Üvey Evlat" Belgeselindeki "Sansür" İddiasına Tepkiler
Gezi Parkı eylemlerinde yer alan sanatçılara devlet tarafından sansür uygulandığı iddia edilen "Üvey Evlat" belgeseli tepki çekti.
SALİHA ÖZDEMİR - Gezi Parkı eylemlerinde yer alan sanatçılara devlet tarafından sansür uygulandığı iddia edilen "Üvey Evlat" belgeseli tepki çekti.
Beylikdüzü Belediyesi desteği ile gazeteci yazar Tuluhan Tekelioğlu tarafından kurgulanan, Genco Erkal, Müjdat Gezen, Barış Atay, Şebnem Sönmez, Levent Üzümcü, Sunay Akın, Mehmet Aksoy, Metin Uca, Fazıl Say, Ahmet Ümit, Mustafa Alabora, Defne Halman ve Zülfü Livaneli gibi isimlerin rol aldığı, Gezi Parkı eylemlerine katılan sanatçılara devletin sansür uyguladığı iddia edilen belgesele sanat dünyasından itirazlar yükseldi.
Belgesele ilişkin AA muhabirine açıklamada bulunan yazar Ercan Yıldırım, şöyle konuştu:
" Türkiye'de bir kesim var ki, sadece AK Parti döneminde değil, hangi iktidar olursa olsun, yaptıkları işin kötülüğüne bağlı olarak eleştirildiği, oyunu sahnelenmediği, yeni projesine kötü olduğu için katkı verilmediği zaman çok iyi bağırıp çağırıyor. Yollara çıkıyor, 'Ekmeğimizle oynanıyor' diyor, arabeskin en alasını yaparak, patetik bir dille devlete bağladığı hortumu, kanalları tekrar bağlatmasını biliyor."
Yıldırım, sözünü ettiği sanatçıların kamuoyundan destek görmediğini, halkın müziklerine, kitaplarına ve oyunlarına ilgi göstermediğini savunarak, şöyle devam etti:
"Bağladıkları belediyelerden, devletin ilgili organlarından kene gibi kaynak aktarmaya alışmışlar. Son yıllardaki 'sansür' iddiaları zaten komedinin ötesinde... Sansür olsa konuşmalarının, bu tür bir belgesel hazırlamalarının imkanı var mı?"
Yıldırım, sanatı devlet imkanlarına, belediye ödeneklerine bağlayanların ürettiklerinin sanat olamayacağına dikkati çekerek, sanatını demokratik hayatı yok etmeye çalışan Gezi Parkı gibi eylemlere bağlayan sanatçıların "klasik darbe özlemi" duyduğunu kaydetti.
"Sansür dedikleri, bol paralı özerk alanları"
İddiaların AK Parti'ye oy veren, vermeyen dindar, muhafazakar kesimlere duyulan düşmanlıktan meydana geldiği görüşünü ileri süren Yıldırım, şu değerlendirmeyi yaptı:
" Türkiye'de İslami olan her şeye düşmanlıklarını 'sansür' gibi kadim mazlumiyet gösterisiyle yapıyorlar. Bu topraklara ait olmadıklarını bu çıkışlarla gösteriyorlar. Yıllarca televizyonlarda milletin inancıyla, değeriyle alay edenler parselledikleri sahalarda rahat koşturamamaktan şikayetçiler."
Yıldırım, "sansür" iddialarının farklı bir boyutuna da, "Sansür dedikleri, kaybettikleri bol paralı özerk alanları, sahiden sansür olsa konuşacak mecra bile bulamazlardı. Onların devlet imkanları dışında, piyasaya çıkarak yaptıkları sanatlarını kimse takip etmez, istedikleri gibi para kazanamazlar." sözleriyle değindi.
Sinema yazarı İhsan Kabil de, düşünce ve sanat çalışmalarına uygulanan "sansürün", birçok bakımdan sorunlu bir konum olduğunu, siyasi otorite tarafından değişik sebeplerle getirilen kısıtlamalar ve yasaklamaların olumlu bir görünüm sunmadığını anlattı.
Sanat ve düşünce ürünlerini ortaya koyan kişilerin niyetlerinin de önemli olduğuna işaret eden Kabil, şunları aktardı:
"Bir toplumun değerleriyle çelişen, insani hassaları gözardı eden, inançlara üstünkörü karşı çıkan, diğerlerinin özgürlük alanlarına saygı duymayan girişimler de problemlere sebep olabilmektedir. Dolayısıyla aslında sorun iki uçludur. Kişilik hak ve hürriyetlerine saygı duyma, içinde yaşadığı toplumun değerlerini gözetme, inançların mahiyetini kaale alma gibi konularda belli bir duyarlılıkla hareket eden kültür insanları herhangi bir sansür uygulamasını hak etmeyecektir."
"Özgürlük, birbirlerinin alanlarına saygı duyacakları bir olgu olmalı"
Kabil, siyasi otoritenin, toplum bireylerinin haklarını, değerlerini, hedeflerini, yaşama tarzlarını gözetmek durumunda olduğu yorumunu yaparak, "Bunlara aykırı gelen, baskı yapmaya, yok saymaya, dayatmaya çalışan kültür sanat çalışmaları da olsa onlara uyarıcı tavırlar sergilemek gerekebilir. Özgürlük, her iki alan bakımından, yani toplum değerleri ve kültür sanat çalışmaları açısından, birbirlerinin alanlarına saygı duyacakları bir olgu olmalıdır." ifadelerini kullandı.
