Haberler
İsrail ve Hizbullah ateşkese çok yakın: 36 saat içinde ilan edecekler

Savaşın bitmesine saatler kaldı! Ateşkes artık çok yakın

Kreş tartışmasında CHP'li Başarır ağzını fena bozdu: Tweet bu kadar, geri zekalı

CHP'li Başarır ağzını fena bozdu! Varank'ın yanıtı ise daha bomba

Naci Görür'den Malatya'daki depremden sonra korkutan açıklama: Sonuncusu 2 bin 500 yıl önceydi

Malatya'daki depremden sonra korkutan açıklama: Sonuncusu 2 bin 500 yıl önceydi

İşte kokoreçcide ölen gencin son videosu: Ölürsem bunu paylaşın

İşte kokoreçcide ölen gencin son videosu: Ölürsem bunu paylaşın

Vakıa suresi Türkçe ve Arapça okunuşu, Vakıa suresi Türkçe meali nedir? Vakıa suresi faziletleri ve tefsiri nedir?

Haberler
Güncelleme:
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Vakıa suresi Mushafta 56. suredir ve 96 ayetten oluşur. Vakıanın anlamı gerçekleşen olay demektir. Bu olay ise kıyamettir. Kıyamet kopmadan önceki ve sonraki meydana gelen dehşetli hâller ve insanların amellerine göre yer alacağı gruplar anlatılmaktadır. Kıyamet gününün gerçek olduğuna asla kuşku duyulmaması gerektiği söyler.

Vakıa sûresinde geniş biçimde cennet ve cehennemin nasıl bir yer olduğunu anlatır. Kur'an'ın Allah tarafından indirilmiş bulunduğuna ve Kur'an'ın insanlar için büyük bir nimet ve yol gösterici olduğuna dikkat çekilmektedir. Uzun bir sure olduğu için ezberlenmesi zordur bu sebeple vatandaşlar Vakıa suresini okumak için sık sık araştırma yaparlar. Bu yazımızda sizler için -Vakıa suresi Türkçe ve Arapça okunuşu, Vakıa suresi faziletleri ve tefsiri nedir?- gibisorulara cevap verdik. İşte, detaylar.

VAKIA SURESİ TÜRKÇE VE ARAPÇA OKUNUŞU

-Bismillahirrahmanirrahim —

1. İza veka'atilvaki'atu.

2. Leyse livak'atiha kazibetun.

3. Hafıdatun rafi'tun.

4. İza ruccetil'ardu reccen.

5. Ve bussetilcibalu bessen.

6. Ve fekanet hebaen munbessen.

7. Ve kuntum ezvacen selaseten.

8. Feashabulmeymeneti ma ashaulmeymeneti

9. Ve ashabulmeş'emeti ma ashabulmeş'emeti

10. Vessabikunessabikune.

11. Ulaikelmukarrabune.

12. Fiy cennatin na'ıymi.

13. Sulletun minel'evveliyne.

14. Ve kaliylun minel'ahıriyne

15. 'ala sururin medunetun.

16. Muttekiiyne 'aleyha mutekabiliyne.

17. Yetufu 'aleyhim veldanun muhalledune

18. Biekvabin ve ebariyka ve ke'sin min ma'ıynin

19. La yusadda'une 'anha ve la yunzifune.

20. Ve fakihetin mimma yetehayyerune.

21. Ve lahmi tayrin mimma yeştehune.

22. Ve hurun 'ıynun.

23. Keemsalillu'luilmeknuni.

24. Cezaen bima kanu ya'melune.

25. La yesme'une fiyha lağven ve la te'siymen

26. İlla kıylen selamen selamen.

27. Ve ashabulyemiyni ma ashabulyemiyni

28. Fiy sidrin mahdudin.

29. Ve talhın mendudin.

30. Ve zıllin memdudin.

31. Ve main meskubin.

32. Ve fakihetin kesiyretin

33. La maktu'atin ve la memnu'atin

34. Ve furuşin merfu'atin

35. İnna enşe'nahunne inşaen.

36. Fece'alnahunne ebkaren.

37. 'Uruben etraben

38. Liashabilyemiyni.

39. Sulletun minel'evveliyne.

40. Ve sulletun minelahiriyne.

41. Ve ashabuşşimali ma ishabuşşimali.

42. Fiy semumin ve hamiymin.

43. Ve zıllin min yahmumin.

44. La baridin ve la keriymin

45. İnnehum kanu kable zalike mutrefiyne.

46. Ve kanu yusırrune 'alelhınsil'azıymi.

47. Ve kanu yekulune eiza mitna ve kunna turaben ve 'ızamen einne lemeb'usune

48. Eve abaunel'evvelune.

49. Kul innel'evveliyne vel'ahıriyne

50. Lemecmu'une ila miykati yevmin ma'lumin.

51. Summe innekum eyyuheddallunelmukezzibune

52. Leakilune min şecerin min zakkumin.

53. Femaliune minhelbutune.

54. Feşaribune 'aleyhi minelhamiymi

55. Feşaribune şurbelhiymi.

56. Haza nuzuluhum yevmeddiyni.

57. Nahnu halaknakum felevla tusaddikune

58. Efereeytum ma tumnune.

59. Eentum tahlukunehu em nahnulhalikun

60. Nahnu kadderna beynekumulmevte ve ma nahnu bimesbukıyne.

61. 'Ala en nubeddile emsalekum ve nunşiekum fiy ma la ta'lemune.

62. Ve lekad 'alimtumunneş'etel'ula felevla tezekkerune.

63. Efereeytum ma tahrusune.

64. Eeentum tezre'unehu em nahnuzzari'une.

65. Lev neşa'u lece'alnahu hutamen fezaltum tefekkehune.

66. İnna lemuğremune.

