Alimin ölümü alemin ölümü gibidir hadis mi, sahih mi?
İslam dininde alim insanların ölümünün ardından söylenen "Alimin ölümü alemin ölümü gibidir" sözü sahih mi merak ediliyor. Alimin ölümü alemin ölümü gibidir hadisi hakkında Diyanet İşleri Başkanlığı kaynaklarını inceledik. Peki, Alimin ölümü alemin ölümü gibidir hadisi sahih mi?
Alimin ölümü alemin ölümü gibidir hadisi sahih mi? İslam dininde alim insanların ölümünün ardından söylenen "Alimin ölümü alemin ölümü gibidir" sözü sahih mi merak ediliyor. Alimin ölümü alemin ölümü gibidir hadisi hakkında Diyanet İşleri Başkanlığı kaynaklarını inceledik. Peki, Alimin ölümü alemin ölümü gibidir hadisi sahih mi? İşte detaylar...
ALİMİN ÖLÜMÜ ALEMİN ÖLÜMÜ GİBİDİR HADİSİ SAHİH Mİ?
Kemâl Edîb KÜRKÇÜOGLU'nun kaleme aldığı Diyanet'in dergi sitesinde yer alan "İslam Dini'nde İlmin Üstün Yeri" başlıklı makalede Alimin ölümü alemin ölümü gibidir hadisi şu sözlerle yer almaktadır:
Müslümanlar nazarında ilme ve âlîme verilen yer ve değer şundan da anlaşılır: "Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir." denir.
Makalenin tamamı şu şekildedir:
İSLÂM DÎNİ'NDE İLMİN ÜSTÜN YERİ
Kemâl Edîb KÜRKÇÜOGLU
İslâm Dîni'nde daha başlangıcından itibaren gerek Kur'ân-ı Kerîm âyetleriyle, gerek Resûlullâh'ın kavil, fiil ve takrirlerinden mürekkep hadisleriyle, gerekse din ulularının özlü sözleriyle, değerli eserleriyle ilim tergîp, âlim teşvîk ve takdîr olunmuştur. İlme dâimâ ehemmiyet verilmiş ve bütün imkânlarla bilgisizliğin, bilgiye karşı ilgisizliğin giderilmesi ferdlere, cemâatlere, cem'iyetlere tenbîh ve tavsiye edilmiştir.
Halbuki elde olan şekilleriyle ne Ahd-i Atîk'de, ne Ahd-i Cedîd'de, ne de Havâriyyûn'un A'mâl-i Rüsül denilen sözlerinde böyle bir şey yoktur.
Allâh'ın, Resûl-i Zî-şân'a ilk hitabı: "Oku" dur. Hirâ Dağı'ndaki mukaddes inzivasında kendisine Cibril vâsıtasiyle gelen ve ilk vahyi teşkil eyliyen Alâk sûresi meâl olarak şöyle başlar:
"Oku! Yaratan Rabbinin adiyle. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin tükenmez kerem sahibidir. ki Kalem'le öğreten, O'dur. İnsanın bilmediğini O öğretti." (Alâk: 1-5).
Bir başka âyette Cenâb-ı Hak, sevgili peygamberi Hazret-i Muhammed'e "Bilenlerle bilmiyenler bir olur mu hiç?" demesini emreder. (Zümer: 9).
Diğer bir âyette ise: "Aslâ bir olmaz, ne kör ile gören, ne karanlıklarla aydınlık, ne de gölge ile yakıcı sıcaklık!" der, (Fâtır: 19-21.) Müfessirler bu âyet-i kerîmedeki "kör"ü: "câhil", "gören"i de: "âlim" diye îzâh ediyorlar. Şüphesiz, "karanlıklar"dan murat: "Bilmezliğin" her türlüsüdür; "aydınlık" da: "bilgi nuru"ndan kinayedir.
İslâm Dîni'nde bilgi: Maddî ücretlerle ölçülemiyecek bir ilâhî ihsân ve bir Rabbani ecir konusudur. Nitekim Kitâb-ı Celîlinde Allah: "…şu kadar ki onlardan (= insanlardan) bilgide yüksek payeye erenler,,. var ya; biz, işte onlara çok büyük ecir vereceğiz." der. (Nisa': 162).
Cenâb-ı Hak, Peygamber-i güzîne: "Ey Rabbim, bilgimi artır!" diye niyazda bulunmasını tâlim buyurur. (Tâ-Hâ: 114).
Diğer bir âyet-i kerîme dahi: "Allâh, sizden îmân edenleri ve kendilerine (gayretleri nisbetinde) bilgi verilenleri derece derece yükseltir!" hakikatini duyurur. (Mücâdile:11). Burada bir ince nokta, bir ilâhî nükte de var. Cenâb-ı Hak: "Sizden îman edenler" dediği halde "kendilerine bilgi verilenler"i "sizden" kelimesiyle takyîd, ilmin müteallâkını tahdîd buyurmamıştır. Burada: "ilmin vatanı yoktur." sözünü hatırlamamak mümkin değildir. İlim, ilim olmak şartiyle insanlığın müşterek malıdır; insanî gayretlerin müşterek mahsulüdür. İlmin vatanı yoktur; yoktur amma, âlimin elbette vatanı vardır. Olacaktır ve olmalıdır.
