En komik fıkralar! Temel fıkraları ve Nasrettin Hoca fıkraları! Fıkra nedir?
Gülmeyi ve güldürmeyi sevenlerin anlatı alışkanlığı haline gelen fıkralar en güzel, en komik Temel fıkraları ve Nasrettin Hoca fıkraları ile doyumsuz sohbetlere dönüşüyor. İşte, en komik fıkralar! Temel fıkraları ve Nasrettin Hoca fıkraları! Fıkra nedir?
En komik Temel fıkraları ve güldürürken düşündüren Nasrettin Hoca fıkraları sohbetleri keyifli ve komik hale getiriyor. Sizde doyumsuz sohbetler için Temel fıkraları ve Nasrettin Hoca fıkralarını tercih edebilirsiniz. İşte en güzel fıkralar.
FIKRA NEDİR?
Türkiye'nin hemen her bölgesinde, dünyada da olduğu gibi, fıkra anlatmanın veya güzel anlatanı dinlemenin hemen tadına varılır, zevkle yaşanır o dakikalar... Çocukların da bildiği ve aktardığı Nasreddin Hocanın fıkralarından başlayarak, yöre insanının kendileri arasından çıkan taklitçi, komik veya nüktedan kişilerin maceraları o yörelerde birer fıkra olarak anlatılır. Günümüze kadar gelen bu fıkra kahramanları arasında özellikle Bektaşîler, Karadenizlilerden Temel veya Dursun, Yahudiler, bütün Türkiye'de bu yönleriyle tanınırken, bölgelerinde de Bekri Mustafa, Karatepeli, Oflu hoca, Erzurumlu Naim Hoca vb. yerine göre ders verecek biçimde fıkralarıyla, literatüre girmişlerdir ve günümüzde de bu ünleriyle yaşamaktadırlar.
Fıkralar, nerede, kim tarafından ve hangi şartlarda ortaya konduğu çoğu zaman kesinlikle belli olmayan sözlü kültür örneklerindendir. Aynı kültürün diğer türlerinde de (masal, efsane, bilmece, atasözü vs.) olduğu gibi oluştuğu yer ve yaratıcısı zamanla unutulmuştur ve anonim olma özelliğini kazanmıştır. Kulaktan kulağa aktarılan fıkraların, hemen her yörede ve hatta her anlatışta kahramanı kolaylıkla değişebilir. Fıkralar her kim tarafından ilk kez ortaya konmuş olursa olsun, zaman geçince ve bölge değişince bu yaratıcı tip unutulur, ancak fıkra içindeki asıl olay çarpıcı noktalarıyla hatırda tutulup, başka bir fıkra kahramanına mal edilerek anlatılır.
Bütün bu fıkralardaki ana mizah unsuru bir komik olayı vurgulamak değildir. Asıl dayanak var olan, ortada görünen bir gerçeği beklenmedik, alışılmadık bir sonla bitirme amacıyla anlatmak ve ancak ondan sonra güldürebilmek... Dar görüşlülüğe, yobazlığa, cahilliğe, basit kurnazlığa, karanlıklara karşı çıkan Nasreddin Hoca fıkralarının yanı sıra bilgisiz, hoşgörüsüz, tahammülsüz ve cahil softalara karşı çıkan Bektaşî fıkraları, saray ve konakların görgüsüz zenginlerinin tutum ve davranışlarıyla eğlenen İncili Çavuş fıkraları hep gerçekleri anlatmaya çalışırlar. Yörelerde adı bütün Türkiye'ye yayılmamış nüktedan insanlar da aynı amaçla insanların dikkatlerini çekmek isterler gerçeklere... Ancak böyle yapılırsa veya anlatılırsa, insanlar daha iyi ve çabuk gerçeklerin farkına varırlar diye niyetlenilmiştir ve böylece niyetler de gerçekleşmiş olur. Her bir fıkra, saatler boyu tartışılacak ders konusudur bu yönüyle...
Fıkraların bir başka özelliği de konuşma dilinin bütün kıvraklığını, canlılığını, güzelliğini ortaya çıkarmasıdır. Güzel Türkçeyi iyi bir fıkra anlatıcısının ağzından daha iyi duyarız. Konuşmanın doğallığını ve sınır çizilemez, tahdit konulamaz özgürlüğünü fıkralarda buluruz bütün öğeleriyle... Çocuklarımızın eğitimine bu yönüyle de yardımcı olur fıkralar. Bir yandan dil ve konuşma eğitimine yardım ederken, diğer yandan zekâsının ve anlayışının gelişmesine de yardım eder. Her duyduğu veya gördüğü olayın, bir de arka yüzünün bulunduğunu hatırlamasına yardımcı olur, destek verirler. Onların tatlı dilli, güler yüzlü, her yerde aranan, sevilen bir kişilik kazanması, fıkraları bilmesine, iyi anlatmasına ve yerinde kullanmasına bağlıdır. En ciddi konularda sertçe tartışırken bile, yerinde-zamanında anlatılan bir fıkra, arada oluşan buzları eritir, konuşmaları mutlu ve olumlu bir sonuca doğru götürmekte baş rolü oynar.
EN GÜZEL FIKRALAR
NE KADAR YERSİN?
Köfteli eti çok seven Gürünlü Behzat Emmi'ye bir çarşı esnafı "Ne kadar yersin?" diye sormuş.
-"Gardaş kaşıklaya kaşıklaya kolum yoruluncaya kadar yerim… Kolum dinlenince tekrar başlarım" demiş.
BEN HİSSEME DÜŞENLERİ SÖKÜP EVİME GÖTÜRDÜM
Nihat Kırış'ın uzun yıllar öncesinden bir anısı:
Gürün çarşısında, biraz safça ayak işleri gören Şevket adında birisi vardı. Bir gün çarşıda dolaşırken babam (Talat Bey) çağırtıp "Boş musun?" diye sormuş. "Evet" yanıtını alınca, "Şevket, bizim mezarlık altındaki tarlada patates ekili… İstersen git onları sök, yarısını bizim eve, yarısını da size götür," demiş.
Aradan iki veya üç gün geçtikten sonra Şevket gelip Talat Bey'e:
-"Efendi Amca" demiş. "Ben hisseme düşenleri söküp evime götürdüm".
HIZIR
Akçadağ'ın Tataruşağı Köyünde Hıdrellez ayı girdiğinde, kömbe-köfte yapar, "Hızır payı" olarak komşulara dağıtırlar. Evin birinde de kömbe yapmışlar, bir pay da "Hızırın payı, gelip alır, unumuza bereket gelir" düşüncesiyle un hararının üzerine bırakılmış. İnanışa göre eğer Hızır eve uğrarsa una el basarmış. Bunları öğrenen evin çobanı, gizlice gidip kömbeyi alıp yemiş. Sabahleyin kömbenin yerinde olmadığını gören evin hanımı heyecanlanıp dışarı koşmuş. "Evimize Hızır uğramış" diyerek bağırmaya başlamış. Bir köşeden bunları seyreden çoban da kıs kıs gülüyormuş.
