Vakıa Suresi okunuşu ve meali nasıldır? Vakıa Suresi Arapça yazılışı ve Türkçe anlamı nedir? Vakıa Suresi dinle
Vakıa Suresi en çok okunan surelerden birisidir. Vakı'a Suresi genellikle mevlüt, hayırlı bir iş, asker uğurlaması, doğum, düğün vb. hayırlı işler için kadınlar arasında dağıtılır ve okunur. Çok faziletli ve anlamlı bir Suredir. Peki Vakıa Suresi nasıl okunur, Türkçe okunuşu, yazılışı, Arapça okunuşu ve yazılışı nedir?
Vakı'â Suresi'nin kelime anlamı kıyamet demektir. Sure genel anlamıyla kıyamet günü olaylarından, cennete ve cehenneme gideceklerin durumlarından bahsetmektedir. Vakıa Suresi'ni sesli dinlemek ister misiniz? İşte size Vakıa Suresi Türkçe okunuşu, meali, Arapça yazılışı ve sesli dinlemek için bağlantı paylaşıyoruz. İşte detaylar haberimizde...
VAKIA SURESİ HAKKINDA BİLGİLER
Vakıa Suresi en çok okunan surelerden birisidir. Bu yüzden sık sık araştırılan sureler arasında yer alıyor.
Vakıa Suresi Kur'an-ı Kerim'de 56. sırada bulunan suredir. Sure toplamda 96 ayeti kerimeden oluşmaktadır. Mekki bir suredir. Vakıa Suresi ismini ilk ayetinde geçen ve gerçekleşen, meydana gelen olay manasındaki "Elvâkı'a" sözcüğünden almaktadır. Sure genel anlamla, kıyamet günü olaylarından, cennete gideceklerden, cennetin nimetlerinden, cehenneme gideceklerin durumlarından bahsetmektedir.
Vakıa isminin anlamı nedir : Gerçek, Olgu, (Kıyamet anlamına da gelir)
Vakıa Suresi Mekki mi Medeni mi : Mekki
Vakıa Suresi kaç ayettir : 96 ayettir
Vakıa Suresi kaçıncı suredir : 56
VAKIA SURESİ KONUSU NEDİR?
Kıyamet gününün gerçekliğinde asla kuşku duyulmaması gerektiği uyarısıyla başlayan sûrede geniş biçimde cennet ve cehennem tasvirleri yapılmakta; Allah Teâlâ'nın kudretinin kanıtlarından örnekler verilmekte, Kur'an'ın Allah katından indirilmiş bulunduğuna ve bunun insanlar için büyük bir nimet olduğuna dikkat çekilmektedir.
Mushaf sırasına göre bundan önce yer alan rahmân sûresiyle bu sûre arasında konu birliği açısından şöyle bağlar kurulmuştur:
a) Önceki sûre Allah Teâlâ'nın celâl ve ikram (azamet ve kerem) sahibi olduğu belirtilerek sona ermiş, bu sûrede onun bu sıfatlarının tecellileri açıklanmıştır.
b) Önceki sûrede Allah'ın nimetleri hatırlatılıp bunları yalan sayma tavrı ısrarla kınanmış, bu sûrede de kıyametin kopmasıyla artık bu gerçeğin inkâr edilemeyeceği bildirilip orada verilecek karşılıklardan söz edilmiş ve iş işten geçmeden bu gerçeğe uygun davranılması uyarısı yapılmıştır.
c) Önceki sûrede yükümlüler inkârcılar ve müminler şeklinde iki ana gruba ayrıldıktan sonra müminlere de derecelerine göre farklı nimetler (cennetler) verileceği bildirilmiş, bu sûrede de buna paralel üçlü bir tasnif yapılmıştır.
d) Önceki sûrede göğün yarılmasından söz edilerek kıyamet tasvirine başlanmış, bu sûrede yerin sarsılması ve dağların toz duman olması haline değinilerek bu anlatım sürdürülmüştür (Râzî, XXIX, 139; Elmalılı, VII, 4699).
VAKIA SURESİ NUZÜL
Mushaftaki sıralamada elli altıncı, iniş sırasına göre kırk altıncı sûredir. Tâhâ sûresinden sonra, Şuarâ sûresinden önce Mekke'de nâzil olmuştur. Sadece 81-82. âyetlerinin Medine'de indiği rivayet edilmiştir; fakat bunların önceki ve sonraki âyetlerle konu ve üslûp açısından bir bütün oluşturması bu rivayetin gerçekliğinde tereddüt uyandırmaktadır (Derveze, III, 100). İbn Atıyye de bu sûredeki bazı âyetlerin Medine'de veya bir sefer sırasında indiğine dair rivayetlerin sağlam olmadığını belirtir (V, 238).
