Yargıtay Başkanı Kaynak: Türk Milleti Kavramı, Etnik Kökene Dayanmamaktadır
2011-2012 Adli Yılı Açılış Töreni'nde konuşan Yargıtay Başkanı Nazım Kaynak, konuşmasında Anayasanın 66. maddesinde, 'Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı bulunan herkes Türk'tür' hükmüne yer verildiğini belirtti.
2011-2012 Adli Yılı Açılış Töreni'nde konuşan Yargıtay Başkanı Nazım Kaynak, konuşmasında Anayasanın 66. maddesinde, 'Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı bulunan herkes Türk'tür' hükmüne yer verildiğini belirterek, "Türk sözcüğünün etnik anlamda kullanılmadığı, ülke üzerinde yaşayan bütün bireyleri kapsadığı görülmektedir. Bir başka anlatımla Türk milleti kavramı, ırka, dine ve etnik kökene dayanmamakta, bireyler arasında hiçbir ayrım kabul etmemektedir" dedi.
Kaynak, şunları söyledi:
"Her insanın doğuştan gelen yaşama hakkının yasalarla korunması gerektiğinin altını çizen Kaynak, "Gerek ülkemizde, gerek dünyada süren terör, insan hakları ve özellikle yaşam hakkı için tehdit oluşturmaktadır. Terör, bir insanlık suçudur. Teröre karşı tüm devletlerin birlikte mücadele etmeleri bir zorunluluktur.
Terörle mücadelede bütün devletlere görev düşmektedir. Yaşama hakkı, temel vazgeçilmez bir insan hakkıdır. Hukuk devleti, kişilerin hak ve özgürlüklerini korumakla yükümlü olduğundan kişilerin yaşama hakkına doğrudan müdahale oluşturan teröre karşı devlet, bireyleri korumak zorundadır. Teröre karşı mücadele, bir hukuk devleti olan ülkemizin en doğal ve meşru hakkıdır. Devletimiz, hukuk kurallarından vazgeçmeden terörle mücadeleyi sürdürmektedir ve sürdürecektir.
Anayasanın üçüncü maddesinde 'Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür' denilerek, devletin milli devlet olduğunun vurgulanmıştır. Anayasanın bu hükmünün değiştirilmesi de mümkün bulunmamaktadır. Kuruluş yıllarında Atatürk, milleti, 'Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir' biçiminde tanımlamıştır.
Anayasanın 66. maddesi, 'Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı bulunan herkes Türk'tür' hükmüne yer vermiştir. Her iki tanımda da Türk sözcüğünün etnik anlamda kullanılmadığı, ülke üzerinde yaşayan bütün bireyleri kapsadığı görülmektedir. Bir başka anlatımla Türk milleti kavramı, ırka, dine ve etnik kökene dayanmamakta, bireyler arasında hiçbir ayrım kabul etmemektedir"
"2010 YILINDA ÜLKEMİZ AİHM KARARLARI NEDENİYLE 25 MİLYON EURO TAZMİNAR ÖDEDİ"
Türkiye'nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında aleyhine en çok ihlal kararı verilen ülkelerden biri olduğunun altını çizen Kaynak, "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin hak arama özgürlüğünün yargısal yöntemine dayanak olan 6. maddesi, adil yargılanma hakkından bahsetmektedir. Bu hak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından tanınan korunan bir haktır. Bu hakkın ihlali de bir takım yaptırımlara bağlanmıştır.
Nitekim ülkemiz geçtiğimiz yıl, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında aleyhine en çok ihlal kararı verilen ülkelerden olmuştur. 2010 yılında ülkemizin AİHM tarafından verilen ihlal kararları nedeniyle ödediği tazminat miktarı yaklaşık 25 milyon Euro civarındadır" diye konuştu.
"EN BÜYÜK SORUN DAVALARIN MAKUL SÜREDE BİTİRİLEMEMESİ"
Kaynak, yargının sorunlarından en büyüğü ve en acilinin, davaların makul sürede bitirilememesi olduğunu belirterek, "Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının en önemli gereklerinden birisidir. Makul sürede yargılanma hakkı, her dava bakımından farklılık gösterse de temel olarak ülkelerin yargı sistemine verdikleri önemin de bir göstergesi niteliğindedir. Hızlı ve adil karar verilmesi, yargılamanın temel amaçları arasındadır" dedi.
"KORUMA TEDBİRLERİNİN EN AĞIRI TUTUKLAMADIR"
Bir şüpheli hakkında tutukluluk kararı verilebilmesi için kuvvetli şüphelere ihtiyaç duyulması gerektiğini belirten Kaynak, şöyle konuştu:
"Gizli soruşturma tedbirleri olarak adlandırılan, iletişimin denetlenmesi, gizli görevli kullanma ve teknik izlenmesi ancak suçun işlendiği hususunda kuvvetli delil elde etme imkanı bulunmayan durumlarda son çare olarak başvurulması gereken koruma tedbirleridir. Koruma tedbirlerinin sonuçları itibarı ile en ağır olanı tutuklamadır.
Suçluluğu ve soruşturma veya kovuşturmanın selametini tehlikeye sokacağı hususunda kuvvetli şüphe bulunan şüpheli veya sanığın geçici olarak hürriyetinden mahrum edilmesi ve hakkında kesin hüküm verilmeden tutukevine konulması anlamına gelir. Tutuklama kararı verilebilmesi için; tüm koruma tedbirleri bakımından ortak koşul olan 'ölçülülük' yanında, kişinin suçu işlediğine ilişkin somut olgulara dayanan kuvvetli şüphe ve tutuklama nedenlerinden birisinin de bulunmasına gerek vardır.
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100. maddesinin 2. fıkrasında tutuklama nedenleri, 'şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı kuşkusu uyandıran somut olayların varlığı veya şüpheli ya da sanığın davranışları ile kanıtları yok edeceğine ya da başkaları üzerinde baskı oluşturacağına dair güçlü şüphe uyandırması olarak sayılmıştır.
Soruşturma ve kovuşturma sırasında gerekmediği halde koruma tedbirlerine başvurmak insan hak ve özgürlüklerinin ihlali bakımından ne kadar yanlış ise, gerektiği halde bu tedbirleri uygulamamak da soruşturma ve kovuşturmanın selameti açısından sakıncalı sonuçlar doğurabilir. Nitekim bukonudaki kararlara karşı Ceza Muhakemesi Kanununun sistematiği içerisinde yasayollarına başvurmak mümkündür. "
"HAKİMLERİN SİYASETE KONU YAPILMASI YANLIŞTIR"
Hakim teminatının, hakim bağımsızlığını sağlayan bir araç olduğunu da belirten Kaynak, "Teminatı olmayan bir hakimin bağımsız olması mümkün değildir. Bağımsız olmayan yargının tarafsız, adil ve sağlıklı kararlar alması beklenemez. Bu nedenle hakim bağımsızlığı ve teminatının, başka bazı kamu görevlilerine sağlanan özel yargılama usulleriyle karşılaştırılmaması ve karıştırılmaması gerekir.
Hakim, taraflardan birine sempati veya antipati duymamalıdır. İnsaflı, ölçülü ve duygusallıktan uzak olmalıdır. Adalet ve duygusallık bağdaştırılmaz. Hakimler, siyasal düşüncelerinin etkisiyle karar veremezler ve siyasaldüşüncelerini kararlarına yansıtamazlar. Hakimlerin siyasete konu yapılması yanlıştır" diye konuştu.