Aradan birkaç yıl geçmiş, bu durum bir sohbet anında anlatılınca, çoban dayanamamış, "O kömbeyi ben yedim" demiş. Demiş ama "bizi niye kandırdın" diye de bir sürü dayak yemiş.
TUZ ATMA YARIŞI
Eve misafir gelmiş. Eskiden ocaklar evin girişindeki "hayat" denilen salonda olurmuş. Evin kadını gelip ocağı yakmış, kuşganayı koymuş, pilav pişiriyormuş. Eliyle davlumbazın yanında asılı olan "tuz çantası"ndan bir koşam (tutam) tuz alıp, yemeğe atmış. Kadın dışarı çıkmış. Ardından evin erkeği gelip bir koşam tuz atmış, o gitmiş, evin kızı gelip bir koşam tuz atmış. Misafir bunlara bir anlam verememiş "oldu olacak bir koşam tuz da ben atayım" deyip, o da yemeğe tuz atmış.
Yemek pişip, sofraya geldiğinde evin keyvenisi kadın yemekten bir kaşık alınca çok tuzlu olduğunu anlamış. "Elimin kararı kaçtı bugünlerde, yemek hep tuzlu oluyor" demiş. Diğerleri birbirinin yüzüne bakmışlar, "benim de, benim de" demiş kız ile baba. Misafir dayanamamış "benim de" demiş.
"BİSMİLLAH DE" DE GEL
Adam köyden şehire gelmiş. Akşama ahbabı olan Vahap Efendi'ye misafir olmuş. Ortaya sofra gelmiş. Sofrada küçük tabaklarda yemekler varmış. Ev sahibi misafirine "Bismillah de de gel" demiş. Adam, "demem gardaş" demiş, "bu tabaklar bana yetmez".
Aradan bir zaman geçmiş. Vahap Efendi'nin yolu misafir ettiği ahbabının köyüne düşmüş. Yine sofra gelmiş ortaya. Sofrada tabak değil, büyük kuşganada yemek var. Ev sahibi misafiri Vahap Efendi'yi buyur etmiş, "Bismillah deme de gel".
AYAKLA ÇÖKELİK TARTMA
Hekimhan köylerinin birinde, adam çökeliği omuzlamış pazara satmaya götürüyormuş. Yolda Osman Dayı adında biri seslenip durdurmuş adamı. Çökeliği almak için üç aşağı beş yukarı derken anlaşmışlar. Çökelikçi demiş ki "terazim var amma, kiloyu evde unutmuşum, ben satmaktan caydım". Osman Dayı, "üzülme yeğenim" demiş "benim ayağımın tabanı kilo vazifesi görer".
Böylece terazinin kefesinin birine çökeliği diğerine de Osman Dayı'nın ayağını koymuşlar. Osman Dayı ayağının ağırlığıyla bastırmış teraziye, ardından "yeğenim tamam kefeleri dengeledim, tamı tamına 10 kilo 300 gram geldi, hadi 300'ünü derinin darasına düşek, 10 kilo kalır geriye" demiş.
NASIL OLSA ÇÖKELİK OLACAK
Hekimhan köylerinin birinde eskiden yaşanmış bir hadise şöyledir:
Sabahleyin erkenden keçi derisinden yapılan "tuluk" ile yayık yayan kadın, ayranı külege aktarmış, eğilmiş ki yerden yağ kaşığını ala. O sırada kafasındaki "küllük" denilen başlığı küleğe düşmüş. Hemen eliyle almış, çamaşır sıkar gibi ayranın üstüne sıkmış. Onu gören gelini sormuş. "Ana küllüyün ayranını küleğe sıktın. Kaynana da, "bir şey olmaz gelin zaten çökelik yapacaktım ayranı" demiş.
BEN DAHA DANA KADAR OLMADIM
Malatya köylerinin birinde evin birine bir misafir gelmiş. Sofra çıkarmak adettendir misafire. Evin reisi hanımına bir kaş-göz işareti etmiş. Kadın hazırdan birşeyler yapıp, sofrayı getirmiş.
Yemeğe başlamışlar. Ev sahibi 5-6 kaşık yemiş, üzerine de bir tas özeme ayran içmiş, "Ohh... doydum, öküz gader oldum" demiş. Misafir, adamın niyetini anlamış, hiç oralı olmamış. Adam "Ohh... vallaha.... öküz gader oldum, doydum" demişse de, misafir devam etmiş. Bir tarafdan da "vallaa ağa ben daha dana gader olamadım" diyerek kaşığını yemeğe sallamış.
EKMEK YEDİRME
Hüseyin Dayı, köyünden kalkmış Malatya'ya gelmiş. O zaman da otel yokmuş, kalkmış Orduzu'da Hasan isimli bir ahbabının evine misafir olmaya gitmiş. Buyur etmişler. Hasan da köylerde çerçilik yaptığından, Hüseyin Dayıgilde çok yemek yemişliği varmış. İzzet-İkrâmda bulunayım diyerekten, içli köfte yaptırmış hanımına. Sofrayı kurmuşlar, sofraya ekmeği parça parça koyuyorlarmış. Hüseyin Dayı buna içerlemiş. "Ula Hasan" demiş, "niye önüme bi parça bi parça ekmek goyusun. Sen bize geldiğinde bizim karı kültesiynen (ekmekleri hıla içinde 8-10 tane birden koyarak) getirip önüne goyuyu. Valla garnım doyana gader yiyecem. İster bütün bütün ver, ister bölük bölük ver" deyip gürlemiş.
ELİM TERAZİ
Malatya'nın bir köyünde "Kör Abbas" namıyla nüktedan birinin her konuştuğu, her yaptığı hareket günümüzde dilden dile dolaşır. Bunlardan biri şöyledir:
Fırat Nehri'nin kenarında karpuz bostanı olan Abbas Dayı, karpuzları toplayıp eşeği "Bozoğlan"a yüklemiş, Arapkir tarafına satmaya çıkmış. Yolda giderken peynir satmaya giden bir adamla karşılaşmış. Peynire müşteri olmuş. Adam da, "terazim yok, nasıl tartalım" deyince, Abbas Dayı kocaman ellerini açmış, bir tarafına bir taş koymuş, diğer elini de terazi kefesi gibi açarak "koy oğlum peynirleri" demiş. Adam, habire peynir yığmış "birbaş, ikibaş, üçbaş" derken tam "sekiz baş peynir" olmuş. Abbas Dayı elini hizalamış, "hah, tamam bey oğlum bir okka oldu" demiş. Adama 3-5 karpuz verip savmış.