67. Bel nahnu mahrumune.

68. Efereeytumulmaelleziy teşrebune.

69. Eentum enzeltumuhu minelmizni em nahnulmunzilune.

70. Lev neşa'u ce'alnahu ucacen felevla teşkurune.

71. Efereeytumunnarelletiy turune

72. Eentum enşe'tum şecereteha em nahnul munşiune.

73. Nahnu ce'alnaha tezkireten ve meta'an lilmukviyne.

74. Fesibbıh bismi rabbikel'azıymi.

75. Fela uksimu bimevakı'ınnnucumi

76. Ve innehu lekasemun lev ta'lemune 'azıymun.

77. İnnehu lekur'anun keriymun.

78. Fiy kitamin meknunin.

79. Lya yemessuhu illelmutahherune.

80. Tenziylun min rabbil'alemiyne.

81. Efebihazelhadiysi entum mudhinune

82. Ve tec'alune rizkakum ennekum tukezzibune.

83. Felevla iza beleğatilhulkume

84. Ve entum hıyneizin tenzurune.

85. Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lakin la tubsırune.

86. Felevla in kuntum ğayre mediyniyne.

87. Terci'uneha in kuntum sadikıyne.

88. Feemma in kane minelmukarrebiyne.

89. Feravhun ve reyhanun ve cennetu na'ıymin.

90. Ve emma in kane min ashabilyemiyni.

91. Feselamun leke min ashabilyemiyni.

92. Ve emma in kane minelmukezzibiyneddalliyne.

93. Fenuzulun min hamiymin.

94. Ve tasliyetu cahıymin.

95. İnne haza lehuve hakkulyakıyni.

96. Fesebbih bismi rabbikel'azıymi.

VAKIA SURESİ TÜRKÇE MEALİ

1. İza veka'atilvaki'atu.Büyük olay gerçekleştiği zaman;

2. Leyse livak'atiha kazibetun. Artık onun vukuunu yalan sayacak kimse kalmayacaktır.

3. Hafıdatun rafi'tun. O, alçaltır, yükseltir.

4. İza ruccetil'ardu reccen. Yer şiddetle sarsıldığı zaman;

5. Ve bussetilcibalu bessen. (5-6)Dağlar parçalanıp toz duman haline geldiği;

6. Ve fekanet hebaen munbessen.

7. Ve kuntum ezvacen selaseten. Sizler de üç gruba ayrıldığınız zaman:

8. Feashabulmeymeneti ma ashaulmeymeneti. Biri, amel defteri sağından verilenlerdir; ne mutlu o sağından verilenlere!

9. Ve ashabulmeş'emeti ma ashabulmeş'emeti. Diğeri amel defteri solundan verilenlerdir; ne bedbaht o solundan verilenler!

10. Vessabikunessabikune. Önde olanlar; (erdem, amel ve ödülde) önde olanlar;

11. Ulaikelmukarrabune. (11-12) İşte onlar nimetlerle dolu cennetlerde Allah'a en yakın olanlardır.

12. Fiy cennatin na'ıymi.

13. Sulletun minel'evveliyne. Çoğu önce gelip geçmişlerden;

14. Ve kaliylun minel'ahıriyne.Birazı da sonrakilerdendir.

15. 'ala sururin medunetun. (15-16) Karşılıklı olarak mücevherlerle işlenmiş tahtlar üstüne oturup kurulmuşlardır.

16. Muttekiiyne 'aleyha mutekabiliyne.

17. Yetufu 'aleyhim veldanun muhalledune. (17-18)Çevrelerinde kaynaktan doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle sonsuza dek hizmet sunacak gençler dolaşır.

18. Biekvabin ve ebariyka ve ke'sin min ma'ıynin.

19. La yusadda'une 'anha ve la yunzifune.Bundan dolayı ne baş ağrısına tutulurlar ne de sarhoş olurlar.

20. Ve fakihetin mimma yetehayyerune.Beğendikleri meyvelerle,

21. Ve lahmi tayrin mimma yeştehune.Ve canlarının çektiği kuş etleriyle.

22. Ve hurun 'ıynun.Güzel gözlü hûriler;

23. Keemsalillu'luilmeknuni.Saklı inciler misali.

24. Cezaen bima kanu ya'melune.Yaptıklarının karşılığı olarak.

25. La yesme'une fiyha lağven ve la te'siymen.Orada ne boş bir söz işitirler ne de günaha sokacak bir şey.

26. İlla kıylen selamen selamen. Sadece şu söz: "Size esenlikler, size mutluluklar!"

27. Ve ashabulyemiyni ma ashabulyemiyni.Amel defteri sağından verilenler; ne mutlu o sağından verilenlere!

28. Fiy sidrin mahdudin.(28-29) Onlar dalbastı kiraz ve meyve yüklü muz ağaçları arasında;

29. Ve talhın mendudin.

30. Ve zıllin memdudin.Kesintisiz gölgeler altında;

31. Ve main meskubin.Çağlayanların kenarında;

32. Ve fakihetin kesiyretin.(32-33) Bitip tükenmeyen ve yasaklanmayan bol meyveler arasında;

33. La maktu'atin ve la memnu'atin.

34. Ve furuşin merfu'atin. Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar).

35. İnna enşe'nahunne inşaen.Şüphesiz biz onları (eşlerini) yepyeni bir yaratılışla yaratmışızdır.

36. Fece'alnahunne ebkaren.(36-37) Onları bâkire, eşlerine sevgiyle bağlı ve yaşıt kılmışızdır.

37. 'Uruben etraben.

38. Liashabilyemiyni.Bütün bunlar, hakkın ve erdemin yanında olanlar içindir.

39. Sulletun minel'evveliyne.Onların bir kısmı öncekilerdendir;

40. Ve sulletun minelahiriyne.Bir kısmı da sonrakilerdendir.

41. Ve ashabuşşimali ma ishabuşşimali. Amel defteri solundan verilenler; ne bedbaht o solundan verilenler!

42. Fiy semumin ve hamiymin.İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içindedirler.

43. Ve zıllin min yahmumin. (43-44)Serin ve rahatlatıcı olmayan, kapkara bir duman gölgesindedirler.

44. La baridin ve la keriymin.

45. İnnehum kanu kable zalike mutrefiyne.Çünkü daha önce onlar hazlarına tutsak olmuşlardı.

