Mescidi Aksa Nerede? Mescidi Aksa hangi ülkede? Mescidi Aksa önemi ne?
İsrail'in Mescid-i Aksa'daki saldırıları sonrası Mescid-i Aksa hakkında detaylar merak edilmeye başlandı. Peki, Mescidi Aksa hangi ülkede? Mescidi Aksa önemi ne? Mescidi Aksa Nerede?
300'ün üzerinde kişinin yaralandığı Mescid-i Aksa saldırıları sonrası Mescid-i Aksa hakkında detaylar meerak edildi. Konu hakkında Mescidi Aksa Nerede? Mescidi Aksa hangi ülkede? Mescidi Aksa önemi ne?
MESCİDİ AKSA NEREDE
Mescid-i Aksa Müslümanlarca kutsal kabul edilen ve Müslümanların ilk kıblesi olan mescid. Kudüs'ün doğusundaki Eski Şehir bölgesinde bulunur: Bu alanın yüzölçümü yaklaşık 144 dönüm olup, Kubbet-üs-Sahra, Kıble Mescidi ve sayısı iki yüze ulaşan birçok esere sahiplik eder. Kubbet-üs-Sahra'nın üzerine kurulduğu kaya bu tepenin en yüksek noktası olarak kabul edilir.
İsrail ve Filistin'in tam ortasında yer alan Kudüs şehri, içinde bulundurduğu kutsal mekanlarla da oldukça önemli bir şehirdir. Mescid-i Aksa, Ağlama Duvarı, Kubbet-Us-Sahra gibi dini açıdan büyük önemi olan yapılara ev sahipliği yapan Kudüs'te günümüzde 800 bin civarı nüfusun olduğu bilinmektedir.
MESCİDİ AKSA ÖNEMİ NE?
Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"(İbadet için) sadece şu üç mescide yolculuk yapılır:
Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa."
(Buhârî, Fadlu's-salâti fi Mescid-i Mekke ve'l-Medîne, 1; Müslim, Hac, 511; Ebû Davud, Menâsik, 94;Tirmizî, Salât, 126; Nasaî, Mesâcid, 10; Dârimî, Salât, 132; Ahmed b. Hanbel, II, 234.)
Açıklama
Hadisin bazı tariklerinde Mescid-i Aksa yerine "Mescid-i Îliyâ" geçer. Îliyâ, Beytü'l-Makdis demektir. Nitekim hadisin "Mescid-i Beyti'l-Makdis" tariki de mevcuttur. Ayrıca Mescidi'l-Aksa, lâm-ı tarif ile "el-Mescidi'l-Aksa" diye de varittir.
Hadis metnindeki "şedd-i rihal yani bineklerin koşturulması tabiri seferden kinayedir. Üç mescide yapılan yolculuğun faziletini ve onların diğerlerinden farkını açıklayan bu hadisin manası, hadis ve fıkıh âlimi Nevevi'nin ifadesiyle, "Cumhur ulemaya göre bunların dışında kalan bir mescide yapılan seferde (bu anlamda bir) fazilet yoktur. Bu yüzden 'bunların dışındakilere yolculuk yapmak haram olur' şeklinde dile getirilen bir görüş yanlıştır." O, söz konusu üstünlüğü, bu mekânların peygamberlerin mescitleri olup oralarda namaz kılmanın faziletli olmasına bağlar. (bkz. Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, IX, 150-151, 238-239.) Nitekim İmam Buhari de ilgili hadisi "Mekke ve Medine mescidinde namazın fazileti" anlamına gelen bab başlığı altında zikreder.
Demek oluyor ki, bu üç belde (mescit), hüküm itibarıyla diğerlerinden farklıdır. Oralardaki ibadetin fazileti hiçbir mescitle kıyaslanamaz. Zira diğer mescitlerin birbirlerine eşit oldukları açıktır. Bu sebeple bu hadisten, söz konusu üç mescit dışında herhangi bir mescitte ibadet etmeyi adamış olan bir kimsenin, bu adağını yerine getirmek için mutlaka o mescide gitmesine gerek olmadığı, bulunduğu yerdeki mescitte bu adağını yerine getirebileceği hükmü çıkarılmıştır.
Şüphesiz meşru sebeplerle başka beldelere seyahat düzenlemek her daim mümkündür. Nitekim hac, umre, ilim, ticaret, ziyaret ve seyahat maksadıyla dünyanın dört bir yanından gelen Müslümanlar, kadim zamanların bu mübarek mekânlarında buluşurlar, tanışırlar, kaynaşırlar ve fikir alışverişinde bulunarak birbirlerinden haberdar olurlar.
Mescid-i Haram: Mekke'de Kâbe'yi çevreleyen ve kuşatan, yeryüzünde en faziletli mabet olarak bina edilen ilk mescittir. Kâbe, bu mescidin ortasındadır. Nitekim şu ayet-i kerime, bu mescidin yerini ve faziletini açıklar: "Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için vazedilen ilk ev, Mekke'deki Kâbe'dir. Orada apaçık nişaneler, makâm-ı İbrahim vardır. Oraya giren emniyette olur." (Âl-i İmran, 3/96-97.)
Mekke'deki Mescid-i Haram ile birlikte Medine'deki Mescid-i Nebi ve Kudüs'teki Mescid-i Aksa için Harem-i şerif denilir.
