Tanzanya'da buluşup, Klimanjaro'yu birlikte çıkmayı düşünüyoruz. Böyle bir hayat işte (gülüyor).”
“GALATASARAY VE FENERBAHÇE BENİM İÇİN AÇIK ARTIRMA YAPSIN”
- Bu kadar sporu seven bir insansınız, dünyanın en çok ilgi duyulan sporlarından biri olan futbol ile aranız nasıl? Tuttuğunuz bir takım var mı?
“Futbolla bir alakam yok, tuttuğum takım da yok. Teknem sarı, sponsor olan kulübe göre kırmızı veya lacivert giyebilirim. Bu Galatasaray ve Fenerbahçe'ye bir mesajdır. Onların da kürek takımları var. Dünyada ilk ve tek olan birisini takımlarından görmek isterlerse, açık artırma yapsınlar, hangisi daha çok para verirse, o sponsorum olur ve o kulüpten lisansımı çıkarırız.”
“ÖLÜLERİ ÇIKARIP, BİRLİKTE ZAMAN GEÇİRİYORLAR”
- Madagaskar'a özel bir ilginiz olduğunu duydum, bu neden kaynaklanıyor?
“Öncelikle teknem orada, onu bırakıp, geldim. Madagaskar'da daha çok vakit geçirmek isterim, orası kendine has bir yer. Neredeyse kıta büyüklüğünde koca bir ada ve milyonlarca sene önce Afrika Kıtası'ndan ayrılmış. Bukalemunlar oradadır, başka yerde yok. Ağır aksak bir maymun türü olan lemurlar var. Kendine has ağaçları ve bitki örtüleri var, güzel bir yer yani... Kendine has töreleri vardır. Ölülerini mağaralara koyarlar ve gömerler. Sonra her sene çıkarıp, köşeye oturturlar ve onlarla birlikte zaman geçirirler. Yani dedeler filan çıkar ortaya... 100-200 senelik ölüler. Sonra tekrar yerine konur. Böyle ilginç töreleri var.”
“YUNAN SULARINDAN GEÇSEM, TÜRK BAYRAĞINI İNDİRTİRLER”
- Teknenizin Türkiye'de kayıt edilememesi ve gittiğiniz limanlarda Türk bayrağı çekmek ile ilgili bürokratik engeller yaşamışsınız... Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?
“Yanılmıyorsam 2007'de İzmir Liman Müdürlüğü'ndeydim. Orada bu işler ile ilgilenen bir kişi ile konuştum, daha sonra Denizcilik Müsteşarlığı'na da gittim. Tekne tanımına göre bunun motor olması gerekiyor ama benim teknem kas gücü ile gidiyor, olay bu. Motor koyarsam olmaz. Ben uluslararası limanlara giriyorum, belge göstermek zorundayım. Teknemi kaydedemeyeceklerini söylediler. Bir de denize elverişlilik belgesi gerekiyor. Türkiye'de kaydedemiyordum tekneyi ama artık kaydedebilirmişim. Araştıracağız, göreceğiz. Bu tekne 3 ayrı okyanusu geçmiş ilk kürekli teknedir. Yani bunu tarih yazmıştır, kayıtlı olması gerekir. Yeni Ticaret Kanunu'nda bir madde var. Türk bayrağı çekme hakkın olmamasına rağmen, çeken kaptana 6 ay hapis, çekmesi gerektiği halde çekmeyen kaptana da 6 ay hapis cezası var. Ben gittiğim yerlerde bayrağı çekiyorum hatta göndere çekiyorum ama o bayrak gönderde durmaz. Çünkü başka ülkenin kara suyuna girdiğinde, göndere çektiğin bayrağın o ülkenin bayrağı olması gerekir. Kimse şimdiye kadar 'niye dalgalandırıyorsun' demedi ama Yunan sularından geçmeye kalksam, bana 'indir onu' derler.”
DEVRİ ALEMİ TAMAMLAMAYA NE KADAR KALDI?
2004 yılında başladığınız ve yalnızca kas gücü ile yol aldığınız dünya turunun ikinci yarısına çok yakında başlıyorsunuz... Bundan sonraki hedeflerinizden kısaca bahsedebilir misiniz?
“İlk olarak Madagaskar'dan yola çıkacağım, Tanzanya veya Mozambik'in güneyinden, bir yerlerden karaya çıkacağım. Korsanlara takılmamam gerekiyor. O yüzden güneyde kalmalıyım, fazla kuzeye çıkmamam gerekiyor. Sonra Klimanjaro'ya gideceğim. Haziran ayında orası çıkılacak. Ondan sonra Tanzanya, Zambiya ve Namibya üzerinden karaya çıkacağım. Oradan Güney Atlas Okyanusu'nu geçerek, Brezilya'ya gideceğim. Sonra Güney Amerika'da Aconcagua zirvesi var. Oradan da California'ya döneceğim. Bu plan hiç yoksa 2 sene uğraştırabilir beni. Ondan sonra Avrupa'nın en yüksek noktası olan Elbruz ve Everest var, onları pas geçmiş oldum. Çünkü ben Avustralya'dan direkt Afrika'ya geçtim. Bu da benim o zirvelere geri dönmemi gerektirecek.
Amerika'ya vardıktan sonra biraz dinlenirim.. Daha sonra Amerika'dan Çin'e geçilecek ki bu çok zor, bu okyanus kürekçiliğinin 'Everest'i olur. Ben bunu yaparsam eğer, bütün okyanus kürekçileri gelsin, elimi öpsün. Amerika'nın doğu yakasından Avrupa'ya daha geçilmedi. Tekneyi kıyıya yanaştırabilirsem, amacım Portekiz'e gitmek. O zaman batıdan doğuya gelebilirim. Everest son zirve olur. Batıya gidersem, ise Everest çıkılır, Elbruz son zirve olur.”