46. Ve kanu yusırrune 'alelhınsil'azıymi.O büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı.

47. Ve kanu yekulune eiza mitna ve kunna turaben ve 'ızamen einne lemeb'usune. Şöyle diyorlardı: "Sahi biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltilecekmişiz?

48. Eve abaunel'evvelune.Üstelik gelip geçmiş atalarımız da mı?"

49. Kul innel'evveliyne vel'ahıriyne.De ki: "Hem öncekiler hem sonrakiler;

50. Lemecmu'une ila miykati yevmin ma'lumin.Bilinen bir günün belirlenmiş bir vaktinde mutlaka bir araya getirilecekler!"

51. Summe innekum eyyuheddallunelmukezzibune.Sonra siz ey yoldan sapmış inkârcılar!

52. Leakilune min şecerin min zakkumin. Mutlaka zakkum ağacından yiyeceksiniz.

53. Femaliune minhelbutune.Karınlarınızı onunla dolduracaksınız.

54. Feşaribune 'aleyhi minelhamiymi.Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz.

55. Feşaribune şurbelhiymi.Hem de susamış develerin suya kanmaz içişleriyle.

56. Haza nuzuluhum yevmeddiyni.İşte hesap gününde onların ağırlanması böyle olacak!

57. Nahnu halaknakum felevla tusaddikune. Sizi biz yarattık; artık inansanıza!

58. Efereeytum ma tumnune.Akıttığınız meniyi düşündünüz mü?

59. Eentum tahlukunehu em nahnulhalikune.Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa biz miyiz yaratan?

60. Nahnu kadderna beynekumulmevte ve ma nahnu bimesbukıyne. (60-61)Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez.

61. 'Ala en nubeddile emsalekum ve nunşiekum fiy ma la ta'lemune.

62. Ve lekad 'alimtumunneş'etel'ula felevla tezekkerune. Hiç kuşkusuz ilk yaratılışınızı biliyorsunuz; düşünüp ibret alsanıza!

63. Efereeytum ma tahrusune.Ektiğiniz tohumu düşündünüz mü?

64. Eeentum tezre'unehu em nahnuzzari'une.Onu siz mi bitiriyorsunuz yoksa biz miyiz bitiren?

65. Lev neşa'u lece'alnahu hutamen fezaltum tefekkehune.Dileseydik onu kuru bir çöpe çevirirdik de şaşırır kalırdınız:

66. İnna lemuğremune."Doğrusu çok zarara uğradık!

67. Bel nahnu mahrumune. Daha doğrusu büsbütün mahrum kaldık" (derdiniz).

68. Efereeytumulmaelleziy teşrebune. İçtiğiniz suyu düşündünüz mü?

69. Eentum enzeltumuhu minelmizni em nahnulmunzilune.Onu buluttan siz mi indirdiniz yoksa biz miyiz indiren?

70. Lev neşa'u ce'alnahu ucacen felevla teşkurune. Dileseydik onu tuzlu yapardık. O halde şükretmeli değil misiniz?

71. Efereeytumunnarelletiy turune. Tutuşturmakta olduğunuz ateşi düşündünüz mü?

72. Eentum enşe'tum şecereteha em nahnul munşiune. Onun ağacını siz mi yarattınız yoksa yaratan biz miyiz?

73. Nahnu ce'alnaha tezkireten ve meta'an lilmukviyne. Biz onu çöl yolcularına ve açlık çekenlere bir işaret ve nimet kıldık.

74. Fesibbıh bismi rabbikel'azıymi. Öyleyse ulu rabbinin ismini tesbih et.

75. Fela uksimu bimevakı'ınnnucumi.Bakın! Yıldızların yerlerine yemin ederim,

76. Ve innehu lekasemun lev ta'lemune 'azıymun. Ki bilseniz, bu gerçekten pek büyük bir yemindir.

77. İnnehu lekur'anun keriymun.Kuşkusuz o, değeri çok yüce Kur'an'dır.

78. Fiy kitamin meknunin.(Aslı) korunmuş bir kitaptadır.

79. Lya yemessuhu illelmutahherune. Ona ancak tertemiz olanlar (melekler) dokunabilir.

80. Tenziylun min rabbil'alemiyne.O, âlemlerin rabbinden indirilmiştir.

81. Efebihazelhadiysi entum mudhinune.Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?

82. Ve tec'alune rizkakum ennekum tukezzibune.Size verilen rızka yalanlamayla mı karşılık veriyorsunuz?

83. Felevla iza beleğatilhulkume.Ama can boğaza gelip dayandığında;

84. Ve entum hıyneizin tenzurune.İşte o zaman siz (çaresiz) bakar durursunuz.

85. Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lakin la tubsırune.Biz ona sizden yakınız, fakat göremezsiniz.

86. Felevla in kuntum ğayre mediyniyne.Madem ki kimsenin hâkimiyeti altında değilmişsiniz;

87. Terci'uneha in kuntum sadikıyne. Haydi onu (hayatı) geri döndürün, sözünüzde doğruysanız!

88. Feemma in kane minelmukarrebiyne. Şayet o, Allah'a yakın olanlardan ise;

89. Feravhun ve reyhanun ve cennetu na'ıymin. Ona huzur, güzel nasip ve nimetlerle dolu cennet vardır.

90. Ve emma in kane min ashabilyemiyni. (90-91) Eğer amel defteri sağından verilenlerden ise, (ona şöyle denir:) "Selâm sana ey hakkın ve erdemin yanında olmuş kişi!"

