Tahran'ın Söylemi ile Gerçeklik Arasında: İran'ın Bölgesel Politikalarının Anlamı

Tahran'ın Söylemi ile Gerçeklik Arasında: İran'ın Bölgesel Politikalarının Anlamı
Haberler
Güncelleme:
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

İran'ın bölgesel politikalarının gerçek anlamı ve Türkiye'nin bu duruma yaklaşımı üzerine bir analiz. İran'ın, Filistin davasının hamisi rolünde sahneye çıktığı, ancak gerçekte Filistinlilere ne insani yardım ne de kalkınma desteği sunduğu belirtiliyor. İran'ın bu politikalarının, Arap toplumları içinde ayrışmaları körüklediği ve istikrarsızlığı yaydığı ifade ediliyor.

Moaz Alrawei - Katar hava sahasına yönelik İran saldırısı, akıllara yine tanıdık bir senaryoyu getirdi.Bu saldırı, Ortadoğu'yu uzun süredir izleyen siyasi gözlemciler için yeni bir durum değil. İran, onlarca yıldır "direniş", "İsrail karşıtlığı" ve "ümmet birliği" gibi parıltılı sloganlar eşliğinde bölgede istikrarsızlaşmaya neden olan politikalarını sürdürmeye devam ediyor. Ancak söylem ile eylem arasındaki uçurum, her geçen gün daha da görünür hale geliyor.

Söylemde Filistin, Gerçekte Milisler

Tahran yönetimi, uzun süredir Filistin davasının hamisi rolünde sahneye çıkıyor. Ancak gerçek tablo, İran'ın Filistinlilere ne insani yardım ne de kalkınma desteği sunduğunu gösteriyor. Bunun yerine Gazze'ye füze, Beyrut'a ve Bağdat'a milis, Sanaa ve Şam'a ise mezhepsel militanlar gönderildi.

İran'ın bu yaklaşımı, Filistin meselesini kendi mezhep temelli yayılmacı projesini meşrulaştırma aracı hâline getirdi. Arap toplumları içinde ayrışmalar körüklendi, istikrarsızlık yayıldı. İranlı liderlerin "dört Arap başkenti Tahran'ın kontrolünde" açıklamaları – Bağdat, Şam, Beyrut ve Sanaa'yı kastederek – bu planın itirafı niteliğinde. Bu bir "direniş" mi, yoksa modern bir işgal mi?

Türkiye Neden Bu Süreci Yakından Takip Etmeli?

Türkiye'nin Arap dünyasında – Körfez'den Levant'a, Kuzey Afrika'dan Akdeniz'e – tarihî, kültürel ve stratejik bağları bulunuyor. Bu bağlar, İran'ın aşağıdaki temellere dayanan müdahaleci politikalarıyla çelişiyor:

  • Devlet otoritesi dışında silahlı gruplara destek vermek
  • Mezhepsel ayrımları kışkırtarak toplumsal barışı tehdit etmek
  • Ulus-devlet yapısını yıpratıp ideolojik sadakati öne çıkarmak

Dolayısıyla İran'ın bölgede izlediği politika yalnızca Arapları değil; istikrar, iş birliği ve egemenliğe dayalı bir bölgesel düzen inşa etmeye çalışan her ülkeyi – özellikle Türkiye'yi – doğrudan ilgilendiriyor.

Katar'a Saldırı: Yeni Bir Uyarı Mı?

Son saldırının hedefi olan Katar, Türkiye ile yakın ilişkiler içinde olan, siyasi olarak istikrarlı bir Körfez ülkesi. Bu saldırı, İran tehdidinin sadece düşman olarak tanımladıklarını değil; tarafsız kalan ya da sadece bağımsız politika izleyen ülkeleri bile hedef alabileceğini gösteriyor.

İran için düşmanlık gerekmiyor; yalnızca egemen bir devlet olmanız, yani dış müdahaleye dirençli olmanız yeterli. Bu da İran projesinin neden bu kadar tehlikeli olduğunu ortaya koyuyor.

Duygusal Değil, Stratejik ve Akılcı Bir Tutum Gerekli

Tahran'ın politikalarını, İslam birliği nostaljisi ya da anti-İsrail söylemleriyle meşrulaştırmak, stratejik bir yanılgı olur. Çünkü İran:

  • Diyaloğun yerine şiddeti,
  • Ulusal kimliğin yerine mezhebi,
  • Ordu yerine milisleri koyan bir yapı inşa ediyor.

Bu nedenle "ortak düşman" algısıyla İran'la dayanışma kurmak, aslında bütün ümmetin stratejik çıkarlarına zarar veren bir tercihtir.

Sonuç: Türkiye'nin Stratejik Duruşu Hayati Önem Taşıyor

Türkiye son yıllarda Körfez ülkeleriyle ilişkilerini yeniden yapılandırdı, bölgesel istikrarı önceleyen bir dış politika benimsedi. Bu bağlamda, İran'ın yayılmacı ve istikrarsızlaştırıcı politikalarına karşı durmak yalnızca ahlaki değil, aynı zamanda stratejik bir zorunluluk hâline gelmiştir.

Nasıl ki İsrail'in bölgesel hakimiyet girişimleri eleştirilmesi gerekiyorsa, İran'ın sessiz işgalleri ve mezhepsel yayılmacılığı da aynı ölçüde dikkatle ele alınmalıdır.

Haberler.com / İzzet Aydın - Politika
title