Mehmet Günsür'ün Hatırına
Şehre Dehşet Saçan Psikopat Bir Seri Katil ve Kurbanları Arasındaki Ölümcül Kedi Fare Oyununu Konu Alan Dehşet Gecesi, Gerek Senaryosu Gerekse de Yönetmenin Yetersizliği Nedeniyle Sıradan Bir Gerilim Olmaktan Öteye Gidemiyor. Dehşet Gecesi'ni Bizler İçin İzlenir Kılan Tek Şey, Başroldeki Mehmet Günsür'un Mükemmel İngilzcesi ve Rahatlığıya Filmi Sırtında Taşıyan İsim Olması.
Şehre dehşet saçan psikopat bir seri katil ve kurbanları arasındaki ölümcül kedi fare oyununu konu alan Dehşet Gecesi, gerek senaryosu gerekse de yönetmenin yetersizliği nedeniyle sıradan bir gerilim olmaktan öteye gidemiyor. Dehşet Gecesi’ni bizler için izlenir kılan tek şey, başroldeki Mehmet Günsür’un mükemmel İngilzcesi ve rahatlığıya filmi sırtında taşıyan isim olması.
FALL DOWN DEAD
DEHŞET GECESİ
Yön: John Keeys
Oyn: Dominique Swain, Mehmet Günsür, David Carradine, Udo Kier
Tür: Korku
Süre: 93 dk.
İşte size içinde Mehmet Günsür’un rol alması dışında hiçbir özelliği olmayan bir gerilim filmi.
İtalya’da yaşayan, çeşitli Avrupa filmlerinde rol alan oyuncumuz bu kez Hollywood yapımı gerilim filmi Dehşet Gecesi’nde başrolde.
Filmin yönetmeni daha önce içinde yine Türk oyuncuların, Tamer Karadağlı, Yelda Reynaud ve Deniz Akkaya’nın rol aldığı Ölümle Dans’ı (Living and Dying) çekmiş olan John Keeyes.
B sınıfı bir aksiyon-polisiye olmaktan öteye gidemeyen Ölümle Dans, yönetmen için iyi bir referans değil elbette.
Zaten Dehşet Gecesi de bu referansa dayanarak bu filmden bir şey beklemeyen bizleri hiç şaşırtmıyor ve hem oyunculukların hem de çekimlerin yerlerde süründüğü bir sahneyle başlıyor.
Gecenin kör karanlığında peşindeki adamdan kurtulmaya çalışan bir kadın, sahte çığlıklar eşliğinde katilinden kaçmaya çalışıyor. Ama nafile.
Usturuyla doğranmış ve ruhu bedenden yeni çıkmış insan makyajı ancak bu kadar kötü yapılabilir. Kadının görüntüsü asırlar önce ölmüş ve mumyalanmış bir cesede benziyor.
PICASSO’NUN ‘V’ İMZASI
Sapık ruhlu seri katil Picasso rolünde Udo Kier var. Kier boş bakışlarla başlayıp, bitirdiği filmde ne işi olduğunu pek anlayabilmiş değil.
İzleyici olarak biz de onu anlamakta güçlük çekiyoruz zaten. Senaryo, Picasso’nun kurbanlarının üzerine kazıdığı ‘V’ harfi nedir, bu adam neden öldürür, neden Christie adlı kızın peşindedir gibi pek çok soruya net cevap vermiyor.
Böyle olunca da film boş bir senaryoyla yola çıkan basit bir kedi fare oyunu olarak kalıyor.
Mehmet Günsür’un canlandırdığı polis memuru Stefan için bir alt metin oluşturulmaya çalışılmış. Eşinden ayrılan, depresyonunu haplarla geçiştirmeye çalışan Stefan, aradığı sevgiyi, tüm o koşuşturma içinde güya Christie’de buluyor.
Picasso’nun birilerini doğradığı karelerden, Stefan’ın özel hayatını anlattığı duygusal sahnelere geçişler bir felaket.
John Keeyes böyle keskin ve anlamsız geçişlerle izleyenleri ancak güldürüyor. Gerilim filminde gülmek de pek hoş olmuyor tabii.
DEVAM SİNYALLERİ KORKUTTU
Kısa bir rolle karşımıza çıkan David Carradine ve Lolita filmiyle tandığımız Dominique Swain’i filmin iyileri arasında sayabiliriz.
Swain başarılı bir oyuncu. Lolita’dan sonra kariyerini böyle ikinci sınıf filmlerle doldurmuş olması gerçekten üzücü.
Ve Mehmet Günsür. Kuzguna yavrusu anka görünür, ondan mıdır bilemem, ama Günsür, Dehşet Gecesi’ni izlenir kılan tek unsur.