Âlim; beşeriyetin zîneti, millî camianın meziyyetidir.
İslâm Dînî; "Bir karşılıklı öğrenme ve öğretme nizamıdır." dense yeridir. Bilmiyen öğrenir; bilen öğretir. Bu bakımdan dünya: baştan başa mekteptir.
İlim: Allâh'ın ezelî sıfatlarındandır. ''Alîm" ism-i kerîmi: Cenâb-ı Hakk'ın Esmâ-i Hüsnâ'sı, 99 mübarek adı meyanındadır, İslâm Dîni'nde "ilim"in kendisi de bir ilim mevzuudur.
İlmi, usul ulemâsı: "Bir şeyi hakikatiyle idrâk" suretinde târif ederler ve onu:
1) "Bir nesnenin zatım idrak etmek,
2) Var veya yok olması vasfiyle o nesne hakkında bir hükümde bulunmak" diye ikîye ayırırlar.
İlmi:
1 — Nazarî,
2 — Amelî olmak üzere taksime tâbi tutanlar da vardır,
İlim: diğer canlılar arasında insanlara mahsûs bir imtiyazdır. İnsanın "eşref-i mahlûkât (= yaratılmışların en şereflisi)" sayılması, Âdemoğullarının "tekrîme nâil olması" (İsrâ': 70) bu imtiyâzdan ileri gelse gerektir.
Atalarımız:
" Ulemâdan sorun /
Hükemâ ile durun!
Ulularla oturun/" demişler,
Ulama olmıyan ulemâ: yeryüzünün gerçek ışıklarıdır; birer hidâyet meşalesidir, öylesine ışıklar, öylesine meş'aleler ki, dünya yolunu da, âhiret yolunu da aydınlatır ve insanı dünya karanlıklarından da, âhiret karanlıklarından da kurtarır.
"Allah'tan faydalı ilim dileyin', faydasızından O'na sığının!" buyurulmuş.
"İlim: İslâm Dîni'nin (ruhlara gelen) diriliğidir."
"Bilgisinden istifâde edilen bir âlim: bin âbidden hayırlıdır." denilmiş. Ne mutlu o âbide kî aynı zamanda muhitine ışık tutan bir âlim ola! Abid: kendi kilimini sudan çıkaran, âlim: Evi yananın her vâsıta ile imdâdma koşan insan durumundadır. İbâdet: ferdî, ilim ise ma'şerîdir.
İlmin yüceliği sebebiyledir ki Resûlullah Efendimiz:
"Âlimin ilme dâir bir övünliik mesâisi: âbidiıı 70 yıllık ibâdetinden hayırlıdır"
"İlim, mü'minin nerede bulursa alacağı yitiktir."
"İbâdetin en üstünü ilim için çabalamadır."
"İnsanların peygamberlik derecesine en yakın olanları, cihâd ehli ile ilim erbabıdır"
"Âlimlerle otur; ünün göğe yayılır. (Adın ulularla bir arada sayılır.)"
"Âlim, âbidden 70 derece üstün tutulur"
"Bilgilileri ağırlayın!"
"Şu beş şey ibâdet cümlesindendir: Yemeği tıkabasa yememek, câmilerde uzun uzun kalmak, Kâbe'ye nazar salmak, Mushaf temaşasına dalmak, âlimin yüzüne bakmaktır." demişlerdir.
Yine Peygamber Efendimiz:
"İlim payesi, payelerin en yükseğidir."
"Öğrenmek için çabalama, (erkek, kadın) her Müslüman üzerine boyun borcudur."
"Çin'de de olsa ilmi arayın!" buyurmuşlardır.
İslâm Dîni'nde ilme verilen değer, Bedir gazâsında esîr düşen müşriklerden okuma yazma bilenlerin on Müslümana okuma ve yazma öğretmeleri şartiyle ayrıca kendilerinden "fidye-i necat = kurtulmalık" aranmaksızın salıverilmelerinden de bellidir.
Fârûk-ı Ekber Hazret-i Ömer: İbn-i Abbâs Hazretlerine, Hazret-i Peygamberin amcası oğlu olduğu için değil, gençliğine rağmen sırf üstün ve ileri âlim bulunduğu için saygı gösterirdi.
İmâm-ı Mâlik: "İlmin kalkanı, bilmiyorum demektir." demiş. Bu: bilinenin inkârı değil, bilinecek şeylerin ne kadar çok olduğunun ikrarıdır.
İlmin kalkanı: "Bilmiyorum!" demek olunca bilmezken "bilirim!" demek de: cehil çukurudur. Erbâbının cehl-i mürekkep ıtlak ettikleri işte budur!
İlme dâir vârit Haber'de ve Eser'de olan ahâdîs-i şerife pek çoktur. Biraz önce saydıklarımıza ilâveten işte bir kaçı:
"İlim isteklisi, rahmet isteklisidir."