VAKIA SURESİ ARAPÇA YAZILIŞI
VAKIA SURESİ OKUNUŞU
1. Ayetin Okunuşu : İza vega'atil vagıah.
2. Ayetin Okunuşu : Leyse livak'atiha kazibetun.
3. Ayetin Okunuşu : Hafıdatun rafi'tun.
4. Ayetin Okunuşu : İza ruccetil'ardu reccen.
5. Ayetin Okunuşu : Ve bussetilcibalu bessen.
6. Ayetin Okunuşu : Ve fekanet hebaen munbessen.
7. Ayetin Okunuşu : Ve kuntum ezvacen selaseten.
8. Ayetin Okunuşu : Feashabulmeymeneti ma ashaulmeymeneti.
9. Ayetin Okunuşu : Ve ashabulmeş'emeti ma ashabulmeş'emeti.
10. Ayetin Okunuşu : Vessabikunessabikune.
11. Ayetin Okunuşu : Ulaikelmukarrabune.
12. Ayetin Okunuşu : Fiy cennatin na'ıymi.
13. Ayetin Okunuşu : Sulletun minel'evveliyne.
14. Ayetin Okunuşu : Ve kaliylun minel'ahıriyne.
15. Ayetin Okunuşu : 'ala sururin medunetun.
16. Ayetin Okunuşu : Muttekiiyne 'aleyha mutekabiliyne.
17. Ayetin Okunuşu : Yetufu 'aleyhim veldanun muhalledune.
18. Ayetin Okunuşu : Biekvabin ve ebariyka ve ke'sin min ma'ıynin.
19. Ayetin Okunuşu : La yusadda'une 'anha ve la yunzifune.
20. Ayetin Okunuşu : Ve fakihetin mimma yetehayyerune.
21. Ayetin Okunuşu : Ve lahmi tayrin mimma yeştehune.
22. Ayetin Okunuşu : Ve hurun 'ıynun.
23. Ayetin Okunuşu : Keemsalillu'luilmeknuni.
24. Ayetin Okunuşu : Cezaen bima kanu ya'melune.
25. Ayetin Okunuşu : La yesme'une fiyha lağven ve la te'siymen.
26. Ayetin Okunuşu : İlla kıylen selamen selamen.
27. Ayetin Okunuşu : Ve ashabulyemiyni ma ashabulyemiyni.
28. Ayetin Okunuşu : Fiy sidrin mahdudin.
29. Ayetin Okunuşu : Ve talhın mendudin.
30. Ayetin Okunuşu : Ve zıllin memdudin.
31. Ayetin Okunuşu : Ve main meskubin.
32. Ayetin Okunuşu : Ve fakihetin kesiyretin.
33. Ayetin Okunuşu : La maktu'atin ve la memnu'atin.
34. Ayetin Okunuşu : Ve furuşin merfu'atin.
35. Ayetin Okunuşu : İnna enşe'nahunne inşaen.
36. Ayetin Okunuşu : Fece'alnahunne ebkaren.
37. Ayetin Okunuşu : 'Uruben etraben.
38. Ayetin Okunuşu : Liashabilyemiyni.
39. Ayetin Okunuşu : Sulletun minel'evveliyne.
40. Ayetin Okunuşu : Ve sulletun minelahiriyne.
41. Ayetin Okunuşu : Ve ashabuşşimali ma ishabuşşimali.
42. Ayetin Okunuşu : Fiy semumin ve hamiymin.
43. Ayetin Okunuşu : Ve zıllin min yahmumin.
44. Ayetin Okunuşu : La baridin ve la keriymin.
45. Ayetin Okunuşu : İnnehum kanu kable zalike mutrefiyne.
46. Ayetin Okunuşu : Ve kanu yusırrune 'alelhınsil'azıymi.
47. Ayetin Okunuşu : Ve kanu yekulune eiza mitna ve kunna turaben ve 'ızamen einne lemeb'usune.
48. Ayetin Okunuşu : Eve abaunel'evvelune.
49. Ayetin Okunuşu : Kul innel'evveliyne vel'ahıriyne.
50. Ayetin Okunuşu : Lemecmu'une ila miykati yevmin ma'lumin.
51. Ayetin Okunuşu : Summe innekum eyyuheddallunelmukezzibune.
52. Ayetin Okunuşu : Leakilune min şecerin min zakkumin.
53. Ayetin Okunuşu : Femaliune minhelbutune.
54. Ayetin Okunuşu : Feşaribune 'aleyhi minelhamiymi.
55. Ayetin Okunuşu : Feşaribune şurbelhiymi.
56. Ayetin Okunuşu : Haza nuzuluhum yevmeddiyni.
57. Ayetin Okunuşu : Nahnu halaknakum felevla tusaddikune.
58. Ayetin Okunuşu : Efereeytum ma tumnune.
59. Ayetin Okunuşu : Eentum tahlukunehu em nahnulhalikune.
60. Ayetin Okunuşu : Nahnu kadderna beynekumulmevte ve ma nahnu bimesbukıyne.
61. Ayetin Okunuşu : 'Ala en nubeddile emsalekum ve nunşiekum fiy ma la ta'lemune.
62. Ayetin Okunuşu : Ve lekad 'alimtumunneş'etel'ula felevla tezekkerune.
63. Ayetin Okunuşu : Efereeytum ma tahrusune.
64. Ayetin Okunuşu : Eeentum tezre'unehu em nahnuzzari'une.
65. Ayetin Okunuşu : Lev neşa'u lece'alnahu hutamen fezaltum tefekkehune.
66. Ayetin Okunuşu : İnna lemuğremune.
67. Ayetin Okunuşu : Bel nahnu mahrumune.
68. Ayetin Okunuşu : Efereeytumulmaelleziy teşrebune.
69. Ayetin Okunuşu : Eentum enzeltumuhu minelmizni em nahnulmunzilune.
70. Ayetin Okunuşu : Lev neşa'u ce'alnahu ucacen felevla teşkurune.
71. Ayetin Okunuşu : Efereeytumunnarelletiy turune.
72. Ayetin Okunuşu : Eentum enşe'tum şecereteha em nahnul munşiune.
73. Ayetin Okunuşu : Nahnu ce'alnaha tezkireten ve meta'an lilmukviyne.
74. Ayetin Okunuşu : Fesibbıh bismi rabbikel'azıymi.
75. Ayetin Okunuşu : Fela uksimu bimevakı'ınnnucumi.
76. Ayetin Okunuşu : Ve innehu lekasemun lev ta'lemune 'azıymun.
77. Ayetin Okunuşu : İnnehu lekur'anun keriymun.
78. Ayetin Okunuşu : Fiy kitamin meknunin.
79. Ayetin Okunuşu : Lya yemessuhu illelmutahherune.
80. Ayetin Okunuşu : Tenziylun min rabbil'alemiyne.
81. Ayetin Okunuşu : Efebihazelhadiysi entum mudhinune.
82. Ayetin Okunuşu : Ve tec'alune rizkakum ennekum tukezzibune.
83. Ayetin Okunuşu : Felevla iza beleğatilhulkume.
84. Ayetin Okunuşu : Ve entum hıyneizin tenzurune.
85. Ayetin Okunuşu : Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lakin la tubsırune.
86. Ayetin Okunuşu : Felevla in kuntum ğayre mediyniyne.
87. Ayetin Okunuşu : Terci'uneha in kuntum sadikıyne.
88. Ayetin Okunuşu : Feemma in kane minelmukarrebiyne.
89. Ayetin Okunuşu : Feravhun ve reyhanun ve cennetu na'ıymin.
90. Ayetin Okunuşu : Ve emma in kane min ashabilyemiyni.
91. Ayetin Okunuşu : Feselamun leke min ashabilyemiyni.
92. Ayetin Okunuşu : Ve emma in kane minelmukezzibiyneddalliyne.
93. Ayetin Okunuşu : Fenuzulun min hamiymin.
94. Ayetin Okunuşu : Ve tasliyetu cahıymin.
95. Ayetin Okunuşu : İnne haza lehuve hakkulyakıyni.