91. Feselamun leke min ashabilyemiyni.

92. Ve emma in kane minelmukezzibiyneddalliyne.Ama yoldan sapmış inkârcılardan ise;

93. Fenuzulun min hamiymin. (93-94)Onu da kaynar sudan bir ziyafet ve atılacağı cehennem ateşi beklemektedir!

94. Ve tasliyetu cahıymin.

95. İnne haza lehuve hakkulyakıyni. Şüphesiz bu kesin gerçeğin ta kendisidir.

96. Fesebbih bismi rabbikel'azıymi.Öyleyse ulu rabbinin ismini tesbih et.

VAKIA SURESİ FAZİLETLERİ

-Bu sureyi okuyanın evine fakirlik girmez nimetler kendi ayaklarıyla gelir.

-Açlık ve susuzluk yaşamadan bu dünyadan göçer.

-Sabah namazından sonra abdestli şekilde okunursa o kişi tehlikelerle yüz yüze gelmez.

VAKIA SURESİ TEFSİRİ

Kıyamet sahneleriyle ilgili çarpıcı bir tasvire yer verildikten sonra, âhirette insanların üç gruba ayrılacakları belirtilmektedir. Bu gruplardan ilki, 8. âyette "ashâbü'l-meymene", 27, 38, 90 ve 91. âyetlerde "ashâbü'l-yemîn" olarak adlandırılmış olup, Kur'an'daki başka açıklamalardan anlaşıldığına göre bu, "amel defteri sağ tarafından verilenler" demektir (bk. İsrâ 17/71; Hâkka 69/19; İnşikak 84/7). İkinci grup 9. âyette "ashâbü'l-meş'eme" ve 41. âyette "ashâbü'ş-şimâl" olarak adlandırılmış, ayrıca 51 ve 92. âyetlerde "yoldan sapmış inkârcılar" diye anılmıştır. Bunlar amel defteri sol tarafından veya arka tarafından verilenlerdir (bk. Hâkka 69/25; İnşikak 84/10). Üçüncü grup ise 10. âyette "es-sâbikune's-sâbikun" (önde olanlar, o önde olanlar), 11 ve 88. âyetlerde "mukarrebûn" (Allah'a en yakın olanlar) şeklinde nitelenmiştir; bunların, amel defteri sağından verilenlerin önde gelen, mertebesi yüksek olan kesimi oldukları anlaşılmaktadır. Birinci grup için kullanılan "ashâbü'l-meymene" tamlamasındaki meymene kelimesi "uğur, bereket", "ashâbü'l-meş'eme" tamlamasındaki meş'eme kelimesi "uğursuzluk" anlamına gelmekle beraber esasen bunlar da Araplar'da hayrın sağdan ve şerrin sol taraftan geldiği telakkisiyle bağlantılıdır. Yine, Arapça'da bu mâna ile ilişkili olarak söz konusu tabirlerden birincisi değerli ve yüksek mevkideki insanları, ikincisi de düşük mertebede bulunanları ifade etmek üzere kullanılır. Bazı müfessirler Hadîd sûresinin 12 ve Tahrîm sûresinin 8. âyetlerine dayanarak burada birinci gruptakilerin sağ yanlarının Allah'ın nuruyla aydınlanacağına işaret bulunduğu yorumunu yapmışlardır (Zemahşerî, IV, 56; Râzî, XXIX, 142–145). Bu bilgiler dikkate alınarak, –bağlama göre farklı tercümeler yapılabilirse de– ashâbü'l-meymene ve ashâbü'l-yemîn tamlamaları için "Allah'ın hoşnut olduğu tavırları benimseyen, O'nun katında değerli kimseler" anlamını yansıtacak bir tercüme yapılması uygun olur. Bu sebeple, belirtilen âyetlerin meâllerinde bu deyimler "hakkın ve erdemin yanında olanlar" şeklinde çevrilmiştir. Aynı anlayışla, ashâbü'l-meş'eme ve ashâbü'ş-şimâl deyimleri de ilgili âyetlerde "bâtılın ve erdemsizliğin yanında olanlar" şeklinde karşılanmıştır.

1. âyette geçen vâkıa kelimesi "meydana gelen, vukûu kesin olan önemli hâdise" demektir. Kıyametin geleceğinde kuşku bulunmadığı için bu kelimeyle anılmıştır. Müfessirlerin bir kısmı, "büyük olay gerçekleştiği zaman" ifadesinin devamında "göreceksiniz neler olacak!" gibi bir mânanın bulunduğunu düşünmüşlerdir. Buna göre 2. âyete "Ki onun meydana geleceğini kimse yalan sayamaz" şeklinde mâna vermek uygun olur. Yine bu âyetteki kâzibe kelimesinin cümledeki görevini farklı değerlendirerek "onun oluşu asla yalan değildir" anlamı da verilebilmektedir (Zemahşerî, IV, 55-56; İbn Atıyye, V, 238).

Bazı müfessirlere göre 3. âyette söz konusu edilen "alçaltma ve yükseltme" kıyametle birlikte evrende meydana gelecek fizikî değişikliklerle ilgili olup mevcut düzen ve dengenin altüst olacağı anlamındadır; bu yorum 5-6. âyetlerdeki tasvire uygun düşmektedir. Diğer bir yaklaşıma göre alçaltma ve yükseltme insan unsuruyla ilgilidir. Bu da iki farklı yorum ortaya çıkarmaktadır: a) Kıyametin kopması âhirette inkârcıları cehennemin aşağılarına düşürecek ve müminleri cennetin yukarılarına yükseltecektir; b) Kıyametin kopması bu dünyada büyüklenen nice kimseleri ve toplumları alçaltacak, rezil rüsvâ edecek, horlanan veya tevazu gösteren nicelerini de yüceltecektir (Taberî, XXVII, 166-167; Zemahşerî, IV, 56; İbn Atıyye, V, 239).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 218-220

"Mukarrebûn" (Allah'a en yakın olanlar) diye nitelenen "es-sâbikune's-sâbikun" (önde olanlar, o önde olanlar) grubu ile "Allah ve resulüne ilk iman edenler, ilk muhacirler, iki kıbleye doğru da namaz kılmış sahâbîler" şeklinde belirli kimselerin kastedildiği yorumları yapılmış olmakla beraber, İbn Atıyye esasen âyetin dünyada iken iyilik yapma ve kötülüklerden sakınma hususunda öncü konumunda olan ve âhiret mutluluğunda da en önde olmayı hak eden bütün insanları kapsadığını belirtir (diğer yorumlarla birlikte bk. Taberî, XXVII, 170-171; İbn Atıyye, V, 240; Şevkânî, V, 172).