SESLİ SESLİ AĞLAMAK
Malatya köylerinden birinde, bir karı koca komşu köye bir akraba ziyaretine gitmişler. Biraz hoş beşten sonra, ortaya sofra getirilmiş; sofrada bal ile tereyağı varmış. Karı kocanın ikisi de bunları çok severlermiş. Kadın, nasıl edem de bal ile yağı kocama yedirmeyen diye düşünmüş ve "anam, bunları da bizim herif sevmez, bir kaşık yese hemen hastalanır" demiş. Çok utangaç olan koca, bal ile yağa imrenerek bakmakla yetinmiş. Karısı da tabakları bir güzelce sıyırmış.
Köylerine dönerlerken yolda koca hanımına dönmüş "gız arsız!" demiş, "bana yedirmedin balla yağı, için için ağlattın, ben de seni sesli sesli ağlatayım da gör" diyerek hanımını döve döve götürmüş.
KEREYİ ERİTMEK
Ö. Köyü halkı beylik, ağalık döneminde bağlı oldukları Besni beylerine her yıl 5 teneke tereyağı gönderirlerdi. Bunun yanında 10 tane de kavurmalık keçi giderdi. Bu durumdan bıkan köyün ileri gelenleri köyden sözbilir bir heyet seçerek Besni Beyleri'ne bu haracın kaldırılması için elçi olarak göndermeye karar verirler.
Besni Bey'inin evinin önüne gelen heyet şaşkınlıkla beklerler. Nasıl diyelim ne diyelim diye aralarında tartışırlarken Besni Bey'i camı açarak köylülere seslenir.
- Orda ne bekleşip mırıldanıyorsunuz ulan. Hani yağ hani keçiler, diye hışımla bağırınca ne yapacağını şaşıran heyet.
- Beyim, yağ erinik mi olacak, yoksa kere mi onu sormaya geldik.
- Hangisi iyi olur ulan diye ağa tekrar bağırınca.
- Eriniği iyi olur ağam demişler korkuyla.
- Daha ne duruyorsunuz defolun, hemen erimiş tereyağından 5 teneke getirin. Köylüler ezile büzüle sıkıla köye dönerler. Haraçtan kurtulduk diye sevinen, bayram yapan köy halkı gelenleri karşılamak üzere yola dökülürler.
- Tamam mı haraç bitti mi? diye sevinçle sorarlar.
Gelenler ise:
- Tamam tamam kereyi erittik hepsi o kadar.
KURU FASULYE
Doğanşehir yerlilerinden birisi bir iş için Ankara'ya gitmek üzere yola çıkar. Bir müddet sonra otobüs yemek molası verir. Adam garsondan yemek ister, kuru fasulye adını duyunca, "bana ondan getir!" der. Bir müddet sonra yemeği önüne gelen adam hayal kırıklığı içinde hayretle yemeğe bakarak garsona şöyle çıkışır: "Yahu bizim oradaki lobiye gelmiş burada kuru fasulye olmuş. Ben bunu yiyemem!" der.
NİSANDA PİŞER
Fındık köyündeki bir eve kasım ayında bir misafir gelir. Adam içeri buyur edildikten sonra ocağın başını göstererek evin hanımına:
- Bacım şuraya bir minder ser marta kadar. Kadın hemen minderi getirir. Altında ateş yanmayan bir ocağın üzerine bir kazan, kazana da iki tas su kor. Merakla kadının ne yemek yapacağını bekleyen misafirin gözlerinin içine baka baka:
- Kayna kazan kayna nisana kadar". Misafir de "Bacım nisana kadar kazan kaynar mı? deyince kadın "Marta kadar oturan misafirin yemeği ancak nisana pişer" der.
SAYIKLAMA
Doğanşehir'e gelen iki köylü tanıdık bir eve zoraki misafir olur. Ev sahipleri akşam yemeklerini yemiş olduklarından evde yiyecek hiçbir şey bulunmamaktadır. Misafirler çok aç olduklarından sözü döndürüp dolaştırıp yemeğe çaya getirmişler. Ev sahibinden ses seda çıkmamış ve misafirlerin yatağı serilmiş. Ev sahibi ise misafirlerle birlikte yatmak istemiş nezaket icabı. Misafirler yatağa girdikten sonra birinci misafir başlamış sayıklamaya:
"Selamunaleyküm berde
Pilav derman imiş derde
Her zaman gördüğüm yerde
Kaşıkla ha kaşıkla"
İkinci misafir başlamış sayıklamaya:
"Selamünaleyküm nergiz
Uzak yolda geldik biz
Sofranın üzerine de bir karpuz
Bıçakla ha bıçakla."
Bunları duyan ev sahibi de durur mu o da başlamış sayıklamaya:
"Dervişlerin hak dediği hak olmaz
Her yerde halı yerin olmaz
Dedikleriniz bizde bulunmaz
Sayıkla ha sayıkla."
Bunu duyan misafirler çaresiz aç yatmak zorunda kalmış.
HERSE AŞI NASIL YENİLİR?
Herse aşı Darende'nin ünlü yemeklerindendir. Üç âlim kişi, bir gün herse aşı yemek için sofra başına otururlar. İçlerinden biri kaşığını yağ dolu göle uzatarak:
- Vessemai vettariki, bizde böyle yaparlar harıki... diyerek önüne doğru bir ark çeker ve yağ başlar önüne akmağa. Bunu gören ikincisi de:
- Vessemai biruci, bize gelsin bir ucu... diyip o da yağı kaşığı ile önüne akıtır. Üçüncü âlim bunları görünce dayanamaz:
- Vessemai şakkat, hepsini birbirine kat... diyerek kaşığı ile herşeyi karıştırır.
CAN SIKINTISINDAN
Yeşilyurt'a bağlı dağ köylerinden birinde, babasının mezara konulmasından sonra evine dönen genç, avluda bulunan ayranlı çorba tenceresinin başına geçerek, tahtadan yapılmış çömçe ile içmeye başlamış. Bunu gören birisi, "utanmadan nasıl da çorba içiyorsun?" diye sorunca genç:
"Keyfimden değil elbette, canımın sıkıntısından içiyorum... " diye karşılık vermiş.
SÜTÜN KAYMAĞINI KİM YİYORSA O İNDİRSİN
İmam Ali'nin anası süt kaynattıkça kaymağını küçük oğluna yedirirmiş. Ali buna içerler fakat ses çıkarmazmış. Evde kimsenin bulunmadığı bir günde avluda bağlı duran eşeği omuzuna almış. Geniş taş merdivenden geçerek evin damına çıkarmış. Anası eve dönünce eşeği avluda görememiş. Eşek zırlamaya başlayınca kadıncağız afallamış. Bu muzipliği Ali'nin yaptığını anlamakta gecikmemiş. Ali görününce anası: "yaptığını beğendin mi" demiş "çık da şunu indir."
Ali istifini bozmadan karşılık vermiş: "sütün kaymağını kime yediriyorsan çıksın o indirsin..."