96. Ayetin Okunuşu : Fesebbih bismi rabbikel'azıymi.
VAKIA SURESİ TÜRKÇE ANLAMI
Kesin gerçekleşecek (olan Kıyamet Ayeti) koptuğu zaman, onun kopuşunu yalanlayacak kimse olmayacaktır. (1-2 Ayeti)
Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini Ayeti) yükseltir, (kimini Ayeti) alçaltır. (3-7 Ayeti)
Ahiret mutluluğuna erenler var ya; ne mutlu kimselerdir! (8 Ayeti)
Kötülüğe batanlara gelince; ne mutsuz kimselerdir! (9 Ayeti)
(İman ve amelde Ayeti) öne geçenler ise (Ahirette de Ayeti) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah'a Ayeti) yaklaştırılmış kimselerdir. (10-11 Ayeti)
Onlar, Naîm cennetlerindedirler. (12 Ayeti)
Onların çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerdendir. (13-14 Ayeti)
Onlar, karşılıklı yaslanmış vaziyette mücevherâtla işlenmiş tahtlar üzerindedirler. (15-16 Ayeti)
Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar. (17-21 Ayeti)
Onlar için saklı inciler gibi, iri gözlü huriler de vardır. (22-23 Ayeti)
(Bütün bunlar Ayeti) işledikleri amellere karşılık bir mükâfat olarak (verilir. Ayeti) (24 Ayeti)
Orada ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir şey işitirler. (25 Ayeti)
Sadece "selam!", "selam!" sözünü işitirler. (26 Ayeti)
Ahiret mutluluğuna erenler, ne mutlu kimselerdir! (27 Ayeti)
(Onlar Ayeti), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler. (28-34 Ayeti)
Biz onları (hurileri Ayeti) yepyeni bir yaratılışta yarattık. (35 Ayeti)
Onları ahiret mutluluğuna erenler için, hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli bakireler yaptık. (36-38 Ayeti)
Bunların birçoğu öncekilerden, bir çoğu da sonrakilerdendir. (39-40 Ayeti)
Kötülüğe batanlar ise ne mutsuz kimselerdir! (41 Ayeti)
Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifiri bir gölge içinde!.. (42-44 Ayeti)
Çünkü onlar, bundan önce (dünyada varlık içinde Ayeti) sefahata dalmış ve azgın kimselerdi. (45 Ayeti)
Büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı. (46 Ayeti)
Diyorlardı ki: "Biz öldükten, toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz?" (47 Ayeti)
"Evvelki atalarımız da mı?" (48 Ayeti)
De ki: "Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka belli bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır." (49-50 Ayeti)
Sonra siz ey haktan sapan yalanlayıcılar! Mutlaka (cehennemde Ayeti) bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz. (51-52 Ayeti)
Karınlarınızı ondan dolduracaksınız. (53 Ayeti)
Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz. (54 Ayeti)
Kanmak bilmez susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. (55 Ayeti)
İşte bu hesap ve ceza gününde onlara ziyafetleridir. (56 Ayeti)
Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz? (57 Ayeti)
Attığınız o meniye ne dersiniz?! (58 Ayeti)
Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz? (59 Ayeti)
Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda Ayeti) bizim önümüze geçilmez. (60-61 Ayeti)
Andolsun, birinci yaratılışı(nızı Ayeti) biliyorsunuz. O halde düşünseniz ya! (62 Ayeti)
Ektiğiniz tohuma ne dersiniz?! (63 Ayeti)
Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? (64 Ayeti)
Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz: (65 Ayeti)
"Muhakkak biz çok ziyandayız!" (66 Ayeti)
"Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!" (67 Ayeti)
İçtiğiniz suya ne dersiniz?! (68 Ayeti)
Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? (69 Ayeti)
Dileseydik onu acı bir su yapardık. O halde şükretseydiniz ya!.. (70 Ayeti)
Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz?! (71 Ayeti)
Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? (72 Ayeti)
Biz onu bir ibret ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık. (73 Ayeti)
O halde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt Ayeti). (74 Ayeti)
Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir- (75-76 Ayeti)
O, elbette değerli bir Kur'an'dır. (77 Ayeti)
Korunmuş bir kitaptadır. (78 Ayeti)
Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir. (79 Ayeti)
Âlemlerin Rabb'inden indirilmedir. (80 Ayeti)
Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz ve Allah'ın verdiği rızka O'nu yalanlayarak mı şükrediyorsunuz? (81-82 Ayeti)
Can boğaza geldiğinde, onu geri döndürsenize! (83 Ayeti)
Oysa siz o zaman bakıp durursunuz. (84 Ayeti)
Biz ise ona sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz. (85 Ayeti)
Eğer hesaba çekilmeyecekseniz ve doğru söyleyenler iseniz, onu geri döndürsenize! (86-87 Ayeti)
Fakat (ölen kişi Ayeti) Allah'a yakın kılınmışlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır. (88-89 Ayeti)
Eğer Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, "Selam sana Ahiret mutluluğuna ermişlerden!" denir. (90-91 Ayeti)
Ama haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır. (92-93 Ayeti)
Bir de cehenneme atılma vardır. (94 Ayeti)
Şüphesiz bu, kesin gerçektir. (95 Ayeti)
Öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et. (96 Ayeti)
VAKIA SURESİ DİNLE
Vakıa Suresi'ni aşağıdaki linkten sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz. Allah (c.c.) dualarınızı ve ibadetlerinizi kabul eylesin.