13. âyette geçen ve "çoğu" diye tercüme edilen sülle kelimesi "az olsun çok olsun insan topluluğu"nu ifade eden bir kelimedir. Buna göre âyeti "bir kısmı öncekilerdendir" şeklinde çevirmek mümkündür. Fakat sonrakilerden söz eden 14. âyette "birazı" dendiği için buna da "çoğu" anlamı verilmiştir. Burada Kur'an'ın muasırları ve sonrasını kapsayan bir tasniften söz edildiği kabul edilirse, "sâbikun"dan çoğunun öncekilerden olduğunu izah kolaylaşır; zira bu grubun öncüleri sahâbe-i kirâmdır. Bu tasnifin geçmiş ümmetleri de kapsadığı kabul edildiğinde ise, gelip geçmişlerden "sâbikun"un çokluğu, bütün peygamberleri içine almasıyla izah edilebilir (İbn Atıyye, V, 241).

15-26. âyetlerde ve daha sonra da 28-37. âyetlerde cennet nimetiyle ödüllendirilecek ve onurlandırılacak kimseleri bekleyen hayata ilişkin canlı tasvirlere yer verilmektedir. 17. âyette, dünyadaki tasavvurlarımıza göre hatıra gelebilecek bir soruya cevap verilmekte; cennette dünyada olduğu gibi bir kısım insanların diğerlerine hizmet vermesinin söz konusu olmayacağı, cennetle ödüllendirilen herkesin "hizmet edilen" konumunda bulunacağı, ikramları sunmak üzere –sonsuza dek genç kalacak– hizmetçiler tahsis edileceği bildirilmektedir (başka yorumlarla birlikte bk. Şevkânî, V, 173-174). 19. âyetteki cennet içkilerinin içenlere baş ağrısı vermeyeceğine dair ifade "toplantıları dağıtılmaz, ağızlarının tadını kaçıracak bir durumla karşılaşmazlar", aynı içkinin sarhoşluk vermeyeceğine dair ifade ise "içtikleri tükenmez" mânalarıyla da açıklanmıştır (İbn Atıyye, V, 242; cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73; Nebe' 78/31-36; Mutaffifîn 83/22-28; Bekir Topaloğlu, "Cennet", DİA, VII, 376-386).

Hakkın ve erdemin yanında olanları bekleyen âhiret nimetlerine ilişkin bazı ayrıntılı bilgiler verilmektedir. 39-40. âyetlerde, 13-14. âyetlerdekinden farklı olarak hem öncekiler hem de sonrakiler için "bir çoğu" anlamı verilen sülle kelimesi kullanılmıştır. 14. âyette sâbikunun "az" olmasının ifade edilmesi bir yandan bu mertebeye erişmenin zorluğunu belirtirken diğer yandan da iyi davranışlar için yarışmaya özendirme amacı taşımaktadır. Burada ise sâbikûna göre bir alt derecede bulunacak müminlerin hemen bütün nesillerde çoğunluğu teşkil edeceğine işaret edilmiş olup olayın tabiatına uygun olan da budur (Derveze, III, 103-104, 106).

28. âyette geçen ve "dalbastı kiraz" olarak çevrilen tamlama daha çok Arabistan kirazının dikensiz olanı manasıyla açıklanır (bu tercihin izahı için bk. Elmalılı, VII, 4706-4707). 29. âyette geçen tamlama müfessirlerin çoğunluğunca "meyve yüklü muz ağaçları" diye anlaşılmış olmakla beraber başka ağaç tasvirleri de yapılmıştır (başka açıklamalar için bk. Şevkânî, V, 177). 34. âyet daha çok "Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar)" diye anlaşılmıştır. Birçok müfessir ise –müteakip âyetlerin ifadesi ile Hz. Peygamber'in cennet ehli kadınların genç ve aynı yaşta olacakları ve hep öyle kalacakları yönündeki açıklamalarını dikkate alarak– bunu "ve mertebeleri yükseltilmiş eşleriyle birlikte olacaklar" şeklinde yorumlamıştır (Zemahşerî, IV, 58-59; İbn Atıyye, V, 244-245).

35 ve 61. âyetler, âhiret hayatında insanların ve eşlerinin hangi biçimde olacağı hususunda önemli bir ilkeyi hatırlatmaktadır: Yüce Allah orada herkesi oraya mahsus bir biçimde yeniden yaratacak, –âyetin ifadesiyle– "inşâ" edecektir; bizim bu dünyadaki tasavvurlarımızla bunun mahiyetini bilmemiz, anlamamız mümkün değildir. Şu halde oraya ilişkin olarak verilen diğer bilgi ve ayrıntıları hep bu ilke ışığında düşünmek gerekir. Buna göre öyle anlaşılıyor ki, âyet ve hadislerde cennet hayatı anlatılırken gençlik, bâkirelik, aynı yaşlarda olma gibi özelliklerden söz edilmesindeki amaç mahiyet bilgisi vermek değil, oradaki nimetlerin, dünya nimetleri gibi gelip geçici olmadığını, dolayısıyla insanların bunlardan mahrum kalıp tekrar elde edebilmek için özlem ve hasret hissetmeyecekleri yahut paylaşma kaygısı, kıskançlık ve birbirlerini çekememe gibi olumsuz durumların söz konusu olmayacağını belirtmek, bu hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan istek, özlem ve hayallerin, kısacası mükemmelliğin ve tam mânasıyla mutluluğun ancak orada bulunabileceğini somut bir anlatıma kavuşturmaktır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 221-222

Bu defa, âhireti inkâr ederek dünya hayatını boşa geçirenlerin acı âkıbeti ve içine düşecekleri vahim durumlar canlı bir anlatımla tasvir edilmektedir (cehennem hakkında bilgi için bk. Ömer Faruk Harman-Bekir Topaloğlu, "Cehennem", DİA, VII, 225-233).