İÇYAĞI KALIYOR
Davar hırsızının biri çaldığı davarı keser etini fakıra, fukaraya dağıtırmış. Onu yakından tanıyan birisi bir gün sormuş: "Yahu" demiş, çaldığın davarın etini ona buna yediriyorsun. Sana neyi kalıyor:
Davar hırsızı istifini bozmadan karşılık vermiş: "İçyağı."
KABAK AŞI
Vaktiyle Yeşilyurt'a imam olarak gelen birisi ramazanda işbaşı yapmış. Camiye yakın evlerden birinin sahibi hazırlıksız olarak imamı iftara çağırmış. O akşamın yemeği kabak aşı imiş. Sofrada ev sahibi imama "kusura bakma," demiş. "Aceleye geldi. Başka bir hazırlığımız olamadı."
İmam, memnun olduğunu, kabak aşını da çok sevdiğini söyleyince ev sahibi rahatlamış ve yerinde bir iş yaptığını sanarak durumu ertesi gün imamı çağıracak olan komşusuna anlatmış. O da iftar yemeği olarak bir kabak aşı hazırlattırmış. Derken o ona, öbürü ötekine söyleye söyleye imama tam 25 gün kabak aşı yedirmişler. Bundan fazlasıyla sıkılan imam bir seher vakti minareye salâ için çıktığında yüksek sesle bağırmaya başlamış:
"Çırmıktıya imam oldum,
Doğrusu belâmı buldum.
Akşama kabak aşı, sabaha kabak aşı,
Çekilir mi ya Resulallah."
GIVIR ZIVIR
1980 yılında ilçe genelinde yapılan aramalarda birkaç jandarma Kalecik Köyü'nde bir evi aramak üzere içeri girerler. Aramayı bitirip çıkacakları zaman evin ihtiyar kadını;
- Oğlum oturun bir parça bir şey yiyin. Benim de torunum asker, sizi onun yerine koydum ne olur beni kırmayın, diye yalvarır.
Jandarmalar herhangi bir şey yemenin yasak olduğunu söylerlerse de kadın aldırmaz.
- Oğlum pek bir şey yapmayacağım. Hazırdan gıvır zıvır birşeyler çıkarayım da yiyin diye tekrar yalvarır. Bunun üzerine böyle bir yemek adı duymayan askerler dururlar. Biraz sonra kadın elinde pekmez ve yoğurtla gelir.
Askerler yemeğe bakarak merakla sorarlar. "Nine bunun hangisi gıvır zıvır". Nine de pekmezi göstererek "bu gıvır", yoğurda da "bu da zıvır" der. Karnını doyurup kalkan askerler nineye teşekkür ederler ve "şu gıvır önemli değil ama zıvırına diyecek yok" derler.
UYKUSUZ
Köyden şehire misafir olan bir köylü gittiği evde saatlerce bekler yemek gelmez. Başlar ev sahibine durumu ima ile anlatmak için esnemeye. Esnemeleri sıklaşınca ev sahibi sorar:
- Misafirim esniyorsun ama hayır ola. susuz musun yoksa uykusuz mu? diye sorunca aç olan misafir:
- Çeşmenin başında uyudum da sonradan buraya geldim der.
OLA DA SABAHAÇE YİYESİN!
Orakçılar köye gitmişler. Bir kadının ekinini biçmek üzere anlaşmışlar. Kadın iyi çalışan bu insanlara ikram olsun diyerek akşama doğru biraz pilavla ayranlı köfte hazırlamış. Köfteyi de kuyuya sallandırıp bir güzel soğutmuş. Gün vurgunu, iş yorgunu ekin biçiciler, akşamın alakaranlığında önce pilavı kaşıklayıp bitirmişler. Sonra ayranlı köfteye kaşık sallamışlar. Bir leğen, iki leğen, üç leğen, dört leğen... derken koca kazan köfte bitivermiş.
- İmmihan Ana demiş ekin biçiciler, hele bir leğen daha getir şu köfteden!
- İmmihan Ana:
- Abaa, gadanızı alam, galmadı gurban! deyivermiş ezilerek.
Ekin biçiciler, iştahlarını gemleyerek homurdanmışlar:
- Keşke ola da sabahaçe yiyesin!
DİLİNDEKİ SANA, GÖNLÜNDEKİ BANA
Gürün'de çarşı esnafından Hüseyin Efendi hasta olunca, dükkân komşusu Ermeni Hamparsun Efendi evine geçmiş olsuna gelmiş ve şifa dilerken nasıl olmuşsa dili sürçmüş:
"Hüseyin Bey geçmiş olsun, Allah şifa vermesin," demiş.
Yanlışın kasıtsız yapıldığını anlayan Hüseyin Efendi de esprili bir şekilde cevap olarak
-"Sağ ol Hamparsun Efendi, yalnız; dilindeki sana, gönlündeki bana olsun" diye yanıtlamış.
DAĞLARIN ARKASINI GÖRDÜN MÜ?
Sayın Nihat Kırış'ın "Gürün Albüm" adlı kitabından bir hikâyecik:
"Gürünlünün sıcak ve candan yakınlığı, zarif ve ince esprileri unutulmaz. Gözlemlediğinizde, uzak kentlerdeki pek çok Gürünlü Gürün'ü unutamamıştır. Gerçekten de çoğumuz Gürün'ü ve Gürün anılarını, Gürün'ü görmemiş yabancı dostlarımıza da anlatırız.
İşte, kibar ve Gürün'ü çok sevenlerden biri olan Ali Demir Yonguç Bey de çoğumuz gibi dostlarına Gürün'ü anlatırmış. Arkadaşlarından biri Gürün'den geçmiş ve dönünce:
-"Ali Bey Gürün'ü anlattığın ölçüler de göremedim" demiş.
-"Dağların arkasını gördün mü?" demiş,
-"Hayır" demiş dostu.
Ali Bey de "Kardeşim işte esas Gürün oralardadır..." demiş.
TADIM GAVURU MÜSLÜMAN OLUYOR
Tadım'lı bir ermeni, dindaşlarından zulüm görmüş olacak ki, Göl Köyünde oturan sevdiği bir ağaya gelir:
-Ahmet Ağa! Ben batıldan döndüm, Hak dinine gireceğim. İslamın şartını öğrenmek için sana geldim. Adımı da doğrult, itikadımı da...
-Hoş geldin, sefa geldin Agop. Adın Yakup olsun, evvela. İmamı da çağıralım, İslamın şartlarını o sana öğretsin.
Köyün imamını çağırır, meseleyi anlatırlar.
İmam, mal bulmuş mağribi gibi yola gelen Ermeni'ye başlar anlatmaya:
-Gece yarısından kalkarsın, temiz bir abdest alırsın, iki rekat hacet namazı kıldıktan sonra, Kıbleye doğru diz çöküp, üç defa tespih çeker, dua edersin. Uyku zorlayınca, yarım saat uyuduktan sonra, tekrar kalkar, abdest tazeler, sabah namazına hazırlanırsın. Sabah namazında, gerek sünneti kılarken, gerek farzı eda ederken, en uzun sureleri okursun, sevabı daha çoktur. Sonra tekrar...