VAKIA SURESİNİ SESLİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ...
VAKIA SURESİ TEFSİRİ
1-10 Ayetleri Tefsiri:
Kıyamet sahneleriyle ilgili çarpıcı bir tasvire yer verildikten sonra, âhirette insanların üç gruba ayrılacakları belirtilmektedir. Bu gruplardan ilki, 8. âyette "ashâbü'l-meymene", 27, 38, 90 ve 91. âyetlerde "ashâbü'l-yemîn" olarak adlandırılmış olup, Kur'an'daki başka açıklamalardan anlaşıldığına göre bu, "amel defteri sağ tarafından verilenler" demektir (bk. İsrâ 17/71; Hâkka 69/19; İnşikåk 84/7). İkinci grup 9. âyette "ashâbü'l-meş'eme" ve 41. âyette "ashâbü'ş-şimâl" olarak adlandırılmış, ayrıca 51 ve 92. âyetlerde "yoldan sapmış inkârcılar" diye anılmıştır. Bunlar amel defteri sol tarafından veya arka tarafından verilenlerdir (bk. Hâkka 69/25; İnşikåk 84/10). Üçüncü grup ise 10. âyette "es-sâbikûne's-sâbikûn" (önde olanlar, o önde olanlar), 11 ve 88. âyetlerde "mukarrebûn" (Allah'a en yakın olanlar) şeklinde nitelenmiştir; bunların, amel defteri sağından verilenlerin önde gelen, mertebesi yüksek olan kesimi oldukları anlaşılmaktadır. Birinci grup için kullanılan "ashâbü'l-meymene" tamlamasındaki meymene kelimesi "uğur, bereket", "ashâbü'l-meş'eme" tamlamasındaki meş'eme kelimesi "uğursuzluk" anlamına gelmekle beraber esasen bunlar da Araplar'da hayrın sağdan ve şerrin sol taraftan geldiği telakkisiyle bağlantılıdır. Yine, Arapça'da bu mâna ile ilişkili olarak söz konusu tabirlerden birincisi değerli ve yüksek mevkideki insanları, ikincisi de düşük mertebede bulunanları ifade etmek üzere kullanılır. Bazı müfessirler Hadîd sûresinin 12 ve Tahrîm sûresinin 8. âyetlerine dayanarak burada birinci gruptakilerin sağ yanlarının Allah'ın nuruyla aydınlanacağına işaret bulunduğu yorumunu yapmışlardır (Zemahşerî, IV, 56; Râzî, XXIX, 142–145). Bu bilgiler dikkate alınarak, –bağlama göre farklı tercümeler yapılabilirse de– ashâbü'l-meymene ve ashâbü'l-yemîn tamlamaları için "Allah'ın hoşnut olduğu tavırları benimseyen, O'nun katında değerli kimseler" anlamını yansıtacak bir tercüme yapılması uygun olur. Bu sebeple, belirtilen âyetlerin meâllerinde bu deyimler "hakkın ve erdemin yanında olanlar" şeklinde çevrilmiştir. Aynı anlayışla, ashâbü'l-meş'eme ve ashâbü'ş-şimâl deyimleri de ilgili âyetlerde "bâtılın ve erdemsizliğin yanında olanlar" şeklinde karşılanmıştır.
1. âyette geçen vâkıa kelimesi "meydana gelen, vukûu kesin olan önemli hâdise" demektir. Kıyametin geleceğinde kuşku bulunmadığı için bu kelimeyle anılmıştır. Müfessirlerin bir kısmı, "büyük olay gerçekleştiği zaman" ifadesinin devamında "göreceksiniz neler olacak!" gibi bir mânanın bulunduğunu düşünmüşlerdir. Buna göre 2. âyete "Ki onun meydana geleceğini kimse yalan sayamaz" şeklinde mâna vermek uygun olur. Yine bu âyetteki kâzibe kelimesinin cümledeki görevini farklı değerlendirerek "onun oluşu asla yalan değildir" anlamı da verilebilmektedir (Zemahşerî, IV, 55-56; İbn Atıyye, V, 238).
Bazı müfessirlere göre 3. âyette söz konusu edilen "alçaltma ve yükseltme" kıyametle birlikte evrende meydana gelecek fizikî değişikliklerle ilgili olup mevcut düzen ve dengenin altüst olacağı anlamındadır; bu yorum 5-6. âyetlerdeki tasvire uygun düşmektedir. Diğer bir yaklaşıma göre alçaltma ve yükseltme insan unsuruyla ilgilidir. Bu da iki farklı yorum ortaya çıkarmaktadır: a) Kıyametin kopması âhirette inkârcıları cehennemin aşağılarına düşürecek ve müminleri cennetin yukarılarına yükseltecektir; b) Kıyametin kopması bu dünyada büyüklenen nice kimseleri ve toplumları alçaltacak, rezil rüsvâ edecek, horlanan veya tevazu gösteren nicelerini de yüceltecektir (Taberî, XXVII, 166-167; Zemahşerî, IV, 56; İbn Atıyye, V, 239).