45. âyetteki mütrefîn kelimesi –Kur'an'da aynı kökten gelen kelimelerin kullanımı da dikkate alınarak– genellikle "sahip olduğu imkânlardan ötürü, refah içinde şımaran insanlar" mânasında anlaşılmıştır. Bu bağlamda kelimeyi "Allah'a şirk koşanlar" veya "kibirlenenler" şeklinde yorumlayan müfessirler de vardır (Şevkânî, V, 178). Râzî'nin dikkate değer açıklamasından da (XXIX, 170-171) yararlanarak bu konuda şöyle bir değerlendirme yapılabilir: Amel defteri solundan verilecek cehennemlikler hep zenginlerden olmayacağına göre burada kötülenen şey, insanların nimetler içinde olması değildir; asıl eleştirilen tutum, müteakip âyette değinilen, günahta ve inkârcılıkta ısrar etmektir. Esasen yoksulluk ve zenginlik hem toplumsal şartlara hem de kişinin algılamasına göre izâfîlik taşır ve hemen bütün insanlar –sahip oldukları imkânlar çerçevesinde– nimetin asıl sahibini görmezden geliyorsa "mütref" olarak nitelenebilir. Dolayısıyla, burada eleştirilenler, âhiret endişesi taşımayan, ahlâkî değerlere sırt çevirerek gününü gün eden, böylece hazlarının tutsağı haline gelen ve ebedî kurtuluşları için ellerindeki en büyük fırsat olan ömürlerini hoyratça tüketenlerdir.

46. âyetin meâlinde hıns kelimesinin "günah" anlamı esas alınmıştır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre burada, cehennemliklerin Lokman sûresinin 13. âyetinde en büyük günah olarak nitelenen şirk (Allah'a ortak koşma) üzerindeki inatçı tavırlarından söz edilmektedir. Bu kelimenin "yemini bozma" anlamından hareketle âyet, "Onlar o büyük yeminlerini bozmamakta ısrarcı davranıyorlardı" şeklinde de çevrilebilir; bu takdirde Nahl sûresinin 38. âyetinde belirtildiği üzere müşriklerin, "Allah'ın ölen birini diriltmeyeceğine dair en büyük yeminleri etmeleri"ne atıfta bulunulmuş olur (İbn Atıyye, V, 246; zakkum ağacı hakkında bilgi için bk. Sâffât 37/62-65).

İnsanın kendi varlığı ve yakın çevresinde her gün yararlandığı imkânlar üzerinde, bütün bu varlık ve oluşların hangi irade ve gücün eseri olduğu hakkında düşünmeye çağıran çarpıcı sorularla Allah Teâlâ'nın irade ve yaratma gücüne, bunun da insana yüklediği kulluk görevine dikkat çekilmektedir. Burada özellikle zikredilen, insanın yaratılışı, tuzlu deniz sularının yağmura, tatlı suya dönüştürülmesi, ekinlerin ürün vermesi ve ateşin yararı konularına başka birçok âyette değişik vesilelerle geniş biçimde yer verilmiştir.

61 ve 62. âyetlerin bağlamı, öldükten sonra diriltilmeyi ve ilâhî huzurda mahkeme-i kübrâda yapılacak büyük yargılamayı inkârla ilgili olduğu için meâlde, "Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez" şeklindeki mâna tercih edilmiştir. 61. âyetteki emsâl kelimesi misl veya meselin çoğulu olmasına göre farklı mânalara geldiği ve gramer açısından önceki âyete iki ayrı şekilde bağlanabildiği için bu âyetlere şöyle mâna vermek de mümkündür: "Yerinize benzerlerinizi getirmek ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmek üzere aranızda ölümü biz takdir ettik." Bu anlayışa göre âyetlerin yorumu da şöyle olmaktadır: Ölümü insan nesline son vermek için değil, ölenlerin yerine yeni nesiller var etmek üzere takdir ettik; ama haşir günü sizi yeniden yaratmaya da kadiriz" (başka yorumlarla birlikte bk. Râzî, XXIX, 178-180; Şevkânî, V, 182; bu konuda ayrıca bk. Yâsîn 36/81). İbnşûr "Aranızda ölümü biz takdir ettik" cümlesinde "hakkınızda" değil, "aranızda" denerek, ölümün âdeta herkesin sırası geldiğinde payını aldığı ortak bir şey olduğuna ve insanların yararına bir realite olarak düzenlendiğine işaret edildiğini belirtir (XXVII, 315).