İmamın uzun boylu akait talimine karşı, Ermeni'nin yüzü sarardığı gibi, ağanın da kaşları çatıldığı görülür ve İmamın sözünü keserek:
-İmam! Çok uzun etme, Agop, Tadım'dan Göl'e geldi, Yakup oldu, neredeyse beni Tadım'a gönderip Agop edeceksin.
Diye, imama çıkıştıktan sonra henüz, yeni Yakup olan Agop'a dönerek:
-Yakup! Sen imama bakma, İslamda zorluk yoktur, kolaylık vardır. İslamın şartı, esasında birdir. Kelime-i Şahadet getiren Müslüman olur. Diğerleri dinin destekleridir. Zekatla hac; zenginler için, geriye kaldı oruçla namaz. Oruç, senede bir defadır; gelir geçer. Namaza gelince farzları vaktinde kılmaya gayret et. İmkan bulamazsan kazası da vardır. Sünnetleri kılarsan, peygamberin gönlünü kazanmış olursun. Artık o senin bileceğin iş. Bundan gayrısı nafiledir. Boş vaktinde, efkar etmemek için, ibadet iyidir, derler. İster kıl ister kılma; senden soran olmaz.
Ağanın sözlerini dinleyerek ferahlayan Yakup, Ağaya dönerek:
-Kurban sana; beni dardan kurtardın, Allah'ta seni dardan kurtarsın diye yakardıktan sonra, Agop, dinine sikke batmaz bir Müslüman olmuştur.
Zorla güzellik olur mu hiç...
ACEMİ BERBER
"Acemi berber Adamın biri saçını kestirmek için berbere gitmiş. Acemi olan berber, saçla beraber, deriyi de kesiyormuş ve kestiği yere pamuk yapıştırıyormuş. Aynada başını pamuklar içinde gören adam, berbere: "Yarısını bana bırak, ben de darı ekeyim!" demiş. Adamı adama gönderdi, beni sana gönderdi Düğün yapacak bir adam, okuyucu (davetçi) çıkarmış. Okuyucu kibirli ve de zengin bir adamın evine giderek, düğün sahibinin davetini iletmiş. Ev sahibi, davetçiye: "Başka adam yok muydu da seni bana gönderdi?" diye sorunca, hazırcevap okuyucu: "Adamı adama, beni de sana gönderdi" demiş. Arpalamışım Kahve tiryakisi olan ve kahveden çok iyi anlayan Ali Ağa'ya arkadaşları bir muziplik yapmak istemişler. Bundan maksatları biraz Ali Ağa'yı denemekmiş. Arpayı kavurup dövmüşler ve kahveye katmışlar. Ali Ağa her zamanki gibi kahveye gelmiş. Arkadaşları daha önceden kahveciye de durumu anlatmışlar. Kahveci arpa katıntılı kahveden yaptığı kahveyi Ali Ağa'ya getirmiş. Ali Ağa arkadaşlarıyla hem sohbet ediyor hem de kahvesini içiyormuş. Sonra, ayağa kalkan Ali Ağa topallaya topallaya yürümeye başlamış. Arkadaşları ne oldu diye sorduklarında: "Arpalamışım" demiş. Ali Ağa, atlarda arpayı fazla yemekten meydana gelen rahatsızlığı belirten arpalama sözüyle, arkadaşlarının yaptıkları şakaya nükteli bir karşılık vermiş. Canım kız, güzel kız, aman tez Adamın bir âşık olduğu kızı düşündükçe, sazı eline alır, durmadan: "canım kız, güzel kız, aman tez" diye türkü söyler, onunla evlenmek istediğini dile getirirmiş. Adamı bu kızla evlendirmişler, aradan zaman geçmiş. Karısı ondan evin ihtiyaçlarını istedikçe, adam türküsünü şöyle çağırmaya başlamış: "Canım tuz, güzel bez, aman tez!" Bu fıkra, duruma göre türkü çağırmak değil, çalışmak gerektiğini anlatmak için, öğüt yerine söylenir olmuş. Derin oy, oy Gelinin birinin kayınvalidesi ölmüş. Çok titiz ve zâlim olan kayınvalidesi için biraz saf (!) olan gelin şöyle ağlamış: Oy, oy, oy! Derin oy, oy! Uzak götür, derin oy, oy! O gözler ondayken yine gelir oy, oy!" Saçak altı kurudur, misafirin yoludur Bir eve gelen misafir, bir türlü kalkıp gitmiyor; "Yağmur da çok yağıyor" diye bahâne ediyormuş. Şakacı olan ev sahibi, misafire; "Saçak altı kurudur, misafirin yoludur" diyerek yol göstermiş. Susuz musun? Uykusuz musun? Bir eve uzak yoldan gelen misafirin karnı açmış ama, ev sahibi oralı olmuyor, misafirin halini anlamamazlıktan geliyormuş. Sonunda dayanamamış ve misafire şöyle sormuş: "Susuz musun? Uykusuz musun?" Misafir de aç olduğunu kibarca şöyle belirtmiş: "Gelirken bir çeşme başında uyudum."
TEMEL SINAVDA
Stadyumda sınav Trabzon'un en zengininin oğlu olan Temel matematik dersinden hep çakıyormuş. Hocası son sınavı tezahüratla ona moral verilsin diye Avni Aker Stadı'nda yapmaya karar vermiş. Stad tıklim tıklım doluymuş. İzleyenler Temel'e müthiş tezahürat yapıyorlarmış. Hocası
-Kolay bir soruyla başlayayım! demiş ve
-2 kere 2 kaç eder? diye sormuş.
Temel düşünmüş, düşünmüş ve
- 4 eder ! demiş.
Statta derin bir sessizlik olmuş. Ardından bütün stad hep bir ağızdan yalvarmış:
-Hocam! Pi şans daha!
SIRAYA GİR
Temel nefes nefese Haydarpaşa'da tren garına gelmiş. Bilet satan memur gazete okuyormuş. Parayı uzatmış:
-Postançıya pi pilet!
Gişe memuru başını kaldırmadan
-Sıraya gir!" demiş.
Temel sağına soluna bakmış, kendinden başkası yok. Bir daha parayı uzatmış:
-Hemşerum! Postancıya pi pilet! demiş.
Cevap aynı:
-Sıraya gir!
Temel darlanmış, kafasını gişeden içeri sokarak bağırmış:
-Hemşerum! Postancıya pi pilet daa!
Memur yine başını kaldırmadan
-Sıraya gir!" der demez
Temel yumruğu patlatmış. Memur neye uğradığını şaşırmış,
-Ne vuruyorsun kardeş; demiş.
Temel cevabı oturtmuş:
-Ben mi? Ha pu kadar kalabalikta penum vurduğimi nereden çikararayisun?