11-26 Ayetleri Tefsiri:
"Mukarrebûn" (Allah'a en yakın olanlar) diye nitelenen "es-sâbikûne's-sâbikûn" (önde olanlar, o önde olanlar) grubu ile "Allah ve resulüne ilk iman edenler, ilk muhacirler, iki kıbleye doğru da namaz kılmış sahâbîler" şeklinde belirli kimselerin kastedildiği yorumları yapılmış olmakla beraber, İbn Atıyye esasen âyetin dünyada iken iyilik yapma ve kötülüklerden sakınma hususunda öncü konumunda olan ve âhiret mutluluğunda da en önde olmayı hak eden bütün insanları kapsadığını belirtir (diğer yorumlarla birlikte bk. Taberî, XXVII, 170-171; İbn Atıyye, V, 240; Şevkânî, V, 172). 13. âyette geçen ve "çoğu" diye tercüme edilen sülle kelimesi "az olsun çok olsun insan topluluğu"nu ifade eden bir kelimedir. Buna göre âyeti "bir kısmı öncekilerdendir" şeklinde çevirmek mümkündür. Fakat sonrakilerden söz eden 14. âyette "birazı" dendiği için buna da "çoğu" anlamı verilmiştir. Burada Kur'an'ın muasırları ve sonrasını kapsayan bir tasniften söz edildiği kabul edilirse, "sâbikûn"dan çoğunun öncekilerden olduğunu izah kolaylaşır; zira bu grubun öncüleri sahâbe-i kirâmdır. Bu tasnifin geçmiş ümmetleri de kapsadığı kabul edildiğinde ise, gelip geçmişlerden "sâbikûn"un çokluğu, bütün peygamberleri içine almasıyla izah edilebilir (İbn Atıyye, V, 241). 15-26. âyetlerde ve daha sonra da 28-37. âyetlerde cennet nimetiyle ödüllendirilecek ve onurlandırılacak kimseleri bekleyen hayata ilişkin canlı tasvirlere yer verilmektedir. 17. âyette, dünyadaki tasavvurlarımıza göre hatıra gelebilecek bir soruya cevap verilmekte; cennette dünyada olduğu gibi bir kısım insanların diğerlerine hizmet vermesinin söz konusu olmayacağı, cennetle ödüllendirilen herkesin "hizmet edilen" konumunda bulunacağı, ikramları sunmak üzere –sonsuza dek genç kalacak– hizmetçiler tahsis edileceği bildirilmektedir (başka yorumlarla birlikte bk. Şevkânî, V, 173-174). 19. âyetteki cennet içkilerinin içenlere baş ağrısı vermeyeceğine dair ifade "toplantıları dağıtılmaz, ağızlarının tadını kaçıracak bir durumla karşılaşmazlar", aynı içkinin sarhoşluk vermeyeceğine dair ifade ise "içtikleri tükenmez" mânalarıyla da açıklanmıştır (İbn Atıyye, V, 242; cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73; M. Süreyya Şahin-Bekir Topaloğlu, "Cennet", DİA, VII, 374-386).
27-40 Ayetleri Tefsiri:
Hakkın ve erdemin yanında olanları bekleyen âhiret nimetlerine ilişkin bazı ayrıntılı bilgiler verilmektedir. 39-40. âyetlerde, 13-14. âyetlerdekinden farklı olarak hem öncekiler hem de sonrakiler için "bir çoğu" anlamı verilen sülle kelimesi kullanılmıştır. 14. âyette sâbikûnun "az" olmasının ifade edilmesi bir yandan bu mertebeye erişmenin zorluğunu belirtirken diğer yandan da iyi davranışlar için yarışmaya özendirme taşımaktadır. Burada ise sâbikûna göre bir alt derecede bulunacak müminlerin hemen bütün nesillerde çoğunluğu teşkil edeceğine işaret edilmiş olup olayın tabiatına uygun olan da budur (Derveze, III, 103-104, 106).
28. âyette geçen ve "dalbastı kiraz" olarak çevrilen tamlama daha çok Arabistan kirazının dikensiz olanı manasıyla açıklanır (bu tercihin izahı için bk. Elmalılı, VII, 4706-4707). 29. âyette geçen tamlama müfessirlerin çoğunluğunca "meyve yüklü muz ağaçları" diye anlaşılmış olmakla beraber başka ağaç tasvirleri de yapılmıştır (başka açıklamalar için bk. Şevkânî, V, 177). 34. âyet daha çok "Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar)" diye anlaşılmıştır. Birçok müfessir ise –müteakip âyetlerin ifadesi ile Hz. Peygamber'in cennet ehli kadınların genç ve aynı yaşta olacakları ve hep öyle kalacakları yönündeki açıklamalarını dikkate alarak– bunu "ve mertebeleri yükseltilmiş eşleriyle birlikte olacaklar" şeklinde yorumlamıştır (Zemahşerî, IV, 58-59; İbn Atıyye, V, 244-245).
35 ve 61. âyetler, âhiret hayatında insanların ve eşlerinin hangi biçimde olacağı hususunda önemli bir ilkeyi hatırlatmaktadır: Yüce Allah orada herkesi oraya mahsus bir biçimde yeniden yaratacak, –âyetin ifadesiyle– "inşâ" edecektir; bizim bu dünyadaki tasavvurlarımızla bunun mahiyetini bilmemiz, anlamamız mümkün değildir. Şu halde oraya ilişkin olarak verilen diğer bilgi ve ayrıntıları hep bu ilke ışığında düşünmek gerekir. Buna göre öyle anlaşılıyor ki, âyet ve hadislerde cennet hayatı anlatılırken gençlik, bâkirelik, aynı yaşlarda olma gibi özelliklerden söz edilmesindeki amaç mahiyet bilgisi vermek değil, oradaki nimetlerin, dünya nimetleri gibi gelip geçici olmadığını, dolayısıyla insanların bunlardan mahrum kalıp tekrar elde edebilmek için özlem ve hasret hissetmeyecekleri yahut paylaşma kaygısı, kıskançlık ve birbirlerini çekememe gibi olumsuz durumların söz konusu olmayacağını belirtmek, bu hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan istek, özlem ve hayallerin, kısacası mükemmelliğin ve tam mânasıyla mutluluğun ancak orada bulunabileceğini somut bir anlatıma kavuşturmaktır.