Mescid-i Nebi: Medine'de bizzat Peygamberimizin (s.a.s.) öncülüğünde inşa edilen bu mescit, İslam tarih ve medeniyetinin ilk kurumudur. "Evimle minberim arasında cennet bahçelerinden bir bahçe vardır." hadisinin (Buhari, Tatavvu, 18; Müslim, Hac, 500.) işaret ettiği Ravza-i Mutahhara yani Peygamberimizin (s.a.s.) kabri ile minberi arasındaki bölüm de bu mescidin içindedir.
Mescid-i Aksa: Kudüs'te Beyt-i Makdis (mukaddes ev) adıyla da bilinen ve yeryüzünde inşa edilen ikinci mescittir. Enbiya makamı olan ve üç semavi din tarafından mukaddes bilinen bu mekânın Mescid-i Aksa adını alması, aralarındaki zaman (bina tarihi) farkı ve mekân (mesafe) itibarıyla Mescid-i Haram'dan uzak olmasına veya ötesinde bir mescidin bulunmamasına bağlanır.
Bizzat peygamberler tarafından bina edilen ve tevhidin şiarları (sembolleri) olan bu üç mescit, iman heyecanının ziyadesiyle hissedildiği ve duaların kabul edilip günahların bağışlandığı müstesna mabetlerdir. Bu mabetlerin özellikle zikredilmesi, Mescid-i Haram'ın hac ve kıble, Mescid-i Nebi'nin "takva üzere kurulu" (Tevbe, 9/108.), Mescid-i Aksa'nın ise geçmiş ümmetlerin kıblesi olmalarıyla açıklanır. Kaldı ki bu mabet, Kâbe'den önce on altı-on yedi ay kadar bizim için de ilk kıble olma şerefine ermiştir.
Mescid-i Aksa, çevresinin nimetlerle, hatıra ve nişanelerle donatıldığı, Hz. Musa'dan Hz. İsa'ya kadar peygamberler silsilesinin tevhit mücadelesinin geçtiği ve Hâtemü'l-Enbiya'nın Miraç adı verilen gökyüzü yolculuğunun başladığı mübarek ve mukaddes bir mabettir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: "Bir gece, kendisine bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir." (İsra, 17/1.) Bu ayette geçen "Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götüren" ifadesi Rasul-i Ekrem'in, gökyüzü yolculuğundan önce Mescid-i Aksa'ya uğradığını göstermektedir. Çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksa, Beyt-i Makdis'tir. "Mübevvee sıdk (güvenli bir yurt)" (Yunus, 10/93.) ve "el-ardu'l-mukaddese (kutsal toprak)" (Maide, 5/21.) tabirleri de burayı hatırlatmaktadır.
Mescid-i Aksa'nın faziletine dair şu hadisi zikretmekte fayda vardır: "Davut oğlu Süleyman Beyt-i Makdis'in binasını tamamladıktan sonra Allah'tan üç şey istedi: Hükm-i ilahîye uygun düşecek şekilde karar verme yeteneği, kendisinden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık, sadece namaz kılmak için Mescid-i Aksa'ya gelen herkesin, anasından doğduğu gün gibi günahlarından arınarak geri dönmesi. Bunlardan ilk ikisi kendisine verildi. Üçüncüsünün de verilmiş olmasını ümit ediyorum." (İbn Mace, İkâmetü's-salât, 196.)
Yahudi, Hristiyan ve Müslümanlar tarafından kutsal görülen Kudüs'ün fethinin ardından bazı sahabe ve tabiinden buraya yerleşenler olmuştur. Şeddad b. Evs, Kudüs'te metfun sahabiler arasındadır. Şeddad (r.a.), Rasul-i Ekrem'in vefatının yaklaştığını anlayınca "Artık yeryüzü bana dar gelmeye başladı ey Allah'ın Elçisi!" diyerek üzüntüsünü dile getirmiş, Rasul-i Ekrem de onu "Üzülme, Şam ve Beytü'l-Makdis fethedilecek, inşallah sen ve senden sonra evladın oraların yöneticileri olursunuz." diye teselli etmiştir. (Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr, VII, 289.) Ubade b. Sâmit de Kudüs'te kadılık yapmış ve orada vefat etmiştir.
Burada İslam ümmetinin hissiyatına tercüman olarak ifade edilmelidir ki, Kudüs bir emanettir; Hz. Ömer'in, Salahaddin Eyyubi'nin ve Yavuz Sultan Selim'in emanetidir. Ne var ki küresel emperyalizm ve siyonizm, tam dört asır Osmanlının bir parçası olan bu kutlu şehirde Filistinli Müslümanlar üzerinde bir asırdır zulüm, şiddet, esaret ve baskı siyaseti uygulamaktadır. İslam dünyasının sulh, sükûn ve huzuru Mescid-i Aksa'nın bu zulüm ve esaretten kurtulup hürriyet ve adil yönetime kavuşmasına bağlıdır. Zira Yüce Kur'an, muhatabını yeryüzünü imar ve ıslah ederek orada bir medeniyet kurmakla yükümlü tutmaktadır: "Sizi topraktan yaratıp geliştiren ve orayı mamur kılmanızı isteyen O'dur." (Hud, 11/61.)