BAYRAM NAMAZI
Temel'in birgün annesi vefat etmiş. Herkes saf tutarken cemaatin arkasında bekliyormuş. İçlerinden biri sormuş:
-Temel! Ananin cenaze namazini kilmican mi?
Temel
-Haçen pen çenaze namazi kilmayi bilmiyom! demiş.
Aradan bir hafta geçmiş, bu sefer Temel'in kaynanası ölmüş. Bakmışlar ki, Temel en ön safta. Bunu gören cemaat merak edip sormuş:
-Ula Temel! Hani sen cenaze namazi kHmayi bilmeyidun?
Temel cevap vermiş:
-Haçen bu çenaze namazi değil ki, payram namazidur da!
BU FIKRAYI DUYMADINIZ
KÖYÜN ÇOBANI
Bizim köylü (Yeni Bektaşlı) bir çoban, Gürün'lü bir sürü sahibiyle sürüsünü otlatmak için anlaşmış. Ancak bir ay bu işe devam ettiği halde bir türlü karnı doymamış. Çünkü çoban, bizim köydeki sürü sahiplerinin hazırladığı, içerisinde "kavurma, peynir, tereyağı, yağlı ekmek (omaç), yumurta vb." hayvansal gıda olan azıklara alışıktır. Gürün'de ise hayvansal gıda az olduğundan, azığını "domates, salatalık, kayısı, biber, kak, dut kurusu vb." şeylerden hazırlamışlar.
Çoban bu tür yiyeceklere alışık olmadığı ve de sevmediği için haliyle doymamış. Utandığı için de gerçeği söyleyememiş ve bir gün "ben çobanlığı bırakıyorum" demiş sürü sahibine. Sürü sahibi:
-"Neden bırakıyorsun arkadaş, paranı mı vermedik, azığında domates mi vermedik, salatalık mı vermedik, soğan mı vermedik, dut mu vermedik?" diye sıralarken çoban sürü sahibinin lafının ortasına atlamış ve:
-"Bak hele bak şu utanmaza, hiç ekmekle kavurmanın, omaçın yanına yaklaşıyor mu? Arlanmaz herif" demiş.
UYANIK KÖYLÜ
Gürünlü bir köylünün öküzü hastalanmış adam Allaha dua etmiş Allahım demiş, eğer öküzüm iyileşirse senin rızan için 1 ay oruç tutacağım. Allah duasını kabul etmiş ve öküz iyileşmiş. Adam tam bir ay oruç tutmuş. Orucun bittiği gün sabah, bakmış ki öküzü ölmüş.
Adam demiş ki Allahım sen beni aptal mı sandın. Orucu Ramazana sayarım, öküzü de kurbana sayarım demiş.
İNŞALLAH ÖLMEMİŞTİR
Gürün'ün Deveçayır köyünde birinin anası ölmüş. Oğlu hem ağlıyor hem de tabudu taşıyormuş. Onu teselli eden komşusu:
-"Ağlama kurban ağlama, inşallah ölmemiştir. Sen kalbini ferah tut!" demiş.
İT KILI KIRKAN BERBER
Şair berber Turgut Amca yıllardır Gürün Kaymakamlarının berberliğini yapar.
Bir gün Kaymakam Akın Gönen'i tıraş ederken, dükkânın kapısında bir vatandaş belirir.
— Selamün aleyküm
— Aleykümselâm.
— Turgut Amca, bir ihtiyacım var, biraz borç para verebilin mi?
— Yavrum, nerden bulayım parayı. Bu devirde para kazanmak kolay mı? Biz para bulmak/kazanmak için it kılı kırkıyok.
Adam çeker gider. Kaymakam da hiçbir şey demez. Ertesi gün Kaymakam Akın Gönen elinde on iki yapraklı bir takvimle gelir.
— Turgut Amca al şu takvimi, iki aynanın arasına as. İt kılı kırkmaya da devam et, der. [6]
Yıllar sonra Kaymakam Bey bakan olunca Mecliste Suçatılılar ile karşılaşır. Başından geçen bu olayı anlattıktan sonra 3 kg baklava ile Turgut Amcaya selam gönderir.
EN KOMİK NASRETTİN HOCA FIKRALARI!
9 AKÇE Mİ 10 AKÇE Mİ?
Bir gün Nasrettin Hoca rüyasında bir adamla
konuşuyormuş.
Adam:
-9 akçe.
Nasrettin Hoca:
-10 akçe, diyormuş.
9 AKÇE Mİ 10 AKÇE Mİ?
Bir gün Nasrettin Hoca rüyasında bir adamla konuşuyormuş.
Adam:
-9 akçe.
Nasrettin Hoca:
-10 akçe, diyormuş.
Nasrettin Hoca rüyadan uyanmış ki ellerinde hiç akçe yok. Tekrar uykuya dalmış ve adama demiş ki:
-Tamam, 9 akçe olsun
ANAHTAR
Nasrettin Hoca, bir gün anahtarını kaybetmiş.
Bahçede döne döne anahtarını arıyormuş.
Hanımı sormuş:
-Nasrettin Hoca, anahtarı nerede düşürdün?
-Aaaa Hanım, nerede düşürdüğümü bilsem, hiç arar mıyım!
BEN UYUYORUM
Bir gün Nasrettin Hoca şehre gelip bir arkadaşıyla
birlikte handa kalmış. Gece yarısı arkadaşı
sormuş:
-Hocam, uyudunuz mu?
-Buyurun bir şey mi var?
-Biraz borç para isteyeyim demiştim.
Nasrettin Hoca derhal horlamaya başlayıp:
-Ben uyuyorum, demiş.
EŞEK
Bir gün Hoca eşeğe yüzü arkaya bakacak şekilde yanlış oturmuş.
-Hoca, diye seslenmişler, eşeğine ters biniyorsun!
Hoca:
-Hayır, diye cevaplamış, eşeğe ters binmedim.
Eşeğin yönü ters.
BURANIN GÜNLERİ
Nasrettin Hoca daha önce hiç uğramadığı bir köyden geçiyormuş. Bir köylü yanına yaklaşmış ve sormuş:
-Hocam, bugün günlerden ne?
Hoca, yorgunluğun etkisiyle hangi gün olduğunu bir türlü hatırlayamayınca:
-Bu köyün yabancısıyım.
Buranın günlerini bilmem, demiş
IŞIĞIN GEREKLİLİĞİ
Bir gün Hoca kahvehanede otururken kendini över. Köylüler büyük bir dikkatle onu dinlerler.
Konuşma esnasında Hoca:
-Ben karanlıkta bile gündüz gibi net görürüm, der.
Biri:
-Hoca o halde geceleri niçin lambayla dolaşıyorsun diye sorunca,
Hoca:
-Başkaları bana çarpmasın diye lambayla dolaşıyorum, der
IŞIĞIN GEREKLİLİĞİ
Bir gün Hoca kahvehanede otururken kendini över. Köylüler büyük bir dikkatle onu dinlerler.
