Göçün 50. Yılı Etkinlikleri'
1961 yılında başlayan göç serüveni, sosyolojik sonuçlarının yanı sıra göç yaşantısı temelinde, yeni bir edebiyatın da gelişmesine neden oldu.
Goethe Enstitüsü, Türkiye ve Almanya'nın 30 Ekim 1961 tarihinde imzaladığı İşçi Alımı Anlaşması'nın 50. yılı nedeniyle; Selim Özdoğan, Zafer Şenocak, Yüksel Pazarkaya, Prof. Nilüfer Kuruyazıcı, Prof. Mahmut Karakuş ve Dr. Pınar Uyan'ın katılımıyla, İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü'nde 3 Kasım 2011, Perşembe günü saat 16:00'da "Göç ve Edebiyat" başlıklı konferans düzenliyor.
Goethe Enstitüsü, İstanbul Bilgi Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle gerçekleştirilen "Göç ve Edebiyat" konferansında yazarlar Selim Özdoğan, Zafer Şenocak ve Yüksel Pazarkaya, Prof. Nilüfer Kuruyazıcı ve Prof. Mahmut Karakuş'la birlikte, göç deneyiminin edebiyatlarını nasıl etkilediğini ve göç edebiyatının Almanya'da nasıl algılandığını ele alacaklar. Prof. Nilüfer Kuruyazıcı ve Dr. Pınar Uyan'ın göç edebiyatının başlangıcı ve gelişmesi üzerine genel bilgi de verecekleri konferans, 3 Kasım Perşembe günü saat 16:00'da Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü'nde gerçekleşecek.
1961 yılında başlayan göç serüveni, sosyolojik sonuçlarının yanı sıra göç yaşantısı temelinde, yeni bir edebiyatın da gelişmesine neden oldu. 70'li yıllarda oluşan ilk örneklerin, genelde yabancı işçi sorunlarını temel alması ve (bir kısmı daha önce Türkiye'de yazarlığa başlamış da olsalar) çalışmak için Almanya'ya gelenler tarafından kaleme alınması, yazılanlara "Konuk İşçi Edebiyatı" denmesine neden oldu.
Seksenli yıllarda ise ikinci kuşak olarak adlandırılan ve Almanca yazan yeni bir yazar kuşağı yetişti. Orada doğmuş ya da küçük yaşta Almanya'ya gelmiş bu genç yazarların ele aldıkları konular da birinci kuşaktan farklıydı. Kimlik arayışı, iki kültür arasında kalmışlık gibi konular yazdıklarının temelini oluşturuyor, anavatan ve anadil sözcükleri ilk kuşağa göre farklı bir anlam kazanıyordu. Bu genç yazarlarla birlikte artık Alman dilinde oluşan yeni bir edebiyat grubundan söz edilir oldu ve zaman içinde buna "Yabancılar Edebiyatı", "Azınlık Edebiyatı", "Göç/Göçmen Edebiyatı", "Kültürlerarası Edebiyat" ve nihayet "Almanyalı Türklerin Edebiyatı" gibi adlar verildi. 90'lı yıllardan başlayarak da kuşak ayırımı ortadan kalktı ve Almanca yazan Türkiye kökenli yazarlar tek tek adlarıyla anılır oldu. Çünkü artık hepsi özgün bir edebiyat dili oluşturmuşlar ve Almanca edebiyat içinde kendilerinden söz ettirmeye başlamışlardı.
Bu nedenle de Almanya'ya işçi göçüyle başlayan bir edebiyatın o günden bu güne nasıl bir gelişim gösterdiğini, önde gelen yazarlarını ve ele alınan konuların zaman içinde nasıl değiştiğini izlemek önem taşıyor.