Akdağ, Aa Editör Masası'na Konuk Oldu
Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ, "28 Şubat bir çılgınlık dönemiydi.
Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ, "28 Şubat bir çılgınlık dönemiydi. 1960'tan itibaren Türk milleti olarak şunu biliyoruz; güç, milletin dışında herhangi bir odağın eline geçerse başınıza gelecek budur. Paranın eline geçse başınıza bu gelir, askerin eline geçse başınıza bu gelir." dedi.
Akdağ, Anadolu Ajansı (AA) Editör Masası'nda gündeme ilişkin soruları yanıtladı, değerlendirmelerde bulundu.
Bugün 28 Şubat "postmodern darbesi"nin 21'inci yılı olduğu hatırlatılarak, "Bu süreçte darbenin izleri ortadan kaldırıldı mı? Bilkent Üniversitesinin 2009'daki mezuniyet töreninde yaşadığınız olaya ilişkin değerlendirmede bulunur musunuz? Siz de 28 Şubat mağduriyeti yaşadınız mı?" sorusu üzerine Akdağ, 28 Şubat sürecinde kızının başını örterek okuyamadığını, bu nedenle kendisini yurt dışına göndermek zorunda kaldığını söyledi.
O dönemde üniversitede öğretim üyesi olduğunu belirten Akdağ, üniversitelerin, 28 Şubat'ın etkilerinin en yoğun yaşandığı yerler arasında yer aldığını belirtti.
28 Şubat'ın arkasında bir yıldan uzun bir süreç olduğunu dile getiren Akdağ, "Olayları üst üste koyduğunuz zaman Silahlı Kuvvetler içinde o zaman bir cuntanın, vesayet odağı olarak herkesi hizaya çektiği bir dönem. Sermayeyi, yargıyı, diğer meslek ve işçi örgütlerini, üniversiteleri, herkesi hizaya çekmişler. Ne isterlerse yaptırdıkları bir dönem, nihayetinde de Milli Güvenlik Kurulunda bir hizaya çekiş var. O zaman zaten askerler çoğunlukta. Peşinden de hükümeti yıkıyorlar." diye konuştu.
Akdağ, oğlunun 2009'da Bilkent Üniversitesindeki mezuniyet töreninde yaşananları şöyle anlattı:
"Şöyle bir şey yaşandı, ben konuşmaya çıktım. Konuşma sırasında yüzlerine maske takan bir grup alkışlı, ıslıklamalarla protesto yaptılar. Halbuki beni üniversite çağırmış, o gün ben bakanlık yapıyorum. Büyük oğlumun töreni var, Bilkent'te okuyor, başarılı bir öğrenci falan. Rahmetli (İhsan) Doğramacı da orada, ileri derecede rahatsız oldu. Ben onlara, 'Ben bir siyasetçiyim. Size şunu açıkça söyleyeyim; bazılarının ifadelerinden acaba bugün Bilkent Üniversitesinde miyim yoksa bir üçüncü dünya üniversitesindeyim, bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Kuşkusuz buradaki herkese aynı tavır içinde değilsiniz. Ben size demokrasiden, Türkiye Cumhuriyeti'nden, hoşgörü ve çoğulculuktan bahsediyorum.' dedim."
"Onların hesap edemediği husus, milletin gücü"
28 Şubat'ın, hoşgörünün, çoğulculuğun, insan haklarının, inançlara saygının yok edilmeye çalışıldığı bir dönem olduğunu belirten Akdağ, "Nitekim Kıvrıkoğlu o zaman Milli Güvenlik Kurulunda, 'Bu bin sene sürecek.' demişti. Onların hesap edemediği husus, milletin gücü, Cenab-ı Hakk'ın takdiriyle milletin feraseti ve basireti. Nereye bin sene sürdürüyorsun kardeşim? 2007 Nisan'da e-muhtıra paçavrasını düşünün, o kadar benziyor ki." ifadesini kullandı.
27 Nisan 2007'de yaşananlara dikkati çeken ve "e-muhtıra yayınlandığında" o dönem başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile toplantıda olduğunu aktaran Akdağ, şöyle devam etti:
"Sayın Cumhurbaşkanımızla Kızılay toplantısındaydık. Bize dedi ki 'Bu konuyu görüşmek üzere konuta gidiyoruz.' Herhalde 5-6 bakan arkadaşımız, bir o kadar genel başkan yardımcısı. Belki sayıları daha fazla olabilir. Gece bir metin hazırlanmıştı. O metin sözlü olarak mı sunulsun yoksa yazılı mı olarak sunulsun diye tartışıldı. Metnin şiddeti tartışılarak biraz daha şiddetli hale getirildi. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek Bey'in sözlü olarak sunmasına karar verildi ve paçavra yüzlerine vuruldu. Onlar bu işin altında kaldılar ama ben bütün topluma şöyle bir istirhamda bulunacağım. O gece ben sabaha kadar pek uyumamıştım, 1-2 saat kadar, televizyonları takip ettim.
Bütün basının böyle çok dinamik biçimde yaklaşabildiği bir durum da olmadı o gece. O gece CHP'den bazı yöneticilerin ve milletvekillerinin telefonla televizyonlara bağlanarak neler konuştuklarını çıkarmak lazım. Yani 28 Şubat'ın, o sözde Cumhuriyet mitingleri ile başlayan, 2007 Nisan muhtırasıyla devam ettirilmeye çalışılan, AK Parti'ye kapatma davası açılmasıyla devam eden dönemle o kadar büyük bir benzerliği var ki."
