Sufizm Davranışlarımı Değiştirdi"
"Su Üstüne Yazı Yazmak" kitabıyla Türk okuyucusunun yakından tanıdığı Muhyiddin Şekur, "Sanırım sufizm, imanıma daha değer vermemi ve imanımı daha fazla yaşamamı sağladı.
HİLAL UŞTUK - "Su Üstüne Yazı Yazmak" kitabıyla Türk okuyucusunun yakından tanıdığı Muhyiddin Şekur, "Sanırım sufizm, imanıma daha değer vermemi ve imanımı daha fazla yaşamamı sağladı." dedi.
ABD'li yazar Şekur, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İslam'la ve tasavvufla tanışma serüvenini ve yeni kitap projelerini anlattı.
Emekli bir profesör olduğunu ve hayatının büyük bir bölümünü öğretmenlik ve terapi ile geçirdiğini dile getiren Şekur, 22 yaşında İslam'ı seçtiğini söyledi.
Yazar Şekur, sufizmin hayatında meydana getirdiği değişikliklere değinerek, "Bir Müslüman olarak davranışlarımı değiştirdi. Bunun yanı sıra Müslüman oluşumla, var olan her şey daha anlamlı ve daha gerçek görünmeye başladı. Bunun öğretmenimle mi yoksa sufizmle mi ilgili olduğunu bilmiyorum. Benim sufizmden anladığım, sufizm, İslam'dan farklı bir şey değil. İslam'ın içinde olanlar sufizm." diye konuştu.
İlk kitabını yazdığında geçmişi düşünmeye başladığını kaydeden Şekur, yaşadığı bir anısını paylaşarak, şunları aktardı:
"Cuma günleri camiye gelen engelli bir kadın vardı. Gerektiğinde yemek yapardı. Bir gün camide birkaç kişiydik ve o yine oradaydı. İmam, Kur'an-ı Kerim'den ayetler tefsir ediyordu. Çok ilgimi çeken şeyler anlatıyordu ve merakla dinliyordum. Onlar duvarın diğer tarafındaydı. Duvarda, tavandan neredeyse yere kadar inen çok büyük bir hüsn-i hat levhası vardı. Levhayı çok merak edip, 'bu nedir' diye sordum. Kadın bana, 'Duvarda olan sensin' dedi. Oysa benim tüm gördüğüm, çizgiler ve kıvrımlı şekillerdi. Oradakilerin harf olduğunu bile bilmiyordum ve şöyle devam etti, 'Bu senin ta kendin. Duvardaki, senin en için ve en dışın. Gözlerini onun üzerinden ayırma.' Bu şekilde cevapladı."
Muhyiddin Şekur, böyle bir açıklamayı ancak bir sufiden duymayı beklediğini vurgulayarak, şöyle devam etti:
"Fakat o, kendini hiçbir zaman sufi olarak göstermedi. Belki de onun cevabı veya bunun gibi şeyler camiye yeniden gelmemin sebebiydi. Bilemiyorum. Sanırım sufizm, imanıma daha değer vermemi ve imanımı daha fazla yaşamamı sağladı. Sufizm, daha memnun olmamı, yaratıcıyı daha fazla düşünmemi, ona daha fazla yaklaşmayı istememi, yaratanın hayatımdaki varlığını hissetmeyi daha çok istememi, yaşadığım problemlerde yardımının daha fazla farkına varmamı, yakınımdaki insanlardan daha memnun olmamı, daha çok okumamı, daha düşünceli ve daha meraklı olmamı sağladı."
"Yazdan Kalan Son Gün" yakında okuyucuyla buluşacak
"Su Üstüne Yazı Yazmak" ve "Gölgeler Koridoru"nun ardından serinin üçüncü kitabını da yazacağını söyleyen Şekur, yazmaya daha çok vakit ayırmak istediğinin altını çizerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Umarım yakında tamamlanır. Çünkü kitapta yer alacak deneyimleri tamamladım. Dikkati dağıtacak çok fazla şey var ve yazmak için gerçekten iyi bir disiplin gerekiyor. Ayrıca, farklı tür kitaplar, farklı donanımlar gerektiriyor. Bu kitap da çok fazla düşünme ve özen istiyor. Oturup geceden sabaha bu kitabı yazamam. Bunu yapamam. Yani masama oturduğumda, cennetten bir güç gelseydi belki yazabilirdim. Tek umduğum uzun sürmemesi. Umarım bir yıl içinde tamamlarım."
