Yapımcı ve senarist Birol Güven ile Sinema Atölyesi: (1)

Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürü yapımcı ve senarist Birol Güven, Türkiye'nin dünyada en çok dizi ihraç eden ikinci ülke olduğunu belirterek, "Bir gecede 170 ülkeye, 1 milyara yakın insana herhangi bir içeriği ulaştırabiliriz. Böyle dağıtımcılarımız var. 1 milyar seyirciye ulaşıyoruz.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürü yapımcı ve senarist Birol Güven, Türkiye'nin dünyada en çok dizi ihraç eden ikinci ülke olduğunu belirterek, "Bir gecede 170 ülkeye, 1 milyara yakın insana herhangi bir içeriği ulaştırabiliriz. Böyle dağıtımcılarımız var. 1 milyar seyirciye ulaşıyoruz. Çin yok bunun içinde. Şimdi Çin pazarına girmeye çalışıyoruz, bir gecede 2 milyar olabiliriz, Çin'e Türk dizileri satılırsa." dedi.
"Çocuklar Duymasın", "Seksenler", "En son Babalar Duyar", "Kadın İsterse" gibi sevilerek izlenen dizilere imza atan yapımcı ve senarist Güven, AA Akademi koordinasyonunda, Anadolu Ajansı (AA) Dış ve Ekonomi Haberleri Yayın Müdürü Barışkan Ünal'ın moderatörlüğünde düzenlenen, AAtölye YouTube kanalında da yayınlanan Sinema Atölyesi'nde, Bakanlıktaki çalışmalarından Türk sinema ve dizi sektörüne birçok konuda soruları yanıtladı.
Sinema Genel Müdürlüğü olarak filmlere maddi desteğin artırılmasına yönelik bazı çalışmalarının bulunduğunu belirten Güven, "Onu gerçekleştirirsem bu işi zirvede bırakacağım, tarihe geçebilirim onu yapabilirsek." ifadesini kullandı.
Güven, bunun yanında ortak yapımların artması için Türkiye ile farklı ülkelerden sinemacıları buluşturmayı planladıklarına, sinema sektöründe de yeni yapımcılardan ziyade yatırımcılara ihtiyaç olduğuna işaret etti.
Yurt dışında Türk dizilerinin başarısının ülke içindeki başarısıyla doğru orantılı olduğuna dikkati çeken Güven, "Bu aynı zamanda sinemanın da cevabı oluyor. Bizim endüstriyel sinemamız dünyada ses getirmiyor. Bunun nedeni de Türkiye'deki salonların boş olması. Yani Türkiye'de gişesi 10 milyon, 12 milyon film vardı da satamadık mı? Öyle bir filmimiz yok ki." şeklinde konuştu.
Güven, Türk dağıtım firmalarının "bir gecede 170 ülkeye, 1 milyara yakın insana herhangi bir içeriği ulaştırabilecek" güce sahip olduğunu ve şu anda Çin pazarına girmeye çalıştıklarını dile getirerek, "Bir gecede 2 milyar olabiliriz, Çin'e Türk dizileri satılırsa." diye konuştu.
Güven ayrıca, "Çocuklar Duymasın" dizisinin sadece 21 günde ortaya çıktığına yönelik anısını aktardı.
Söyleşinin ilgili bölümü şöyle:
"Çocuklar Duymasın" 21 günde doğdu
Barışkan Ünal: Yıllardır sektörün uygulayıcı tarafındaydınız, şimdi bürokrasi tarafına geçtiniz. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürü olduktan sonra gözlemleriniz ne oldu?