“YARIN, BİR GÜN OKUYACAKSINIZ DEVRİ ALEMİ BİTİRMİŞ DİYE”
- Bu devri alemi bitireceğinize emin misiniz? Hiç kuşku duyuyor musunuz, ya hayalimi gerçekleştiremezsem diye?
“Bu devri alemi tamamlayacağım adım gibi biliyorum. Yarın, bir gün okuyacaksınız, bitirmiş diye. Bundan zerre kadar şüphem yok. Bütün sponsorlarım geri çekilse de çalışır, para biriktirir, kendi paramla yine bu devri alemi tamamlarım. Bu benim hayalim çünkü ben bunu yaşıyorum. Okyanusları, dağları, boğazları aşarım, benim için hiç fark etmez.”
Sizin gibi başka birinin daha bu başarıları elde edeceğine inanıyor musunuz? Kısacası sizin gibi biri daha çıkar mı?
“Çıkar. Adam yokluğundan değil, bunların yapılmaması, sponsorlar devreye girmiyor. Sponsor olmadığından projeler gerçekleşmiyor. O yüzden televizyonda sürekli Discovery Channel ve National Geographic Channel'da yabancıları izliyoruz.”
- Aktaş Group halen sponsorunuz mu? Başka sponsorunuz var mı? Sponsorluk için neler söylemek istersiniz?
“2007 yılından beri Bursa'daki Aktaş Holding sponsorum. Türkiye'den gelen bağışları, sponsorum aracılığı ile İLKYAR alıyor. Şimdiye kadar onlara 70 bin dolar katkımız oldu. Ama bu kadar mı olmalıydı? 70 milyondan 70 bin dolar mı çıktı? Türk toplumu olarak birbirimize yardım etmiyoruz. Benim Facebook'ta grubum var, en son oranın 1700 üyesi vardı. Herkes 10 TL verse, ne kadar para olur ama insanlar vermiyor. 'Buraya kadar geldik, bir de paramı istiyorsun' diyorlar. Böyle bir düşünce yapısı olduğu sürece yapılanın da bir kıymeti kalmıyor tabii...
Marjinal Reklam ve Tanıtım da sponsorlarımdan biri. Medya ile ilişkilerde aracı oluyorlar. Ufak sponsorlarımız var. Daha yeni HAVELSAN'dan katkı geldi. Bu para ile de İLKYAR'a yardımcı olacağız. 75 bin dolar daha toplandı. Ama bu para şu anda kitlenmiş durumda. Destek geldikçe ben bunu İLKYAR'a yönlendireceğim. Bu 75 bin doların yarısı Türklerden gelen bağışlar. Biz de eşimle birlikte bu işe 206 bin dolar katkı verdik. Adalar kürek takımından gelen 10 bin dolar var. 2005 yılında onlar bana destek vereceklerini söylemişlerdi Onu da projede kullandık. Sponsorluklar bu şekilde değerlendiriliyor. Vakfı da bu tür projeleri hayata geçirmek için kurdum.”
“TÜRK TELEKOM ARENA İSMİNDE BİR PROBLEM YOK, AMA BİZE VAR”
- Devletin ve basının sizi yeterince desteklediğini hissediyor musunuz? Beklentileriniz nedir?
“Basın ve devlet tarafından desteklendiğimi hissetmiyorum. 2007 Ocak ayında Türk Tanıtma Fonu'ndan başvuru yapılmıştı. Onlara öneri vermiştim. 200 bin dolara ihtiyacım vardı. Bunun üçte biri devletten, üçte biri bağışlardan, üçte biri de sponsorluklardan gelir diye düşünüyordum. 'Okyanusları geçen ilk Türk olacağım, Türk bayrağını dalgalandıracağım' dedim ve şu anda 3 ayrı okyanusu geçen tek kişiyim. Türk Tanıtma Fonu'ndan 70 bin dolar istedik, bize 9200 dolar verdiler. Ben 7 metrelik tekne istedim bana 1 metrelik tekne verdiler. Bunla başla dediler. Şimdi ben bir daha başvuru yapmalı mıyım bilmiyorum. Bu konuda tereddütteyim.
Medya tarafında da sorun yaşıyorum. Haber verildiğinde haber yapılıyor ama 'sponsorum Aktaş' dediğimde adı yazılmıyor, kaslagit.com diye internet sitem var, orada neler yaptıklarım yazıyor, insanlar takip etsin istiyorum ama 'reklama girer' diyorlar. Televizyonda da RTÜK problemi var. Benim teknemin üstünde sponsorumun adı var. Bu ekranda verildiğinde sponsorumun adı flu yapılıyor. Bu gibi sorunlarım var. Sponsorluk yasası altında ben Gençlik Spor Müdürlüğü'ne bunu onaylatıyorum. Cumhurbaşkanı ve Başbakan'a da bu konuda yazacağım ama onların eline ulaşır mı bilmem. Aslantepe Stadı'nı kim biliyor, herkes Türk Telekom Arena olarak biliyor. Bu anlayışa göre Türk Telekom markasının duyulmaması gerekiyor ama aklımıza kazındı. Onlara bir problem yok ama bize var. O zaman benim medyada görünmemin ne anlamı var.”
Fotoğraf: Serhan CENGİZ