Konuşma esnasında Hoca:
-Ben karanlıkta bile gündüz gibi net görürüm, der.
Biri:
-Hoca o halde geceleri niçin lambayla dolaşıyorsun diye sorunca,
Hoca:
-Başkaları bana çarpmasın ndiye lambayla dolaşıyorum, der
KAFASINI UNUTMASIN
Nasrettin Hoca, Akşehir'in zenginlerinden birinin köşküne ziyarete gelmiş. Nasrettin Hoca'yı kapıda karşılayan hizmetçi, efendisinin evde olmadığı konusunda diretince,
Nasrettin Hoca şöyle demiş:
-Efendine söyle, bir daha evden çıkarken pencerenin kenarında kafasını unutmasın!
KİM DAHA BÜYÜK
Hoca'ya sormuşlar:
-Padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi?
Hoca:
-Çiftçi büyük elbet, demiş ve eklemiş:
-Çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse padişah açlıktan ölür.
NEREYE
Nasrettin Hoca günün birinde Karakaçan'a binmiş.
Fakat bir türlü sahip olamıyormuş.
Yolda birisi sormuş:
-Böyle nereye
Nasrettin Hoca?
-Eşeğin istediği yere.
O BİZDEN DAHA KİRLİ
Hoca, bir gün göl kenarında karısıyla birlikte çamaşır yıkamaya gider. Tam işe başlayacakları sırada bir karga gelir ve sabunu kaptığı gibi havalanır.
Karısı:
-Yetiş Efendi!
Sabunu kuş kaptı, dediyse de Hoca kılını bile kıpırdatmaz.
-Telaşlanma karıcığım, baksana simsiyah olmuş zavallı. O bizden daha kirli, varsın temizlensin, der.
O KONUŞURSA BU DA DÜŞÜNÜR
Bir gün pazarda bir papağanın 100 altına satıldığını gören
Nasrettin Hoca, evinden bir hindi getirip 200 altın ister.
Herkes Hoca'ya şöyle der:
-Hindi hiç 200 altın olur mu?
Hoca da:
-Az önce bunun yarısı kadar kuş,
100 altına satıldı. Bu neden 200 altın etmesin.
O KONUŞURSA BU DA DÜŞÜNÜR
Bir gün pazarda bir papağanın 100 altına satıldığını gören Nasrettin Hoca, evinden bir hindi getirip 200 altın ister.
Herkes Hoca'ya şöyle der:
-Hindi hiç 200 altın olur mu?
Hoca da:
-Az önce bunun yarısı kadar kuş,100 altına satıldı. Bu neden 200 altın etmesin.
TARİFİ BENDE
Günün birinde Nasrettin Hoca et yemeği yemek ister. Kasaptan bir kilo et satın alır. Tarifi kağıda yazıp cebine koyar Evine giderken, bir karga Nasrettin Hoca'ya doğru uçar, eti kapar ve kaçar. Nasrettin Hoca çaresizdir. Ama hemen elindeki tarifi hatırlar ve tarifi cebinden çıkararak kuşa doğru bağırır:
-Hey! Şaşkın karga, tarifi unuttun!
TAŞINMA
Bir gece Nasrettin Hoca uyurken evine hırsız girer. Hırsız evde bulduğu işe yarar ne varsa alır, evine götürür. Bunu gören Nasrettin Hoca da geri kalan eşyaları aldığı gibi hırsızın evine götürür.
Hırsız hayretle sorar:
-Evimde bu saatte ne arıyorsun?
Nasrettin Hoca gayet sakin bir şekide cevaplar:
-Oğlum biz bu eve taşınmadık mı?
TURŞUCU
Nasrettin Hoca turşuculuk yapıyormuş.
.-Haydi turşucu geldi, turşucuuuu... diye bağırdığında eşeği anırıyormuş.
KARANLIK
Hava kararınca karısı Nasrettin Hoca'dan:
-Efendi, sol tarafında fener olacaktı ver de yakayım, der.
Nasrettin Hoca cevaplar:
-Karanlıkta ben nerden bileyim, sol tarafım neresi!
YA ÜSTÜNDE BEN OLSAYDIM
Bir gün Hoca eşeğini kaybetmiş. Aramadık yer, sormadık insan bırakmamış ama ne olmuşsa olmuş, bulamamış eşeği. Oturup derdine yanacak yerde, bu haline şükretmeye başlamış. Komşuları:
-Bre Hoca, canın sağ olsun ama sonuçta eşekten oldun. Şükredecek ne var bunda, demişler.
Hoca cevap vermiş:
-A komşular, ben şükretmeyim de, kimler şükretsin. Ya ben de eşeğin üstünde olsaydım!
UYKUM KAÇTI
Hoca bir gece yarısı kalkmış. Eline feneri almış. Sokağa çıkmış. Sokakta gezinmeye başlamış.
Bekçi, Hoca'yı görmüş. Ona:
-Gece yarısı sokakta ne arıyorsun, diye sormuş.
Hoca:
-Uykum kaçtı da onu arıyorum, demiş.
TEMEK FIKRALARI
TEMEL ŞİMŞEK
Mısır tarlasında ürün henüz toplanmamış. Gece berbat bir sel gelmiş her şeyi götürüyor. Arada bir de şimşek çakıyor ve tarla tamamen gündüz gibi aydınlanıyor. Temel kızgın:
- Pu rahmeti çönderdiği yetmiyormuş cibi, arada pi çakmağını yakup pakayı.
TEMEL YAĞMUR
Kaptan Temel, Fadime'ye yağmurun yağıp yağmayacağını önceden bildiğini söyler. Fadime nasıl diye sorunca, Temel,
- Eğer ki hamsiler suda oynayi, yağmayacak; oynamayi, yağacak temektur.
Fadime,
- Ama yarisi oynayi, yarisi oynamayi.
- O zaman pelki yağar, pelki de yağmaz.
TEMEL METEOROLOG
Temel elinde ip sallanıyormuş, ne yaptığını sormuşlar,
- Pen meteoroloğum, hava turumunu tespit edeyrum.
- Bu iple nasıl ölçüyorsun?
- İp sallanunça hava rüzcarlu, teniz de dalgali, ip ıslanınca yağmurlu olayi.
(Temel, Amerika'dayken bu fikrini, fotoğrafta görüldüğü gibi, bir 'Meteoroloji İstasyonu'na bile dönüştürmüş!)
TEMEL ISLATAN
Ahmak ıslatan yağmuru yağıyor. Cemal,
- İçeru cirelum.
Temel,
- Pizi ıslatmaz.
TEMEL YILDIZ
Cemal gazetede yıldızlarda hayat olduğunu okumuş, heyecanla Temel'e anlatıyormuş. Temel aldırmamış:
- Punu pilmeyecek ne var?