Şekur, yakında okuyucuyla buluşacak, "Yazdan Kalan Son Gün" isimli romanına da değinerek, romanda 1960'larda yaşayan 4 ana karakter ile bu karakterler etrafında dönen olayları ele aldığını söyledi.
Kitaptaki karakterlerin hikayesinin, o dönemdeki toplum ve dünya hakkında bilgi verdiğine dikkati çeken Şekur, şehir hayatının daha parlak yanını aktardığını ve toplumsal sorunlara çok da fazla yoğunlaşmadığını ifade etti.
Yazar Şekur, kitapta toplumun sıcaklığını, toplumdaki aile duygusunu ve destekleyiciliğini yansıttığını, gerçekten dürüst, samimi ve gerçek olduğunu kaydetti.
"Su Üstüne Yazı Yazmak kitabının çevrilmesini, Ayşe Şasa istedi"
Muhyiddin Şekur, ilk kitabının Türkçe'ye çevrilmesine ilişkin yaşadığı süreci ise şu sözlerle dile getirdi:
" Türkiye'ye ilk ziyaretimden yıllar sonra, 'Su Üstüne Yazı Yazmak' kitabını yazdım. Bu kitap bir Türk hanımefendi (Ayşe Şasa) tarafından okunmuştu. Bu hanım kitabı çok sevmiş ve bu nedenle bana bir mektup yazmıştı. O dönem bilgisayar kullanmıyorduk tabii. Onun için mektup yazmış. Kitabı yayımlayan şirketle iletişime geçmiş önce. Türkçe'ye çevrilmesini çok istediğini ve bunun ilgimi çekip çekmeyeceğini soruyordu. Ben de tabii ki ilgimi çekeceğini söyledim."
Londra'da 1987'de yayımlanan kitabın Türkçe'sinin 1995'te okuyucuyla buluştuğunu aktaran yazar Şekur, "Kitap, benim hayatımı ve hikayemin nasıl olduğunu, tanıdığım öğretmenleri, yaşadığım problemleri, beni çıkmaza sürükleyen ve şaşırtan şeyleri anlatıyor ve paylaşıyor. Sanırım dürüst olduğu için de okuyucu sevdi. Düşünceli ve fikir dolu ama entelektüel bir baskı söz konusu değil." değerlendirmesinde bulundu.
Şekur, teknolojik gelişmelerin insan hayatındaki yerine ilişkin ise şöyle konuştu:
"Bizim cep telefonlarımız ve bilgisayarlarımız yoktu. Cep telefonu ve bilgisayarlar sadece toplumu değil, iletişimi, tıbbı, bilimi, eğitimi ve fazla düşünmediğimiz diğer şeyleri de etkiledi. Teknoloji insana fayda sağlıyor ancak her şey gibi, hem faydası hem dezavantajları var. Belki teknoloji veya içinde bulunduğumuz an yüzünden, zaman çok çabuk geçiyor. Ben gençken, yaz bitmek bilmezdi. Sonsuza kadar sürecek gibi gelirdi. Sonsuzdu. Gelmesini bekleyemezdim. Başladığında da çok yavaş geçerdi. Çok muhteşem geçse de eğlenceyle dolu olsa da, çok fazla dondurma ve pamuk şeker olsa da, uzundu ve yavaş geçerdi. Şimdi ise her şey çok hızlı. Zaman daha çabuk bitiyor."
Türkiye'ye ilk kez 1982'de hac yolundayken geldiğini belirten Şekur, İstanbul'da olmayı çok sevdiğini kaydederek, duygularını şöyle dile getirdi:
"Burası, hayata, güzelliklere, tarihe ve en önemlisi de ezana sahip. Ezan belki burada yaşayanlar için büyük bir şey değildir. Eğer başka yerde yaşayan bir Müslümansanız ve ezanı duymuyorsanız, son derece anlamlı. İstanbul, Osmanlı tarihine ve tasavvuf tarihine sahip. Çok fazla güzel camiye, tekkeye sahip. Geçmişin güzel insanlarına sahip. İstanbul'un denizi, gökyüzü, tepeleri, güzel havası ve içten gelen misafirperverliğe sahip eli açık insanları var."
Muhyiddin Şekur, İstanbul'da yoğun bir trafik olduğunu ancak yine de bu tür şeylerin Türkiye'nin ya da İstanbul'un güzelliğini tamamen kapatmadığını sözlerine ekledi.