72. âyette geçen "ağaç" anlamındaki şecere kelimesi genellikle bedevî Araplarca iyi bilinen ve birbirine sürtülmesiyle ateş çıkaran ağaç türü olarak anlaşılmıştır (bu konuda bk. Yâsîn 36/80). Buna göre 73. âyetteki mukvîn kelimesinin de sözlük anlamıyla "çöl yolcuları ve açlık çekenler" diye çevrilmesi uygun olmaktadır. Belirtilen kişiler açısından ateşin ve ona kaynaklık eden ağacın –gerek yemek pişirip açlığı giderme gerekse satıp maişet temin etmede– sağladığı yarar açıktır. Fakat âyetin lafzî anlamı bu olsa da, burada ateşin, sürtünme yoluyla meydana gelen yanma olayının, hatta daha geniş bir yorumla ışığın insan hayatındaki önemine, yine ateşin kontrol edilebilir hale gelmesinin medeniyetin oluşmasındaki rolüne dikkat çeken bir örneklendirme yapıldığı söylenebilir. Buradaki tezkire kelimesine, bağlam ve sözün akışı dikkate alınarak meâlde "işaret" anlamı verilmiştir, Mücâhid'in yorumu da bu yöndedir. Birçok müfessir ise belirtilen kelimeyi "ibret" mânasında anlamış ve bu ifadede, ateşin cehennem azabını hatırlatıcı yönüne işaret bulunduğunu belirtmiştir (Taberî, XXVII, 201; Zemahşerî, IV, 61). Bağlam göz önüne alındığında bu ifadenin öncelikle Allah'ın insanlara verdiği nimetler üzerinde düşünüp sonuçlar çıkarma ve özellikle O'nun insanları öldükten sonra diriltmeye kadir olduğu yargısına ulaşma (Râzî, XXIX, 184) mânasıyla anlaşılması uygun olur. Muhammed Esed ise burada insana "Allah'ın göklerin ve yerin nûru olduğu"nun hatırlatıldığı yorumunu yapar (III, 1107; ayrıca bk. Nûr 24/35).

74. âyetteki azîm kelimesi genellikle "rab" kelimesinin sıfatı kabul edildiği için meâlde "Öyleyse ulu rabbinin adını tesbih et" anlamı tercih edilmiştir; fakat bunu "isim" kelimesinin sıfatı olarak da düşünmek mümkündür; buna göre meâl şöyle olur: "Öyleyse rabbini yüce ismiyle tesbih et" (İbn Atıyye, V, 255).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 225-227

İlk âyette "yıldızların yerleri" diye çevrilen tamlama müfessirlerce daha çok "yıldızların doğduğu veya battığı yerler, dolaştığı menziller yani yörüngeler" ve özellikle "kıyamet sırasında yıldızların düşeceği yerler" mânalarıyla açıklanmıştır. Bazı ilk dönem müfessirlerinden, burada "Kur'an'ın parça parça indirilişi veya indirilmiş kısımları"nın veya "Kur'an'ın muhkem âyetleri"nin yahut "Kur'an'ın başı ve sonu arasındaki uyumun, tutarlılığı"nın kastedildiği yorumları nakledilmiştir (Taberî, XXVII, 203-204). Râzî, maksadın "Kur'an'ın girdiği kalpler" olabileceği yorumunu da zikreder (XXIX, 188). Öte yandan, bu tamlamanın sözlükte "yıldızların düştüğü yerler" anlamına gelmesi, günümüzdeki bazı Kur'an araştırmacılarını burada astrofizik uzmanlarının "kara delik" tabir ettikleri "büyük kütleli yıldızların ömürlerini tüketmeleri sonucu meydana gelen farazî gök cisimleri"ne veya "yıldız kökenli olmayıp yıldızlar arası uzaydaki gaz kütlesinin sıkıştırılmasının yol açtığı oluşumlar"a işaret edildiği yorumunu yapmaya yöneltmiştir (Allah'ın yemin etmesi ve Kur'an'da yer alan kasemler konusunda genel bilgi ve değerlendirme için bk. Zâriyât 51/1-6).

77. âyette Kur'an, "mertebesi yüksek, değerli, yüce" anlamlarına gelen kerîm sıfatıyla nitelenmiştir. Çünkü Allah Teâlâ, son kitap olması dolayısıyla onu bütün ilâhî kitaplardan mükemmel kılmış, gerçek dışı unsurların ona karışmasını önlemiş, onda yüksek ahlâk ilkelerine ve önemli konulara yer vermiştir. Onu ezberleyenin ve okuyanın değeri artar; o, gerçeğe ulaştıran kanıtlarla doludur, içerdiği hidayet, bilgi, açıklama ve hikmetlerle her türlü övgünün üzerinde bir kıymeti haizdir. Ardından gelen ve "korunmuş bir kitaptadır" diye tercüme edilen ifade Kur'an'ın ikinci sıfatı olduğuna göre bu da onun değerini anlatan mânevî bir nitelemedir. Başka izahlar da bulunmakla beraber birçok müfessir tarafından güçlü bulunan yoruma göre buradaki "kitap" kelimesinden maksat "levh-i mahfûz"dur (aşağıda belirtileceği üzere, bu yoruma göre meleklerin Allah'ın ilmine, levh-i mahfûzdakilere "dokunabilmeleri" o kaynakla irtibat kurmaları ve bu hususta kendilerine verilmiş görevler bulunduğu anlamındadır; ayrıca bk. Bürûc 85/21-22). Şu halde 77 ve 78. âyetler arasındaki anlam bağı şu olmalıdır: Kur'an'ın –Resûlullah'tan işitildiği şekliyle– lafızları ve mânaları, Allah'ın ilmindekine uygundur ve o asla beşer sözü değildir. Allah'ın katındakiler bizim açımızdan saklı ve mahiyetini idrak edemeyeceğimiz hususlar olduğu için O'nun ilmini ifade eden "kitap" kelimesi "saklı, korunmuş" anlamına gelen meknûn sıfatıyla nitelenmiştir; "kitap" kelimesinin kullanılması da O'nun ilminin sâbit ve değişmezliğini belirtmek içindir. 79. âyetteki "temizlenenler" anlamına gelen mutahharûn kelimesiyle ilgili olarak da farklı açıklamalar bulunmakla beraber müfessirler genellikle, burada meleklerin kastedildiği kanaatindedir; Abese sûresinin 11-16. âyetleri bu anlamı desteklemektedir. Dolayısıyla, buradaki "dokunma" anlamına gelen mess kelimesi, Kur'an'ın içeriğinin peygambere iletilmesinde meleklerden başkasının rolünün olamayacağını ve müşriklerin iddia ettikleri gibi kâhin veya şair sözü olmadığını ifade etmektedir. Zira müşrikler cin ve şeytanların gökten gelen haberlerden çalıntı yapabildiklerine, kâhinlerin de onlardan bilgi aldıklarına, yine her şairin kendisine şiiri dikte eden bir şeytanın bulunduğuna inanıyorlardı; Hz. Peygamber'in de Kur'an'ı böyle bir yolla elde ettiğini ileri sürmüşlerdi.

