Konut ve Şehir Tasarımında Tarihi Tecrübe" Söyleşisi
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık (YKKSY) tarafından düzenlenen "Tarih Sarmalında Kent" adlı program kapsamında, bu ay "Konut ve Şehir Tasarımında Tarihi Tecrübe" başlıklı söyleşi yapıldı.
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık (YKKSY) tarafından düzenlenen "Tarih Sarmalında Kent" adlı program kapsamında, bu ay "Konut ve Şehir Tasarımında Tarihi Tecrübe" başlıklı söyleşi yapıldı.
Moderatörlüğünü Doç. Dr. Teyfur Erdoğdu'nun üstlendiği söyleşide, Turgut Cansever'in kızı mimar Emine Öğün ve mimar Mehmet Öğün konuşmacı olarak yer aldı.
Taksim YKKSY Loca'da gerçekleştirilen söyleşide Emine Öğün, Osmanlı'nın mimarlık alanının yanı sıra sanatın birçok dalında tarihi tecrübelerden gelen birikimi değerlendirdiğini söyledi.
Öğün, bugün ise Türkiye'deki inşaat anlayışının tarihi tecrübelerden yararlanmadan devam ettiğini belirterek, imkanların da bu duruma el vermediğini dile getirdi.
Toplumda bugün milli mimari anlayış unsurlarının var olup olamayacağı tartışmalarına da değinen Öğün, "Biz bugün Amerikan sinemasının bize dikte ettirdiği hayatı sürdüreceksek, birbirimizle o şekilde ilişki kuruyorsak, milli bir şeyden ve geleneğin sürdürülmesinden, sağlıklı bir süreklilik içinde yeniden ele alınmasından bahsetmek mümkün değil." dedi.
Öğün, Türkiye'de doğru bir şehir yapılanmasının olmadığını savunarak, "Türkiye coğrafyasının büyüklüğüne baktığımızda bu yoğun şehirler bizim kaderimiz değil. Türkiye, nüfus artışına paralel olarak doğru gelişmiş bir ülke değil. Global büyümeye, sanayileşmeye doğru entegre, adapte olmuş bir şehirleşmemiz söz konusu değil." yorumunda bulundu.
Yatay yerine dikey yapılanmanın tercih edildiğini aktaran Öğun, bu yönde eleştiride bulundu.
"Kentsel dönüşüm projelerinde ev hanımları en istekli grubu teşkil ediyor"
Mimar Mehmet Öğün ise Türkiye'de her türlü konfor ve imkana sahip sitelerde yaşayan insanların konformist ve hedonist tavırlara sahip olduğuna işaret ederek, "İskan politikalarının belirlenmesinde insanların tercihlerinin bir rolü olduğunu düşünüyorum ama bu durumun da belli bir dönem yaşandıktan sonra çeşitli örnekler ve özendirmeler neticesinde kırılması ya da değişimi söz konusu." diye konuştu.
Türkiye'de 1930'lu yıllardaki gazetelerde insanların apartmanları tercih etmeleri üzerine yazılar yayınlandığını aktaran Öğün, şunları kaydetti:
"İnsanlar 2 katlı bahçeli evi tercih etmiyorlar gibi yazılar var. Çünkü uzunca bir müddet Şişli civarında geliştirilen, Akaretler'le başlayan apartmanlaşma yaklaşımının insanlara yavaş yavaş benimsetilmesi aşamasını yaşadık. Sonuçta sıradan Anadolu'da orta halli bir insan, ev hanımı; asansörü, balkon keyfini özlüyor, kapısına kadar servis gelmesini de istiyor ve bunu da varılması gereken bir hedef olarak algılıyor. Onun için kentsel dönüşüm projeleri önlerine geldiğinde bu aileler, özellikle ev hanımları en istekli grubu teşkil ediyor."
Öğün, Avusturyalı mimar Adolf Loos'un "Bizler babalarımız gibi inşa etmeyi bırakmayıp sürdürseydik, bugün kırılma ve savrulmaları yaşamayacaktık." sözüne atıfta bulunarak, "Bizim kültür ve medeniyetimize baktığımda aslında biz de kırılmalara tabi olmayıp, kendi içimizde gelenekte olduğu gibi inşa etmeye devam edebilirdik. Gelenek statik bir şey değil elbette. Çok nadir medeniyetlerde rastlanıyor. Örneğin Mısır'da yüzlerce yıl aynı yapılaşma, aynı tercihlerin hiç değişmeden statik kalması gibi." ifadelerini kullandı.
Tarihte, Yirmisekiz Mehmed Çelebi'nin yazdığı Fransa Sefaretnamesi'ni Sultan 3. Ahmed'e vermesinden sonra Osmanlı topraklarında mimari anlamda bir kırılma yaşandığını anlatan Öğün, şu bilgileri verdi:
"Bu Sefaretname'nin içindeki yazılanlardan sonra birden bire büyük bir dönüşüm, Osmanlı dünyasında Osmanlı'nın kendi medeniyetiyle, yaşantısıyla zıt olan bir şeyler hayata geçiriliyor. Sadabat Kompleksi 60 günde tamamlanıyor. 60 gün sonra padişahın beğenisiyle artık bu durum izlenilecek bir yol olarak Osmanlı elitlerinin önüne konulmuş oluyor. Oradan itibaren yaşanan kırılmalar, arkasından 2. Mahmud'un Nuruosmaniye'yi yaptırırken ki tavrı mesela. İlk okuduğumda dehşete düşmüştüm. Sultan Mahmud aslında Nuruosmaniye'yi yaptırırken bir kilise planına atıfta bulunarak binanın vücuda getirilmesini istiyor. Fakat ulema 'Padişahım o kadar da olmaz' diyor ama bunlara rağmen hiçbir Osmanlı camisinde bulunmayan üzeri kubbeli dev mihrap işi yapılıyor. Dairesel yuvarlak olarak son cemaat yeri yapılıyor. Şadırvan konmuyor."
Öğün, 2. Mahmud döneminden sonra camilerin Laleli Cami gibi barok esaslarla yapılmaya başlandığını belirterek, "Bundan sonra yapılan şeylerle bir anda Osmanlı sanatının dayandığı esas temellerin tamamen berhava edildiğini görüyoruz. Mesela 3. Ahmed Çeşmesi yapıldığında İstanbul halkı, 'Ya bu nedir nereden çıktı' diyor ama bu durumun da belli bir arka planı var." diye konuştu.