İnsan Neden Hikayelere İhtiyaç Duyar?
Ateş etrafında anlatılan hikayelerden Netflix dizilerine kadar hikaye anlatımı her toplumda önemli bir işlev görür.
Ateş etrafında anlatılan hikayelerden Netflix dizilerine kadar hikaye anlatımı her toplumda önemli bir işlev görür. Evrimsel teori uzmanları bunun nedenlerini araştırıyor.
4000 yıl önce Babil tabletlerine yazılmış olan Gılgamış Destanı'nın bugün hala okunuyor olması oldukça ilginçtir. Bu destan günümüze kadar ulaşmış en eski edebi eserdir. Yazıldığı tarihten bin yıl sonra bile bu şiirden alıntılar yapılmış olması, hikayenin ne kadar popüler olduğunu gösteriyor.
Bu hikayenin bugün de okunuyor olması ve orada dile getirilen 'dostluk' gibi temel unsurlarının ondan sonra yaratılan birçok popüler hikayede yer bulması ise daha da ilginç.
Hikayelerdeki bu tür ortak özellikler 'edebi Darvincilik' alanında çalışma yürüten akademisyenlerin ilgisini çekiyor. Bu uzmanlar, iyi bir hikayenin özelliklerini ve Homeros'un İlyada destanından Harry Potter'a kadar birçok hikayenin popüler olma nedenlerini ortaya koymaya çalışıyor. Gerçeklerden kaçmak mı?
Yazının ortaya çıkmasından önce hikaye anlatımı konusunda elimizde kesin kanıt olmamakla beraber, bu eylemin binlerce yıl boyunca insan hayatının önemli bir parçası olduğu tahmin ediliyor. Fransa'da 30 bin yıl önce insanların yaşadığı mağaralardaki resimlerde tasvir edilen sahnelere sözlü anlatımların eşlik ettiği anlaşılıyor.
Michigan Üniversitesi'nden Daniel Kruger'a göre, "Mağaraya baktığınızda birçok farklı resim çizildiğini ve bunların avla ilgili bir anlatıma tekabül ettiğini görürsünüz," diyor. Bu anlatım, grup için önemli dersler içeriyor olabilir. Son buzul çağdan kalma bazı hikayelere bile rastlayabiliriz bugün.
Bugün kamp ateşi etrafında toplanmasak da, ortalama bir yetişkin, uyanık geçirdiği sürenin yüzde 6'sını çeşitli biçimlerde tükettiği kurmaca hikayelere ayırıyor.
Evrimsel açıdan baktığımızda bu, gerçeklerden kaçmak için harcanan uzun bir zaman. Ancak psikologlar ve edebiyat teorisyenleri bu hikaye bağımlılığının birçok yararı olabileceğini söylüyor.
Hikaye anlatımı, zihni bileyen bir tür bilişsel oyun olarak görülüyor. Bu yolla, bizi çevreleyen dünyayı simüle etmemiz ve özellikle sosyal durumlara ilişkin farklı stratejiler düşünmemiz mümkün olabiliyor. Missouri-St Louis Üniversitesi'nden Joseph Carroll, hikaye anlatımının "bize başkaları hakkında bilgi verdiğini; empati ve zihin kuramı konusunda bir pratik olduğunu" belirtiyor.
Gerçekten de insanların hikaye okurken veya dinlerken beyin taraması yapıldığında, korteksin sosyal ve duygusal algılama ile ilgili çeşitli bölümlerinin harekete geçtiği ve ne kadar çok hikaye okurlarsa başkalarıyla o kadar kolay empati kurdukları görülüyor. Dayanışmanın önemi
Evrimsel psikoloji uzmanları, insanın tarih öncesi uğraşlarının hala bugün hoşumuza giden hikayeleri belirlediğine inanıyor. Örneğin, insanlar giderek daha büyük topluluklar halinde yaşamaya başladığında, toplumdan çok alan ama ona hiçbir şey katmayan ya da grup zararına baskın hale gelen insanları engellemek üzere dayanışma ve ortak çalışmayı öğrenmesi gerekiyordu. Hikaye anlatma, doğru sosyal normları yayma amacına hizmet etmek üzere geliştirilmiş olabilir. Kruger, bundan çıkarılacak dersi özetliyor: "Zorbalığa karşı durmak ve zorba olmamak".
Dünyanın farklı bölgelerinde, dayanışma konusunun popüler anlatımda ana tema olduğu görülüyor. Filpinler'de avcı ve toplayıcı 18 grupla yapılan araştırmalarda, anlattıkları hikayelerin yüzde 80'inin ahlaki karar verme ve sosyal açmazlarla ilgili olduğu görüldü. Bu konularda en fazla hikaye anlatılan topluluklarda daha fazla dayanışma olduğu görülüyordu.
Gılgamış Destanı'na dönecek olursak, burada Kral Gılgamış fiziksel gücü ve cesareti ile tam bir kahraman gibi görünse de, aynı zamanda gücünü kötüye kullanan, istediği kadınla yatan bir zorbadır. Ancak Enkidu adındaki bir yabancının karşı çıkmasıyla dostluk ve dayanışmanın önemini öğrenecektir. Dinleyici açısından bu hikayeden çıkarılacak sonuç bellidir: Kahraman kral bile başkalarına saygı duymak zorunda ise siz de duymalısınız. Benzer temalara Homeros'un Odysseia destanında da rastlarız.