41-56 Ayetleri Tefsiri:
Bu defa, âhireti inkâr ederek dünya hayatını boşa geçirenlerin acı âkıbeti ve içine düşecekleri vahim durumlar canlı bir anlatımla tasvir edilmektedir (cehennem hakkında bilgi için bk. Ömer Faruk HarmanBekir Topaloğlu, "Cehennem", DİA, VII, 225-233). 45. âyetteki mütrefîn kelimesi –Kur'an'da aynı kökten gelen kelimelerin kullanımı da dikkate alınarak– genellikle "sahip olduğu imkânlardan ötürü, refah içinde şımaran insanlar" mânasında anlaşılmıştır. Bu bağlamda kelimeyi "Allah'a şirk koşanlar" veya "kibirlenenler" şeklinde yorumlayan müfessirler de vardır (Şevkânî, V, 178). Râzî'nin dikkate değer açıklamasından da (XXIX, 170-171) yararlanarak bu konuda şöyle bir değerlendirme yapılabilir: Amel defteri solundan verilecek cehennemlikler hep zenginlerden olmayacağına göre burada kötülenen şey, insanların nimetler içinde olması değildir; asıl eleştirilen tutum, müteakip âyette değinilen, günahta ve inkârcılıkta ısrar etmektir. Esasen yoksulluk ve zenginlik hem toplumsal şartlara hem de kişinin algılamasına göre izâfîlik taşır ve hemen bütün insanlar –sahip oldukları imkânlar çerçevesinde– nimetin asıl sahibini görmezden geliyorsa "mütref" olarak nitelenebilir. Dolayısıyla, burada eleştirilenler, âhiret endişesi taşımayan, ahlâkî değerlere sırt çevirerek gününü gün eden, böylece hazlarının tutsağı haline gelen ve ebedî kurtuluşları için ellerindeki en büyük fırsat olan ömürlerini hoyratça tüketenlerdir. 46. âyetin meâlinde hıns kelimesinin "günah" anlamı esas alınmıştır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre burada, cehennemliklerin Lokman sûresinin 13. âyetinde en büyük günah olarak nitelenen şirk (Allah'a ortak koşma) üzerindeki inatçı tavırlarından söz edilmektedir. Bu kelimenin "yemini bozma" anlamından hareketle âyet, "Onlar o büyük yeminlerini bozmamakta ısrarcı davranıyorlardı" şeklinde de çevrilebilir; bu takdirde Nahl sûresinin 38. âyetinde belirtildiği üzere müşriklerin, "Allah'ın ölen birini diriltmeyeceğine dair en büyük yeminleri etmeleri"ne atıfta bulunulmuş olur (İbn Atıyye, V, 246; zakkum ağacı hakkında bilgi için bk. Sâffât 37/62-65).
57-74 Ayetlerinin Tefsiri:
İnsanın kendi varlığı ve yakın çevresinde her gün yararlandığı imkânlar üzerinde, bütün bu varlık ve oluşların hangi irade ve gücün eseri olduğu hakkında düşünmeye çağıran çarpıcı sorularla Allah Teâlâ'nın irade ve yaratma gücüne, bunun da insana yüklediği kulluk görevine dikkat çekilmektedir. Burada özellikle zikredilen, insanın yaratılışı, tuzlu deniz sularının yağmura, tatlı suya dönüştürülmesi, ekinlerin ürün vermesi ve ateşin yararı konularına başka birçok âyette değişik vesilelerle geniş biçimde yer verilmiştir.
61 ve 62. âyetlerin bağlamı, öldükten sonra diriltilmeyi ve ilâhî huzurda mahkeme-i kübrâda yapılacak büyük yargılamayı inkârla ilgili olduğu için meâlde, "Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez" şeklindeki mâna tercih edilmiştir. 61. âyetteki emsâl kelimesi misl veya meselin çoğulu olmasına göre farklı mânalara geldiği ve gramer açısından önceki âyete iki ayrı şekilde bağlanabildiği için bu âyetlere şöyle mâna vermek de mümkündür: "Yerinize benzerlerinizi getirmek ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmek üzere aranızda ölümü biz takdir ettik." Bu anlayışa göre âyetlerin yorumu da şöyle olmaktadır: Ölümü insan nesline son vermek için değil, ölenlerin yerine yeni nesiller var etmek üzere takdir ettik; ama haşir günü sizi yeniden yaratmaya da kadiriz" (başka yorumlarla birlikte bk. Râzî, XXIX, 178-180; Şevkânî, V, 182; bu konuda ayrıca bk. Yâsîn 36/81). İbn Âşûr "Aranızda ölümü biz takdir ettik" cümlesinde "hakkınızda" değil, "aranızda" denerek, ölümün âdeta herkesin sırası geldiğinde payını aldığı ortak bir şey olduğuna ve insanların yararına bir realite olarak düzenlendiğine işaret edildiğini belirtir (XXVII, 315).