"İlim isteklisi, İslâm Dîni'nin temelidir. Onun ecri Nebilerle birlikte ödenir"
"İlmi Allâh İçin, Allâh'ın rızâsı için istiyen, gazâ eden, gazi olan gibidir."
"İlm elde etmek için çaba, Allâh katında nafile[1] olarak namaz kılmaktan, oruç tutmaktan, haccetmekten, cihâda katılmaktan daha üstündür."
"Îlim için bir övünlük çaba, ibâdet kasdiyle bir gece uyanık durmaktan; ilim için bir günlük gayret, üç aylık nâfile oruç tutmaktan hayırlıdır."
"İlme yöneleni, Allah Cennet yoluna yöneltir. Göklerde ve yeryüzünde bulunan her şey, hattâ denizdeki balıklar bile âlim için Allâh'dan mağfiret diler."
"Âlimler, peygamberlerin vârisleridir"
"Yaşamak için Allah'ın Kitabından bir fasıl öğren! Senin hakkında bu, 100 rek'at nâfile namaz kılmandan daha hayırlıdır."
"İlim adamının uykusu, bilmez kişinin ibâdetinden hayırlıdır."
"Dünya ve âhiret hayrı ilimledir; dünya ve âhiret şerefi ilimledir!"
"Ya bilgili, ya öğrenici veya ilgi ile dinleyici yahut da bilgiliyi, öğreniciyİi, ilgi ile dinleyiciyi sevici olmaya bak; sakın hâ sakın, bunların beşincisi olayım deme; yoksa helâk olursun!"
"İlim, sağnak hâlindeki yağmur gibidir"
"İlim, ancak öğrenmekle elde edilir"
"Kıyamet alâmetlerinden biri de, ilmin atılması, cehlin tutulmasıdır."
"Bilenle öğrenen, kayırda ortaktırlar."
"İlim öğrenin! Îlim için sekinet ve vekar öğrenin! Kendisinden bilgi aldığınız kimseye karşı mütevâzi olun!"
"Âlimlerin mürekkepleri, kıyamet gününde şehitlerin kanları ile denk tutulur."
"Îmân, üryandır; libâsı takvadır, süsü hayâdır, meyvesi ilimdir."
"İnsanların efdali, ihtiyaç duyulduğunda faydası dokunan, duyulmadığında kendikendine yeten âlim, mü'mindir."
Hazret-i Ali Efendimiz: "Bana bir harf öğretenin kulu, kölesi olurum!" diyor. İşte İslâm Dîni'nde muallimin yüksek mevkii!...
Yine Hazret-i Ali Efendimiz: "Çocuklarınızı, kendinizden sonraki zaman için hazırlayın!" buyuruyor.[2] İşte terbiye ilminin on dört asır evvel konmuş ileri prensibi!...
"İlim: iki bölümdür. Önce: bedenler ilmi, sonra da dinler ilmi!" denilmiştir. İşte sınırsız ilim telâkkisi!...
İmâm-ı Gazzâlî: "Teşrih ve Hey'et bilmeyen Allahı tanıma husûsunda âciz durumdadır." diyor.
Müslümanlar nazarında ilme ve âlîme verilen yer ve değer şundan da anlaşılır: "Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir." denir.
Bir âlimin bindiği atın ayağından sıçrayan çamurla kirlenmiş libâsını ölünce sandukasına örtmelerini vasiyet edecek kadar ilim-severlik ve kadir -bilirlik gösteren devletli atalarımız, âlimleri himâye etmişler, ilme büyük büyük hizmetler îfâ eylemişlerdir. Bu gün de aynı ilim şevki ve aynı ilim heyecanı bütün milleti sarmıştır. Açılan ve daha da açılacak olan ilim müesseseleri bunun en bâriz ifadesidir.
Bir tek bilgisiz kalmamasıya okuyalım ve bir tek bilgisiz bırakmamasıya okutalım! Hak da şahit olsun, halk da şâhit olsun ki hem okuyacağız, hem okutacağız!... Böylece Dîn'in de tavsiyesine uymuş olacağız.
HADÎSLER
Ebû Hüreyre'den, demiştir ki :
Resûl-i Ekrem Hazretleri: Kişinin boş ve yararsız sözü terk etmesi iyi Müslüman olduğunun alâmetlerindendir, buyurdu.
(Tirmizî)
Enes bin Mâlik'den, demiştir ki :
Resûl-i Ekrem Efendimiz: Her biriniz kendisi için neyi sever ve arzu ederse Müslüman kardeşi için de onu arzu etmedikçe olgun mü'min olamaz, buyurdu.
(Buhârî ve Müslim)
[1] Sevap kazanma niyyetiyle edilen ibâdet.
[2] Bu sözü Hz. Ömer'e isnâd edenler de vardır.
El-İslâm ve'n-Nasrâniyye Maa'l-İlm ve'l-Medeniyye, S. 162-167.