Sanayi devrimi sonrasında artan bireycilik nedeniyle insanın dayanışmaya ilgisinde bir azalma olduğu düşünülebilir. Ama Kruger ve Carroll'a göre, 19. ve 20. yüzyıl başlarında yazılmış en popüler İngiliz romanlarında da bu temaya rastlanıyor. Sevilen romanlardaki kötü karakterlerin güçlerini kötüye kullanarak toplum üzerinde baskı kurmaya çalıştığı, iyi kahramanların ise hırslı ve bencil olmadığı görülüyor.
Kadınların tercihi ne?
Evrimsel teori aynı zamanda romantik hikayelerin ve kadın kahramanların istikrarlı 'baba' figürlerini veya delişmen ahlaksızları tercih ettiğine de ışık tutuyor.
'Babalar' çocukların uzun vadeli güvence ve koruması açısından daha iyi bir tercih olabilir; ama 'seksi oğul hipotezi' olarak bilinen evrimsel teoriye göre, ikincilerin tercih edilmesinde ana etken, onların iyi görünümlü, kurnaz ve cazibeli olma özelliklerinin çocuklarına geçmesi ve böylece çocukların eşleşme bakımından daha büyük şansa kavuşup genlerin devamını sağlaması olabilir. Edebiyatta kötü kişilik özelliklerini bilmemize rağmen yakışıklı çapkın karakterlerin kalp atışımızı hızlandırması bundan kaynaklı olabilir.
Kruger, İngiliz yazar Jane Austen'in romanlarını 200 yıl önce yazmış olmasına rağmen bugün hala okunuyor ve dizilere konu yapılıyor olmasının nedenini, yazarın evrimsel psikolojiye yatkın doğru tespitlerde bulunmasına bağlıyor.
Kötü karakterler
Hikayelerdeki kötü karakterler ise kötü etkinin veya hastalıkların bulaşması korkusunu körükleme işlevi görür. Bu korku insanda evrimsel olarak ortaya çıkmıştır ve koruyucu bir etkisi vardır. Doğamız gereği kabileci bir yapıya sahip olduğumuz için, bu karakterler genellikle "dışımızdaki gruptandır". Hollywood filmlerindeki kötü karakterlerin yabancı aksanlı olması bundandır. Bunların karşımıza çıkarılması ile bizim kendi grubumuza olan bağlılığımız ve fedakarlık duygularımız bilenmiş olur.
Ünlü çağdaş İngiliz yazarlarından Ian McEwan'a göre, romanda gelişen bu evrimsel eğilimler onun kıtaları ve yüzyılları aşarak bize ulaşmasını sağlamıştır. "İçinde yaşadığımız döneme uzak veya kendi kültürümüze yabancı edebi eserlerden hoşlanmamızı mümkün kılan şey, yazarla ortak duyguları, bazı derin varsayım rezervlerini paylaşıyor olmamızdır," diyor Mcwan.
İşte bu derin rezerv nedeniyle, Gılgamış Destanı gibi bir hikaye dün yazılmış gibi taze ve sadık dostun önemini anlatan mesajı, aradan geçen 4000 yıla rağmen hala geçerlidir. En eski hikaye
Elimizde kesin veriler olmamakla birlikte, bugün okuduğumuz bazı hikayelerin kökeni tarih öncesine dayanıyor olabilir. Daniel Kruger, Gılgamış Destanı ve Eski Ahit'teki Yaratılış Kitabı'nda anlatılan hikayelerde geçen tufanı, son Buzul Çağı'nda Orta Doğu'da yaşanan gerçek olayların kültürel hafızamızdaki izleri olarak görüyor.
Endonezya'daki Flores adasında yaşayan yerlilerin Ebu Gogo adıyla andıkları kısa boylu, hobbit benzeri efsanevi yaratıkların ise atalarımız Homo sapienslerle aynı dönemde yaşayan ama 10 bin yıl önce nesli tükenen alt insan türlerinin arkeolojik kalıntılarına dayandığı sanılıyor.
"Bölge halkı bu kısa boylu, konuşamayan ama kendisine söylenenleri tekrarlayan insanlara dair hikayeler anlatıyor. Bu hikayelerin on binlerce yıl öncesinden günümüze gelmesi çok şaşırtıcı," diyor Kruger. Tüm bunlar hikaye anlatımının diğer önemli işlevini gösteriyor: Çok eski zamanlara dair kolektif bir hafıza oluşturmak.
Asya ve Avrupa'da farklı kültürel gruplar arasında ağızdan ağıza aktarılan masalların yayılmasını inceleyen antropologlar, ayrıca Demirci ve Şeytan gibi bazı masalların 6000 yıl önce gelen ilk Hint-Avrupa yerleşimcilerle birlikte geldiğini ve onların kıtaya yayılmasıyla masallarının da yayıldığını söylüyor.