Tiyatro ve sinema oyuncusu Ahmet Yenilmez, Türkiye'deki en çetrefilli yapının sanat camiasında bulunduğunu dile getirerek, "O yapıya aidiyetiniz yoksa ki bu aidiyet tamamen ideolojik olmanın ötesine geçmiş bulunmaktadır, yapı bu zamana kadar ideolojik olmayı kendisine maske yapıp bazen babadan oğula bazen de tamamen beşeri münasebetin şekil verdiği bir yapıdır." dedi.
Aidiyet sahibi olmayan sanatçıların, tamamen seçkinci yerli olan her şeyi küçümsediğini, özellikle de İslami bir kimliğin ötesinde "azıcık İslami" olan şeyleri de itibarsızlaştırıcı bir dil kullandığını vurgulayan Yenilmez, durumun ortaya koydukları eserlerde görülebileceğini belirtti.
"Dünyanın neresinde hain evlatlığın cezalandırılması sansür olmuştur?"
Yenilmez, "Ne zaman bir eserde sahtekar, düzenbaz karakter veya tip işlenecek olsa bunu bilerek hacıdan hocadan seçmişlerdir." diyerek, şunları dile getirdi:
"Bu bir tesadüf olmanın ötesinde bilerek yapılmış bir tercih. Çünkü toplumun en güvenilir atom çekirdeği ile oynanmak hedeflenmişti. El netice zaman içerisinde kendisine 'askerlik yapmak, vergi vermek' görevi verilmiş insanları merdivenlerini temizlemek için şehirlere çağırdılar. Ancak, bu insanlar yemeyip, içmeyip çocuklarını yetiştirdi ve onların kurguladığı oyunu bozdu."
Ticarette, siyasette ve sanatta söz sahibi olanların artık değiştiği görüşünü paylaşan Yenilmez, şu açıklamayı yaptı:
"Seçkinci zihniyetin alanı daraldı. Alanı daralan bu kesim yeni şartlara uymanın ötesinde kavgayı seçti, üslupsuzlaştı ve bu üslupsuzlaşma da yüzsüzleşmeyi doğurdu. Bu yaptıkları bir bitiştir, zamana uyamamak ve kabızlığın tezahürüdür. Dünyanın neresinde hain evlatlığın cezalandırılması sansür olmuştur?"
Yenilmez, belgeselde rol alan Genco Erkal ile de şahsen tanıştığının altını çizerek, şunları aktardı:
"Genco Erkal, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde Muammer Karaca Tiyatrosu'nun müdürlüğünü yaptığım zamanlarda bizzat bana, meslek hayatının en rahat dönemini yaşadığını ifade etmişti. Ki, şu anda da bu kişiler gerek devlet imkanları gerek devlet kanalları gerekse o 'havuz medyası' dedikleri kanallardan en çok nemalanan insanlar."
Sanat eleştirmeni Samed Karagöz ise, belgesele yönelik şu değerlendirmede bulundu:
"Kendilerine her fırsatta 'aydın' demeyi marifet sayan ama kendisinden başka kimseye faydası olmayan, ortaya sahici hiçbir düşünce koyamayan, Edirne'nin ötesinde hiçbir kıymetiharbiyeleri olmayan bazı kişiler, içinde bulunduğumuz günleri 12 Eylül'ün darbeci generali Kenan Evren'in yaşattıklarıyla mukayese ederek, o günlerin daha iyi olduğunu ima ettikleri bir belgesel hazırlamışlar."
Belgeselde yer alanların, Gezi Parkı eylemleri üzerinden kendilerine bir mağduriyet yaratmaya çalıştıkları görüşünü savunan Karagöz, ürettikleri eserlerin ise toplumla taban tabana zıt olduğuna vurgu yaptı.
- "Dini aşağılamayı aydınlığın olmazsa olmazı sayanlar sansür yaygarası koparıyor"
Karagöz, söz konusu kişilerin yıllarca devletin imkanlarını sömürdüğünü söyleyerek, şunlara değindi:
"Toplumda hiçbir karşılığı olmayan işler ortaya koydukları yetmezmiş gibi bir de dindarları ve dini değerleri aşağılamayı 'aydınlığın' olmazsa olmazı sayan bu kişiler şimdilerde 'sansür var' yaygarası koparıyorlar. Ana muhalefet partisi sponsorluğunda hazırladıkları bu 'belgesel'le de kendilerine sömürecek başka bir canlı bulduklarını göstererek asalaklıklarını bir kez daha ortaya koymuş oldular."
Belgeselde yer alan kişilerin, sanat yaşamlarını Gezi Parkı eylemleri üzerinden demokratik yollarla seçilmiş kişileri yalan ve manipülasyonlarla ortadan kaldırmak üzerine kurduklarını savunan Karagöz, "Sanatkarlıklarının kendi mahallerinde bile kuru birer slogandan öteye gitmediğini umarım kendileri de görür ve bu topluma gerçekten faydalı eserler ortaya koyma çabasına girer, siyasal hesaplar peşinde koşarak ucuz kahramanlıklardan uzak dururlar." şeklinde konuştu.