Modernlik Müzede Kurulur
İstanbul’un ikinci büyük sanat fuarı olan Artinternational, çağdaş sanat ortamlarının kendilerine göre kültür politikalarını nasıl yeniden ürettiğini akla getirdi.
“Contemporary İstanbul” uluslararası sanat fuarından sonra İstanbul ikinci sanat fuarına da geçtiğimiz günlerde evsahipliği yaptı.
16-18 Eylül tarihleri arasında Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşen Artinternational’a Avrupa, Ortadoğu ve Türkiye’den toplam 62 galeri katıldı. Fuar, güncel sanat takipçileri için harika bir fırsattı çünkü Amsterdam’dan, Budapeşte’ye, Cidde’den Londra’ya pek çok farklı ülkenin sanatçılarını tanımak, eserlerini görmek mümkün oldu.
Fuarı gezmeye Avrupa ülkelerinin galerinden başladım, en son Türkiye galerileriyle bitirdim. Bu nedenle enteresan geçişler yaşadım, eserler, yaklaşımlar, diller, sesler birbirine karıştı. Bir yandan da “çağdaş sanat” dilinin farklı kültürleri nasıl birbirine yaklaştırdığına da şahit oldum. Bunu olumlu birşey olarak görmekle beraber birbirine benzeme durumuna dair sorular da beliriyor kafamda.
Çünkü tam da çağdaş sanat meselesi üzerine Ali Artun’un yoğun kritikler içeren “Çağdaş Sanat ve Kültüralizm” kitabını okuyordum bu aralar.
Ali Artun kitabında modernlik sonrası çağın kültürelleşme ile yeniden şekillendiğini anlatırken; “Şimdi sanat, çağdaşlaştıkça muhafazakarlaşmakta, özelleştikçe resmileşmektedir. Çünkü doğal olarak, kültürelleşmenin mantığına ilkin o tabi olmaktadır” diyor. Aslında Ali Artun’un özellikle üzerinde durduğu şey modernliğe özgü kolonyalist kültür politikalarının postkolonyal dönemde kültürel rölativzm ve heterojenliğe dayanarak kendini yeniden üretmesi. Sloganları her ne kadar “kültürel farklılık” ve “çokkültürlülük” olsa da aslında yeni bir tektipleştirme olduğundan bahsediyor.
Tabi bu eleştriler Artinternational özelinde değil, genel anlamda “çağdaş sanat” ortamlarını tekrar düşünmemiz ve sorgulamamız için.
Ali Artun “Modernlik müzede kurulur” cümlesiyle aslında çağdaş sanat ortamlarının “çokkültürlülük” vurgusuna rağmen hala modernliğin dayattığı tektipleştirmeden nasibini aldığını anlatmaya çalışıyor.
Bu bakış açısıyla düşündüğümüzde aslında sanat ortamlarında “farklılığın” da yine belli kriterler etrafında bir “uygunluk” özelliği taşıması gerektiğini düşünebiliriz miyiz? Bu konuda kafam henüz karışık. Ama bu tür çağdaş sanat etkinliklerine katıldığımda “burada hegemonik birşey var ama ne?” diye etrafıma bakıp arıyor gibiyim. Belki de fazla steril bir geliyor bu ortamlar, belki de gündelik hayatı tartışmaya açarken bunu toplumdan bu kadar izole etmiş olmak ürkütüyor insanı. Ya da en basit haliyle giriş ücretinin 30 TL olması belki de asıl sorun?
Bir yandan bu sorular etrafında düşünüp bir yandan fuarı gezmek çok da kolay olmadı benim için. Ama başka türlüsünü de düşünemiyorum, eğer içinde olduğum durumu sorgulamayacaksam, her şey yerleştirildiği gibi kalacaksa, duvarlarda gördüğüm eselerin de bir anlamı kalmıyor.