Kur'an'ın Allah Teâlâ tarafından böylesine yüceltici ifadelerle anılması ve âyette, –asıl anlam yukarıda açıklandığı şekilde olsa bile– temiz olarak dokunmanın ona saygıyı belirten bir niteleme olarak yer alması sebebiyle ilk zamanlardan itibaren müslümanlar Kur'an âyetlerinin yazılı olduğu malzemeye ve mushafa ibadet temizliği olmadan yani abdestsiz olarak dokunmamaya özen göstermişlerdir. İslâm âlimlerinin çoğunluğu da Hz. Peygamber'den nakledilen bazı söz ve uygulamaları (Muvatta', "Kur'an", 1) bu yöndeki çıkarımı destekleyici bulmuşlar ve mushafa el sürmek için abdest almak gerektiğine hükmetmişlerdir. Öte yandan İbn Abbâs, Dâvûd b. Ali, İbn Hazm ve Şevkânî gibi âlimler âyetin mushaf ile değil levh-i mahfûz ile ilgili olduğunu, abdestli olmayanın mushafa dokunmasını meneden hadisin de sahih olmadığını yahut sahih olsa bile orada müşriklerin kastedildiğini ileri sürerek abdestli olmayan, cünüp ve âdet halindeki kimselerin mushafa dokunmasını ve onu okumasını câiz görmüşlerdir (başka yorumlarla birlikte bk. Râzî, XXIX, 192-196; İbn Rüşd el-Hafîd, Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyetü'l-Muktesıd, I, 435; II, 32; Şevkânî, V, 186; a.mlf., Neylü'l-Evtâr, I, 225-227, 246-248; İbnşûr, XXVII, 333-337). Bu uygulamaları ve abdestin gerekliliği yönündeki ictihadı esas alan ve kutsal kitabına saygısının bir nişanesi olarak ona el sürerken abdestli olmaya gayret eden bir müminin bu davranışı onun ecrini ve feyzini arttırır; fakat bu hükmün Kur'an'la yakından ilgilenme ve mânaları üzerinde düşünme çabasını engelleyen bir set gibi algılanması kuşkusuz yanlış olur. Zaten İmam Mâlik gibi İslâm âlimleri Kur'an eğitim öğretiminin ve sıkıntıya yol açan durumların ayrı mütâlaa edilmesi gerektiğini gösteren fetvalar vermişlerdir. Mushafa dokunmadan Kur'an'ın okunması veya tercümesine el sürülmesi için abdest almak ise genel olarak gerekli görülmemiş, sadece tavsiye edilmiştir.

Müfessirler genellikle, 81. âyetteki ("söz" şeklinde çevrilen) hadîs kelimesiyle Kur'an-ı Kerîm'in kastedildiği, 82. âyette de inkârcıların verilen nimetlere şükredecekleri yerde bunların Allah'tan geldiğini yalanlama yoluna girmelerinin eleştirildiği kanaatindedirler. Nimete nankörlük hususunda da çoğunlukla, yağmurun yağmasını birtakım yıldızların gücüne izâfe edici sözler söyleyenler örnek gösterilir. Bazı müfessirler ise bu âyetlerden şu mânaları çıkarmışlardır: Siz yukarıda söylenenleri mi veya öldükten sonra diriltileceğinize dair sözü mü hafife alıyorsunuz? Bu Kur'an'dan nasibiniz yalancılıkla itham etmekten ibaret mi olacak veya yalancılıkla ithamı bir rızık, bir gıda yahut geçim kaynağı mı görüyorsunuz? (Râzî, XXIX, 197-198; Şevkânî, V, 186-187).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 231

Öldükten sonra diriltilmeyi ve âhiret hayatını inkârda inat edenler, kimsenin kaçamadığı ölüm gerçeği üzerinde düşünmeye, Allah'ın kulları üzerindeki mutlak gücü ve hâkimiyetini kabullenmek istemeyenler öleni geri döndürmeye çağırılmaktadır. 86. âyet "madem ki hesaba çekilmeyecekmişsiniz" veya "madem ki ceza görmeyecekmişsiniz" mânalarında da anlaşılmıştır (Râzî, XXIX, 200-201; İbnşûr, XXVII, 345-346; ayrıca bk. Kaf 50/16-17).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 231

Ölüm gerçeğinin ardından gelecek bir gerçek daha var ki o da sûrenin başında belirtildiği şekilde herkesin bu dünyada yaptıklarına göre bir gruplandırmaya tâb^ tutulup ona uygun muamele göreceğidir. 95. âyette geçen "hakku'l-yak^n" tamlaması konusunda değişik açıklamalar yapılmıştır. Esasen aynı mânaya gelen bu iki kelimenin pekiştirme amacıyla birbirine izâfet yapıldığı anlaşılmaktadır (bk. İbn Atıyye, V, 254-255; Râzî, XXIX, 203-204); bu sebeple meâlde "gerçeğin ta kendisi" şeklinde karşılanmıştır (ayrıca bk.l-i İmrân 3/18).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 231

hirette insanların üç gruba ayrılmalarıyla ilgili ayrıntılı bilgi verilmesini takiben 74. âyette yapıldığı gibi, burada da (88-95. âyetlerde anılan grupların hatırlatılmasının ardından) Resûlullah'ın şahsında onun yolunu izleyenlerden, inkârcıların tutumu ne olursa olsun, Allah'ı O'na yaraşır biçimde anmaya, O'nu her türlü noksanlıktan tenzih etmeye devam etmeleri istenerek sûre sona ermektedir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 232

Osman Demir
Haberler.com - Gündem
title