"Sert kayaya tosladılar"
AK Parti'nin 2008'de kapatılması teşebbüsüne ilişkin davaya işaret ederek iddianamede kendisi hakkında üç iddia yer aldığını aktaran ve bunları paylaşan Akdağ, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Birincisi, bir üniversitede konuşurken 'Artık bu başörtüsü meselesi kalksın. İnsanların kılık kıyafetiyle uğraşılacak bir asırda mıyız? Herkes kendi dilediği gibi giyinmekte nasıl özgür olamaz?' demişim. Bu, 'odak' anlamına geliyormuş. İkincisi, 'Hastanelerde insanların ibadet etmesine uygun bir mahal oluşturulur.' diye özel hastane yönetmeliğinde var, biz bu tıp merkezlerinde uygulansın diye bir yönetmelik taslağı hazırlamışız. Taslağı, görüşler için internete koymuşuz, yönetmelik haline de gelmemiş henüz.
Üçüncüsü, hepsinden ilginç. Bir genelge yayınlamışım ben Sağlık Bakanı olarak, diyorum ki 'Acil servislere, hastanenin içine kamerayla, fotoğraf makinesiyle kimse dalamaz. Burada hastalar var, bir mahremiyet var. Onların mahremiyetine riayet etmemiz gerekir.' Acaba bundan nasıl bir 'irtica' ya da 'odak haline gelmek' diye bir şey çıkarabilirler? İddianame diyor ki 'Sağlık Bakanı Recep Akdağ, başörtülü çalışan hemşireler var, onları saklamak için bunu yapıyor.' Bu kadar absürt, bu kadar saçma sapan bir yaklaşım olamaz. Bunların daha ağırlarını 28 Şubat'ta yaptılar, o gün için muvaffak oldular, öyle bin yıl için falan değil de ama Allah'a şükürler olsun güçlü bir liderlik, tarihten ders alan bir liderlik ve toplum olunca sert kayaya tosladılar."
Özal-Doğramacı görüşmesi
Eski Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanlarından İhsan Doğramacı döneminde, üniversitelerde disiplin yönetmeliğinden kılık kıyafetle ilgili maddenin kaldırıldığını hatırlatan Akdağ, "Öyle bir çözüm bulmuşlar. Hani hatırlarsınız Anayasa Mahkemesi bir kanunu iptal etmişti, rahmetli Özal'ın getirdiği. Bana rahmetli İhsan Doğramacı'nın kendisi anlattı. Dedi ki 'Ben gittim rahmetli Turgut Özal'a; Sayın Cumhurbaşkanı bu işi lütfen bana bırakın.' Kanunla yapılamıyor, kanun yapıyorsun Anayasa Mahkemesi haddini aşarak, esasa giriyor falan bir şeyler yapıyor. O (İhsan Doğramacı) yönetmeliği usulca kaldırmış. Ben hatırlıyorum, biz o zaman üniversitedeydik, isteyen öğrenciler, başlarını örtme imkanı buldular." şeklinde konuştu.
"Sarı zarfları gönderdiler"
28 Şubat döneminde neler yaşandığını anlatan Akdağ, şunları söyledi:
"Rektörlere bir talimat geliyor YÖK'ten, diyorlar ki 'Başını örten kız öğrencileri, kadınları cezalandıracaksınız. Yönetmelikte de şu maddeyi uygulayacaksınız.' O maddeyi açıyorsunuz, 'huzur ve sükunu bozmak' yazıyor. Bir insan başını örtmüş, okula gitmiş, nasıl huzur ve sükunu bozabilir? Bir müddet sonra maddeyle de etkin olamadıklarını fark ettiler. Çünkü maddenin sonunda kınama cezası var. Yeterince etkilemiyor. Ne olsun, bir talimat daha geldi, 'Bu soruşturmaları bundan sonra şöyle devam ettireceksiniz, okulda öğrenimi engellemek.' Bir kadın başını örtüyor ve okulda öğrenimi engellemiş oluyor.
Aynen böyle uyguladılar. Sarı zarfları gönderdiler, önemli bir kısmı da kendisi, eşi, annesi, başları örtülü öğretim üyeleri maalesef bu cezaları verdi. Bana gelmedi mesela o dönemde böyle bir zarf. Gelseydi ben nasıl yapacağımı biliyordum. Başıma çok işler gelirdi elbette. Nitekim Samsun'da bir idare mahkemesi 'Böyle saçmalık olmaz.' diye karar aldı. Derhal idare mahkemesi başkanı ve heyeti infaz edildi. Oysa yüksek mahkeme, Danıştay yine esasa girerek, 'Bu iş çok doğru bir şeydir. Bu cezaların verilmesi gerekirdi.' kararı verdi."
28 Şubat döneminde yaşananları insanın aklı ve havsalasının almadığını vurgulayan Akdağ, şunları kaydetti:
"28 Şubat böyle bir çılgınlık dönemiydi. 1960'tan itibaren Türk milleti olarak şunu biliyoruz; güç, milletin dışında herhangi bir odağın eline geçerse başınıza gelecek budur. Paranın eline geçse başınıza bu gelir, askerin eline geçse başınıza bu gelir. Terörün eline geçse Allah korusun Türkiye terörden yıllarca neler çekti, başınıza bu gelir. Milletin iradesinin hakim olması lazım. Bugün şükürler olsun ki evet, sıkıntılarımız var, bizi çelmelemeye çalışanlar oluyor, çelmeleyenler oluyor, iniş çıkışlarımız var ama bu ülkede milli irade hakim. Kim ne derse desin milli iradenin hakimiyeti, o 'bin sene süreceği' iddia edilen 28 Şubatları Allah'ın izniyle bir daha bu millete göstermemenin teminatıdır."
(Sürecek)