- Nerten pileysun?
- Uşaklar olmasa hiç ışıklar yanar miytu?
TEMEL HAVA
Temel İstanbul'da, sarhoş, meyhaneden çıkıyor, 61 plakalı bir araba görünce bıçağı lastiğine saplıyor. Ne yaptığını soranlara da,
- Memleçet havasi alayrum, diyor.
TEMEL ASANSÖRDE
Temel birgün oteldeki asansöre binmiş. Orada bekliyormuş.
Asansörün içindeki tabelada
-Asansör 4 kişiliktir, yazıyormuş.
Otel sorumlusu, Temel'in asansörde beklemekte olduğunu görür.
Temel'e neden beklediğini sorunca cevap çok ilginçtir:
-Asansör 4 kişilik ya... Diğer 3 kişiyu bekleyrum da.
TEMEL KIRTASİYECİDE
Temel kırtasiyeye girmiş, tezgahtara:
-Pana pir roman lôzum! demiş.
Tezgôhtarı sormuş:
-Efendim! Ağır mı olsun, hafif mi?
Temel atılmış:
-Farketmez, nasul olsa arabam dışarudadur!.
TEMEL DENGE
Denize çöp atan Temel'i yakalayan çevreciler doğanın dengesini bozduğu gerekçesiyle dövmüşler. Ağzından burnundan kan gelen Temel, ne olduğunu soranlara,
- Vallahi pen te anlamadum. Doğan'un yengesini bozmuşum. Pen ne Doğan'ı ne de yengesini tanimayurum.
TEMEL TİTANİK
Temel'le Cemal buzdağının üstünde kaybolmuşlar. Grip, bronşit gırla... Birden bir gürültü duyulmuş. Temel:
- Kurtultuk, demiş. Titanik celeyi.
TEMEL ASKERDE
Temel askerliğini yapıyormuş. Bölükte 40 ere izin vermişler. Geç kalırlarsa çadır hapsi var, ancak iyi bir mazeretleri olursa affedilecekler. 40 kişiden 39'u da geç kalmış, hep aynı mazeret;
-Atla istasyona celeydum. At çatladi, tren kaçtı, geç kaldum!
Derken kırkıncı da tamamlanmış, Temele sıra gelmiş.
-Senin de mi atın çatladı? diye sormuşlar.
-Hayır! demiş Temel, Yoldaki 39 at leşini geçemedum!.
TEMEL DENİZDE
Temelin küçük takası on kişilik tayfasıyla Karadeniz'in engin sularında yol almaktadır.
Temel tayfalarını yanına çağırır. Onlara şöyle der:
-Uyy uşaklar! Ha purada pi teneke altinumuz olsa idu ne ederduk?
Uşaklar:
-Uyyy paylaşirduk onlari.
Temel teklifi kabul eder ve altınları paylaştırmaya başlar:
-Uyy... 15 altin bağa, pi altin size, 15 altın bağa, pi altin size ...
Tayfalar buna itiraz ederler ve aralarında müthiş bir kavga başlar. Kıyasıya dövüşürler. Neden sonra Rize'ye geldiklerinde durumu mahkemeye intikal ettirirler. Mahkemede yargıç olayı anlattırır. Hem Temel, hem de tayfaları olduğu gibi olayı anlatırlar. Bunun üzerine yargıç:
-Peki, getirin altınları! dediğinde
Hepsi bir ağızdan cevaplarlar:
-Uyy haçim bey, pizum altinumuz falan yok! Olacağinu farz edeyduk!
TEMEL TAÇ
Adı çapkına çıkan Temel, Fadime'yi iknaya çalışıyor.
- Seni paşumun tacı yapacayum.
- Pi rüzgar celsun ta penu uçursun tiye mi?
TEMEL İLE DURSUN
Temel'le Dursun iki tane at almışlar. Fakat devamlı karıştırıyorlarmış. Hangisi kimin atı belli değil. Temel'in aklına parlak bir fıkir gelmiş ve atın birisinin kuyruğunu kesmiş. Dursun ona inat o da diğer atın kuyruğunu kesmiş. Temel bu sefer atın bir tanesine boyayla işaret koymuş. Dursun ona inat diğer atın aynı yerine aynı boyayla işaret koymuş. Temel bakmış böyle olmuyor, Dursun'a bir açıklamada bulunmuş.
-En iyisi beyaz at benimki siyah at da seninki olsun!demiş.
KEKEME
Kekemenin biri bir gün Beşiktaş'ta kekeme okulunu ararken okulun yerini bulamamış, en yakınındakı bir bakkala girip
-KakakakarrdeşHH, bubububurraaalarrrrdaddadadad bbbi kekekemememe okukukukuluuu varmış, nenenenerededede bibibiliyor musususun? diye sormuş.
Bakkal cevap vermiş:
-Okulun yerini bilmiyorum ama kardeşim, senin okula hiç ihtiyacm yok! Bence gayet iyi kekeliyorsun!.
TEMELCİK OKULDA
Temelcik öğretmenine sorar:
-Tünyamuz pi cün yok olacak mi?
-Evet yavrum!
-Peçi uçan uçaklar nereye inecek?
TEMEL DOKTORDA
Temel'e bir işe girmek için sağlık raporu lôzım olmuş. Gitmiş tam teşekküllü bir hastaneye.
Muayene esnasında doktor sormuş:
-Kulaklarınızdan ya da burnunuzdan bir şikôyetiniz var mı?
-He ya!, demiş Temel; Özellikle fanilamu çikarurken çok zorlanayrum!
TEMEL İNGİLİZCE ÖĞRENİYOR
Temel İngilizce öğrenmek için dershaneye yazılmış. İlk derste,
"Come!, yani Gel" demeyi öğretiyorlarmış.
Temel öğretmene sormuş:
-Pu nasil iştur? Come yazaysun, kam okuysun, peçi cel olduğuni nereden anlaysun?"
TEMEL İLE OĞLU
Temel Anadolu Lisesi sınavına hazırlanmakta olan oğlu Dursun'a sormuş:
-Söyle pakayum Tursun, su kaç terecede kaynayi?
Dursun biraz düşündükten sonra cevaplamış:
-Toksan terecede ...
Bunun üzerine Temel oğluna yeni birşey öğretme hazzıyla düzeltmiş cevabı:
-Pilemedun, toksan terecede tik açı kaynayi.
TEMEL VAZGEÇİŞ
Temel, Cemal'e:
- Trapzonspor'u pırakmazsam Fatime penu pırakacak.
- Çok kötü olayi, şimdi ne olacak?
- Evet, Fadime'yi özleyeceğim.
TEMEL KÖŞE YAZARI
Politikacının biri, köşe yazarı Temel'e,
- Her yerde benim üçkağıtçılığımdan bahsediyormuşşun.
- Yooo, pen öyle herkesin piltuyu teyil, tuyulmamış şeyleri yazarum.