72. âyette geçen "ağaç" anlamındaki şecere kelimesi genellikle bedevî Araplarca iyi bilinen ve birbirine sürtülmesiyle ateş çıkaran ağaç türü olarak anlaşılmıştır (bu konuda bk. Yâsîn 36/80). Buna göre 73. âyetteki mukvîn kelimesinin de sözlük anlamıyla "çöl yolcuları ve açlık çekenler" diye çevrilmesi uygun olmaktadır. Belirtilen kişiler açısından ateşin ve ona kaynaklık eden ağacın –gerek yemek pişirip açlığı giderme gerekse satıp maişet temin etmede– sağladığı yarar açıktır. Fakat âyetin lafzî anlamı bu olsa da, burada ateşin, sürtünme yoluyla meydana gelen yanma olayının, hatta daha geniş bir yorumla ışığın insan hayatındaki önemine, yine ateşin kontrol edilebilir hale gelmesinin medeniyetin oluşmasındaki rolüne dikkat çeken bir örneklendirme yapıldığı söylenebilir. Buradaki tezkire kelimesine, bağlam ve sözün akışı dikkate alınarak meâlde "işaret" anlamı verilmiştir, Mücâhid'in yorumu da bu yöndedir. Birçok müfessir ise belirtilen kelimeyi "ibret" mânasında anlamış ve bu ifadede, ateşin cehennem azabını hatırlatıcı yönüne işaret bulunduğunu belirtmiştir (Taberî, XXVII, 201; Zemahşerî, IV, 61). Bağlam göz önüne alındığında bu ifadenin öncelikle Allah'ın insanlara verdiği nimetler üzerinde düşünüp sonuçlar çıkarma ve özellikle O'nun insanları öldükten sonra diriltmeye kadir olduğu yargısına ulaşma (Râzî, XXIX, 184) mânasıyla anlaşılması uygun olur. Muhammed Esed ise burada insana "Allah'ın göklerin ve yerin nûru olduğu"nun hatırlatıldığı yorumunu yapar (III, 1107; ayrıca bk. Nûr 24/35).
74. âyetteki azîm kelimesi genellikle "rab" kelimesinin sıfatı kabul edildiği için meâlde "Öyleyse ulu rabbinin adını tesbih et" anlamı tercih edilmiştir; fakat bunu "isim" kelimesinin sıfatı olarak da düşünmek mümkündür; buna göre meâl şöyle olur: "Öyleyse rabbini yüce ismiyle tesbih et" (İbn Atıyye, V, 255).
75-80 Ayetlerinin Tefsiri:
İlk âyette "yıldızların yerleri" diye çevrilen tamlama müfessirlerce daha çok "yıldızların doğduğu veya battığı yerler, dolaştığı menziller yani yörüngeler" ve özellikle "kıyamet sırasında yıldızların düşeceği yerler" mânalarıyla açıklanmıştır. Bazı ilk dönem müfessirlerinden, burada "Kur'an'ın parça parça indirilişi veya indirilmiş kısımları"nın veya "Kur'an'ın muhkem âyetleri"nin yahut "Kur'an'ın başı ve sonu arasındaki uyumun, tutarlılığı"nın kastedildiği yorumları nakledilmiştir (Taberî, XXVII, 203-204). Râzî, maksadın "Kur'an'ın girdiği kalpler" olabileceği yorumunu da zikreder (XXIX, 188). Öte yandan, bu tamlamanın sözlükte "yıldızların düştüğü yerler" anlamına gelmesi, günümüzdeki bazı Kur'an araştırmacılarını burada astrofizik uzmanlarının "kara delik" tabir ettikleri "büyük kütleli yıldızların ömürlerini tüketmeleri sonucu meydana gelen farazî gök cisimleri"ne veya "yıldız kökenli olmayıp yıldızlar arası uzaydaki gaz kütlesinin sıkıştırılmasının yol açtığı oluşumlar"a işaret edildiği yorumunu yapmaya yöneltmiştir (Allah'ın yemin etmesi ve Kur'an'da yer alan kasemler konusunda genel bilgi ve değerlendirme için bk. Zâriyât 51/1-6). 77. âyette Kur'an, "mertebesi yüksek, değerli, yüce" anlamlarına gelen kerîm sıfatıyla nitelenmiştir. Çünkü Allah Teâlâ, son kitap olması dolayısıyla onu bütün ilâhî kitaplardan mükemmel kılmış, gerçek dışı unsurların ona karışmasını önlemiş, onda yüksek ahlâk ilkelerine ve önemli konulara yer vermiştir. Onu ezberleyenin ve okuyanın değeri artar; o, gerçeğe ulaştıran kanıtlarla doludur, içerdiği hidayet, bilgi, açıklama ve hikmetlerle her türlü övgünün üzerinde bir kıymeti haizdir. Ardından gelen ve "korunmuş bir kitaptadır" diye tercüme edilen ifade Kur'an'ın ikinci sıfatı olduğuna göre bu da onun değerini anlatan mânevî bir nitelemedir. Başka izahlar da bulunmakla beraber birçok müfessir tarafından güçlü bulunan yoruma göre buradaki "kitap" kelimesinden maksat "levh-i mahfûz"dur (aşağıda belirtileceği üzere, bu yoruma göre meleklerin Allah'ın ilmine, levh-i mahfûzdakilere "dokunabilmeleri" o kaynakla irtibat kurmaları ve bu hususta kendilerine verilmiş görevler bulunduğu anlamındadır; ayrıca bk. Bürûc 85/21-22). Şu halde 77 ve 78. âyetler arasındaki anlam bağı şu olmalıdır: Kur'an'ın –Resûlullah'tan işitildiği şekliyle– lafızları ve mânaları, Allah'ın ilmindekine uygundur ve o asla beşer sözü değildir. Allah'ın katındakiler bizim açımızdan saklı ve mahiyetini idrak edemeyeceğimiz hususlar olduğu için O'nun ilmini ifade eden "kitap" kelimesi "saklı, korunmuş" anlamına gelen meknûn sıfatıyla nitelenmiştir; "kitap" kelimesinin kullanılması da O'nun ilminin sâbit ve değişmezliğini belirtmek içindir. 