Gerek su gibi akıp giden İngilizcesi gerekse de oyunculuğuyla filme renk, tat, izlenirlik katıyor.
O da olmasa kedi fare kovalamacısından öteye gidemeyen, sıradan bir gerilim olan Dehşet Gecesi iyice çekilmez olabilirdi.
Gerilim ve korku türünde olduğunu iddia eden Dehşet Gecesi, kötü makyaj, çekim ve berbat senaryosuyla bir kez bile korkutamıyor.
Filmin en korkunç anı, devam filminin geleceğinin sinyallerinin verildiği final sahnesiydi dersem ne demek istediğimi anlatmış olurum herhalde!
HAFTANIN DİĞER FİLMLERİ
EDIE FACTORY GIRL
EDIE
Yön: George Hickenlooper
Oyn: Guy Pearce, Sienna Miller, Hayden Christensen, Jimmy Fallon
Tür: Biyografi-Dram
Süre: 90 dk.
Warhol’un fabrika kızı: Edie
60’lı yılların ‘o kız’ı, Amerika’dan yayılan ün sevdalısı kültürün hem görkemini hem de trajedisini bir arada sergileyen Edie Sedgwick’in yükseliş ve düşüşünün öyküsü, yanına eşlik eden Andy Warhol portresi ile beyazperdede.
Zengin bir ailenin güzel, yetenekli ve karizmatik kızı olarak dünyaya gelen ve hayatına renk katmak için 60’lı yılların ortasında New York’a taşınan Edie’nin, zamanın aykırı sanatçısı Andy Warhol (Guy Pierce) ile tanışmasıyla başlayan film, ün, şan, şöhret ve ardından gelen çöküşü tüm çıplaklığı ve hüznüyle gözler önüne seriliyor.
Warhol’ın bohem ve yaratıcı cenneti olarak bilinen Fabrika’sına heyecanlı bir giriş yapan Edie rolünde Jude Law’la yaşadığı inişli çıkışlı ilişkiyle tanınan Siena Miller var. Edie’nin müzisyen sevgilisi Billly Quinn (bu kurmaca ismin gerçek hayattaki karşılığı Bob Dylan’dı) rolünde ise Yıldız Savaşları’nın yakışıklısı Hayden Christensen’ı izliyoruz. Guy Pearce başarılı bir Warhol portresi çizmiş.
Andy Warhol, Edie, şan, şöhret hakkında çok şey söyleyen, göz boyayan ışıltılı dünyaların farklı boyutlarını gözler önüne seren Edie, defalarca, sıkılmadan izlenebilecek filmlerden ve kesinlikle haftanın en iyisi.
ÖLÜM TOHUMLARI
Yön: Régis Wargnier
Oyn:Jose Garcia, Marie Gillain, Michel Serrault,
Tür: Dram-Gerilim
Süre: 116 dk.
Gerilim romanı uyarlaması
Fransa’nın ünlü ve sevilen polisiye yazarlarından Fred Vargas’ın çok satan romanından sinemaya uyarlanan Ölüm Tohumları, Paris’te geçen bir suç-gerilim filmi.
Eski bir denizcinin mesajlarıyla yayılan korku komiser Adamsberg’in bir apartmandaki kapılara ters 4 rakamı işaretlendiğini öğrenmesiyle daha farklı bir boyuta taşınıyor.
Araştırmalarını derinleştiren Adamsberg, işaretlerden yola çıkarak kendini cinayetlere kadar uzanan tehlikeli bir maceranın içinde buluyor.
INVISIBLE WAVES
HAYALET DALGALAR
Yön: Pen-Ek Ratanaruang
Oyn: Hye-jeong Kang, Tadanobu Asano, Eric Tsang,
Tür: Dram-Gerilim
Süre: 115 dk.
Evrendeki Son Yaşam’ın devamı niteliğindeki kasvetli psikolojik gerilim Hayalet Dalgalar, filmini ‘bir David Lynch yapıtından alınma bir şey’ diye tanımlayan Pen-Ek Ratanaruang’ı, görüntü yönetmeni Christopher Doyle ve Japon oyuncu Tadanobu Asano ile yeniden bir araya getiriyor.
Asano’nun canlandırdığı Japon aşçıbaşı, patronunun eşini öldürmekle suçlanmasının ardından soluğu bir gezinti gemisinde alıyor. Gemide garip şeyler olmaya başlıyor ve aşçıbaşı tuhaf kişilerle arkadaşlık kuruyor. Bunlar arasında uzun zamandır kayıplara karışmış babası olabileceğini düşündüğü biri ve onu öldürmek için tutulmuş bir tetikçi de var.