Dijitalleşen Sanat, Kimin Sanatı?
Sabit Fikir, Şubat sayısında, sanatta dijitalleşmeyi tartışmaya açıyor.
İnternetin en çok okunan Türkçe edebiyat ve eleştiri sitesi Sabit Fikir, Şubat sayısında, sanatta dijitalleşmeyi tartışmaya açıyor; hızla gelişen "dijitalleşme" hikayesini tüm ayrıntılarıyla irdeliyor.
Sabit Fikir Şubat sayısını, edebiyatı, sanatı ve sinemayı da içine alan dijitalleşme dosyası ile açıyor. Toplumun kendisinin ürettiği, değiştirdiği, müdahale ettiği bir yaratı bütünü ortaya çıkarmasını sağlayan dijitalleşen sanatın tüm hikayesi, Oylum Yılmaz'ın kaleminden okuyucularla buluşuyor.
Sadece cep telefonuyla çekilen filmlerden oluşan film festivalleri, özel filtreleme hizmeti veren ve sokaktaki insanın cep telefonlarıyla çektiği gündelik fotoğrafların paylaşıldığı siteler, twitter üzerinden yazılan romanlar, öyküler, şiirler, dijital sergiler, kişisel beğeniler üzerine kurulan blog kültürü ve dijital dünyaya ait daha birçok konu Sabit Fikir'in Şubat sayısında detaylandırılıyor.
Bunun yanı sıra Ceren Çıplak da dijitalleşmenin hayata nasıl yansıdığı konusunda sokaktan haberler veriyor.
Sabit Fikir'in Şubat sayısında Mert Tanaydın da dünyayı yok etmeden önce durup bir düşünelim diyerek, yazısında aydınlanmaya açılan dönemi anlatıyor. A. Ömer Türkeş, Kaya Genç, Hayati Roman, Selçuk Uygur, Sedat Demir, küçük İskender, Faruk Duman, Ayşe Düzkan ve Aysu Önen gibi pek çok ismin eleştiri yazılarının da bulunduğu Sabit Fikir'in Şubat sayısında Patrick Rothfuss'un Bilge Adamın Korkusu kitabını ise Oylum Yılmaz fantastik edebiyatseverler için yazdı.
Ayrıca dergide bu ay "Ayşenin Kitap Kulübü" Jane Austen'in "neden" tercih edildiğini irdelerken, Hasan Cömert'in ise Ece Temelkuran ile yaptığı röportaj bulunuyor. Ceyhan Usanmaz'ın "Her Külliyat Bitmemiştir" ve Fikrisabit'in "On Kişot: Yoksa Oğuz Atay post modern değil miydi?" başlıklı yazıları da Sabit Fikir'in Şubat sayısında okunabiliyor.
Idefix ve Prefix'le ücretsiz
Kapak illüstrasyonunu genç çizer Sedat Girgin'in yaptığı dergide, edebiyat ve yayıncılık dünyasından haberler ile düşünce özgürlüğü ihlâlleri de yer alıyor.
Yayın yönetmenliğini Elif Bereketli'nin yaptığı Sabit Fikir, Idefix ve Prefix paketleriyle ücretsiz. Sabit Fikir'in içeriğini ve daha fazlasını www.sabitfikir.com adresinde bulmak mümkün.
Dijitalleşen sanat, kimin sanatı?
Alvin Toffler'in yazdığı vakitlerde kulağımıza çok uzak ve anlaşılmaz gelen "prosumer" kelimesi, kuramcının producer (üretici) ve consumer (tüketici) kelimelerinden esinlenerek türettiği bir kavram. Üretmek ve tüketmenin eşzamanlılığını vurgulayan ya da üretenin ve tüketenin birlikteliğini ifade eden bu kavramı Toffler daha çok ev merkezli yaşam üzerine kurar. Buna göre dijital teknolojiyle birlikte, iş yaşamı ofislerden, plazalardan çıkıp eve girecektir. Evden çalışan insanların iş ve özel hayatları eşgüdümlü bir şekilde devam ederken de birey aynı anda hem
üreten hem de tüketen konumuna gelir… Zaman Toffler'ı haklı çıkardı ama onun bile öngöremediği bir hız ve hacimle yaptı bunu. Bugün prosumer kavramı sadece iş ve aile hayatını kapsamakla kalmıyor, sanatın, sinemanın, müziğin ve edebiyatın da içine sızıyor. Peki ya estetik diye sorarız kendi kendimize, sanatın biricikliği nerede? Dijitalleşme sanata ulaşımı da, sanatı üretimi de kolaylaştırıp gündelikleştirirken sanatın özüne dair vehmettiğimiz o yücelik nerede?
Aslında bu sadece bugünün sorusu değil. Yirminci yüzyılın başlarında içimize girmişti şüphe... Yirminci yüzyıl sanat felsefesinin en çok üzerinde durduğu soruydu bu. Sanatta estetik ve güzellik kavramı nereye gitmişti?
Bu soruya en çok Adorno ve Walter Benjamin çeşitli cevaplar arayıp vermişti. Benjamin'e göre eskiden tek bir örneği olan ve görmesi, ulaşılması zor olan sanat ya da sanatsal imge, artık mekanik bir şekilde çoğaltılabildiği için herkesin kolayca görebileceği, yakınlaşabileceği bir ürün haline gelmiştir; bundan ötürü saygı uyandıran mesafe yok olmuş, sanatın ve sanatsal
imgenin büyüleyici havası (aurası) yitirilmiştir. Böyle bir dünyada imgeler çılgıncasına çoğalmakta, biz onlara doğru gideceğimize, onlara ulaşmaya çalışacağımıza onlar adeta bir yığın halinde üstümüze gelmektedir. Sanat ve sanatsal imge artık genellikle bir tür reklam imgesine
dönüşmüştür. Hal böyle olunca sanatçıdan artık narin, kırılgan, gizemli, özgün bir estetik yaratmasını bekleyemeyiz. O, ancak ve ancak endüstriyel dünyaya ayak uydurabilecek, endüstrinin içinde kendine yer bulabilecek ve aynı zamanda başkalarıyla rekabet edebilecek iddiaları, anlamları olan bir sanat eseri yaratacaktır… Adorno da bu noktada Benjamin'le uyuşur. Ona göre de sanatta güzellik koca bir yalandır. Hatta, "artık sanatın hoşa gitmeye çalışmasının ancak tecimsel bir tavır olabileceğini" iddia etmiştir. Bu noktada özelikle 1980'li yıllardan
itibaren, Adorno'nun sanatın popüler olmasının ve herkes tarafından beğenilmesinin sakıncalı olduğu düşüncesine karşılık olarak, postmodern felsefe zemininde ortaya çıkan iddiaları göz ardı edemeyiz.
Zira bu iddialara göre sanat artık eskisi gibi elit bir sınıfın beğenisine hitap edemez, farklı kültür ve sınıflar da pekala sanatı biçimlendirirler. Bu şu demektir ki, bizi tam da bugüne getirir: Basit, gündelik, çığırtkan biçimler taşıyan, sokaktaki insanın beğenisine hitap eden işler de sanat sayılabilir, sayılmalıdır. Bu algı, 1980'lerin sokaktaki insanı 2000'lerin internet başındaki insanına dönüştükçe, dijital teknolojinin "sanat" üretimlerine yaklaşımını da tanımlamıştır. Sanat sıradan insanın hayatına bir şekilde giriyorsa eğer, o sıradan insanın yaratımları da neden sanata hizmet etmesin, neden sanat olmasın ki?