79. âyetteki "temizlenenler" anlamına gelen mutahharûn kelimesiyle ilgili olarak da farklı açıklamalar bulunmakla beraber müfessirler genellikle, burada meleklerin kastedildiği kanaatindedir; Abese sûresinin 11-16. âyetleri bu anlamı desteklemektedir. Dolayısıyla, buradaki "dokunma" anlamına gelen mess kelimesi, Kur'an'ın içeriğinin peygambere iletilmesinde meleklerden başkasının rolünün olamayacağını ve müşriklerin iddia ettikleri gibi kâhin veya şair sözü olmadığını ifade etmektedir. Zira müşrikler cin ve şeytanların gökten gelen haberlerden çalıntı yapabildiklerine, kâhinlerin de onlardan bilgi aldıklarına, yine her şairin kendisine şiiri dikte eden bir şeytanın bulunduğuna inanıyorlardı; Hz. Peygamber'in de Kur'an'ı böyle bir yolla elde ettiğini ileri sürmüşlerdi. Kur'an'ın Allah Teâlâ tarafından böylesine yüceltici ifadelerle anılması ve âyette, –asıl anlam yukarıda açıklandığı şekilde olsa bile– temiz olarak dokunmanın ona saygıyı belirten bir niteleme olarak yer alması sebebiyle ilk zamanlardan itibaren müslümanlar Kur'an âyetlerinin yazılı olduğu malzemeye ve mushafa ibadet temizliği olmadan yani abdestsiz olarak dokunmamaya özen göstermişlerdir. İslâm âlimlerinin çoğunluğu da Hz. Peygamber'den nakledilen bazı söz ve uygulamaları (Muvatta', "Kur'an", 1) bu yöndeki çıkarımı destekleyici bulmuşlar ve mushafa el sürmek için abdest almak gerektiğine hükmetmişlerdir. Öte yandan İbn Abbâs, Dâvûd b. Ali, İbn Hazm ve Şevkânî gibi âlimler âyetin mushaf ile değil levh-i mahfûz ile ilgili olduğunu, abdestli olmayanın mushafa dokunmasını meneden hadisin de sahih olmadığını yahut sahih olsa bile orada müşriklerin kastedildiğini ileri sürerek abdestli olmayan, cünüp ve âdet halindeki kimselerin mushafa dokunmasını ve onu okumasını câiz görmüşlerdir (başka yorumlarla birlikte bk. Râzî, XXIX, 192-196; İbn Rüşd el-Hafîd, Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyetü'l-Muktesıd, I, 435; II, 32; Şevkânî, V, 186; a.mlf., Neylü'l-Evtâr, I, 225-227, 246-248; İbn Âşûr, XXVII, 333-337). Bu uygulamaları ve abdestin gerekliliği yönündeki ictihadı esas alan ve kutsal kitabına saygısının bir nişanesi olarak ona el sürerken abdestli olmaya gayret eden bir müminin bu davranışı onun ecrini ve feyzini arttırır; fakat bu hükmün Kur'an'la yakından ilgilenme ve mânaları üzerinde düşünme çabasını engelleyen bir set gibi algılanması kuşkusuz yanlış olur. Zaten İmam Mâlik gibi İslâm âlimleri Kur'an eğitim öğretiminin ve sıkıntıya yol açan durumların ayrı mütâlaa edilmesi gerektiğini gösteren fetvalar vermişlerdir. Mushafa dokunmadan Kur'an'ın okunması veya tercümesine el sürülmesi için abdest almak ise genel olarak gerekli görülmemiş, sadece tavsiye edilmiştir.
81-82 Ayetlerinin Tefsiri:
Müfessirler genellikle, 81. âyetteki ("söz" şeklinde çevrilen) hadîs kelimesiyle Kur'ân-ı Kerîm'in kastedildiği, 82. âyette de inkârcıların verilen nimetlere şükredecekleri yerde bunların Allah'tan geldiğini yalanlama yoluna girmelerinin eleştirildiği kanaatindedirler. Nimete nankörlük hususunda da çoğunlukla, yağmurun yağmasını birtakım yıldızların gücüne izâfe edici sözler söyleyenler örnek gösterilir. Bazı müfessirler ise bu âyetlerden şu mânaları çıkarmışlardır: Siz yukarıda söylenenleri mi veya öldükten sonra diriltileceğinize dair sözü mü hafife alıyorsunuz? Bu Kur'an'dan nasibiniz yalancılıkla itham etmekten ibaret mi olacak veya yalancılıkla ithamı bir rızık, bir gıda yahut geçim kaynağı mı görüyorsunuz? (Râzî, XXIX, 197-198; Şevkânî, V, 186-187).
83-87 Ayetlerinin Tefsiri:
Öldükten sonra diriltilmeyi ve âhiret hayatını inkârda inat edenler, kimsenin kaçamadığı ölüm gerçeği üzerinde düşünmeye, Allah'ın kulları üzerindeki mutlak gücü ve hâkimiyetini kabullenmek istemeyenler öleni geri döndürmeye çağırılmaktadır. 86. âyet "madem ki hesaba çekilmeyecekmişsiniz" veya "madem ki ceza görmeyecekmişsiniz" mânalarında da anlaşılmıştır (Râzî, XXIX, 200-201; İbn Âşûr, XXVII, 345-346; ayrıca bk. Kåf 50/16-17).
88-95 Ayetlerinin Tefsiri:
Ölüm gerçeğinin ardından gelecek bir gerçek daha var ki o da sûrenin başında belirtildiği şekilde herkesin bu dünyada yaptıklarına göre bir gruplandırmaya tâbî tutulup ona uygun muamele göreceğidir.95. âyette geçen "hakku'l-yakîn" tamlaması konusunda değişik açıklamalar yapılmıştır. Esasen aynı mânaya gelen bu iki kelimenin pekiştirme amacıyla birbirine izâfet yapıldığı anlaşılmaktadır (bk. İbn Atıyye, V, 254-255; Râzî, XXIX, 203-204); bu sebeple meâlde "gerçeğin ta kendisi" şeklinde karşılanmıştır (ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/18).
96. Ayetin Tefsiri:
Âhirette insanların üç gruba ayrılmalarıyla ilgili ayrıntılı bilgi verilmesini takiben 74. âyette yapıldığı gibi, burada da (88-95. âyetlerde anılan grupların hatırlatılmasının ardından) Resûlullah'ın şahsında onun yolunu izleyenlerden, inkârcıların tutumu ne olursa olsun, Allah'ı O'na yaraşır biçimde anmaya, O'nu her türlü noksanlıktan tenzih etmeye devam etmeleri istenerek sûre sona ermektedir.