Birol Güven: Benim için yani inanılmaz büyük bir değişim. Nasıl diyeyim size, hicret, insanın kendinden gitmesi gibi. Benim ihtiyacım varmış. Çok şeyler yapmışım, hayatta başka şeyler yapmak istiyordum, böyle öyle bir döneme denk geldi. Dolayısıyla benim için inanılmaz büyük bir değişim, büyük bir deneyim. İlk defa devletin mekanizmasıyla, muhteşem algoritmasıyla karşılaştım. Daha önce bazı temaslarım olmuştu, TRT ile çok uzun yıllar çalıştım, devlet tarafını bildiğimi zannediyordum ama buraya oturduktan sonra her şey çok yeniden başlamış gibi oldu ve inanılmaz bir "cahiliye dönemi" geçirdim. Yani gerçekten hiçbir şey bilmiyordum ve o gün biraz böyle geriye doğru tüm hayatımı da biraz masaya yatırma fırsatım oldu ve şöyle bir karar verdim: Gerçekten bilmemek, cahillik Allah'ın bir lütfu. Çünkü cahillik bir paket olarak geliyor, cesaretle birlikte. İnsan ne yaparsa cahilken yapıyor, öğrendikçe yapamamaya başlıyor.
Şöyle küçük bir şey anlatayım. 25 Aralık 2001 tarihinde TGRT kanalına gitmiştim bir proje yapmak için. Dedi ki oradaki yönetici, "16 Ocak 2002'de yayında olabilir misiniz?", yani 21 günden bahsediyoruz. Ortada senaryo yok, dizinin adı bile yok. Ben "oluruz" dedim. Çünkü olamayacağımızı bilmiyordum. Buna psikolojide şey diyorlar; yaptılar çünkü yapamayacaklarını bilmiyorlardı. Bugün bana aynı soru sorulsa bir yıl isterim. O gün "evet yaparız" dedim hiçbir şey bilmeden ve yaptık. "Çocuklar Duymasın" böyle oldu mesela.
Barışkan Ünal: Ama başarılı bir sonuca yol açmış.
Birol Güven: Evet, başarılı oldu ama benim cahilliğimden kaynaklanan bir diziydi o, bugün yapamam. Şimdi benzer bir şeyi Sinema Genel Müdürlüğü'nde yaşıyorum.
Barışkan Ünal: Hangi açılardan?
Birol Güven: Hiçbir şey bilmiyorum ve çok cesurum. Diyorum ki, şöyle yapalım, böyle yapalım. Bana şöyle bakıyorlar, "Ya bu adam sinemacı, sanatçı, bürokrasiyi bilmiyor." Bana hoşgörüyle bakıyorlar. Ben de birçok şey yapıyorum. Yani benzer bir durumu 2001'de yaşadığımı şu anda yaşıyorum. Birçok şey yapıyoruz. Hatta ben beni ziyarete gelen sivil toplum örgütlerine diyorum, "Arkadaşlar, ben bakın en bilmediğim dönemdeyim, bu ara benden ne isterseniz isteyin. Yakında bana bürokrasiyi öğretirler, ben yakında size "Ama mevzuata aykırı bu istediğiniz demeye başlarım" diyordum. Hakikaten de böyle geçiyor ilk günlerim.
"Yapımcıya kendi başvurabileceği gibi, bir hak daha verdik"
Barışkan Ünal: Siz mevzuat deyince, sinema başvurularıyla ilgili yönetmelik güncellendi. Peki bu yönetmelik zaten hazırlanıyor muydu, yoksa sizin kendi tabirinizle "cahiliye döneminize" denk gelip "değiştirelim" dediğiniz bir güncelleme mi?
Birol Güven: Evet, evet, tam böyle oldu. Meslek birlikleri, dernekler geldi. Ben "arkadaşlar, ne diyorsanız, ne istiyorsanız isteyin benden. Dile benden ne dilersen." dedim. Hepsiyle ayrı ayrı, toplu olarak görüşmeler yaptım. Notlar aldım. Gerçekten böyle çok acil, çok önemli ama çok küçük şeylerdi hepsi. Ben onu şuna benzetiyorum: Hani bir engeli aşmak için o engeli ortadan kaldırmak değil de ayakkabıdaki çakıl taşını çıkarmak gerekir ya önce, şu anda bizim yaptığımız da bu küçük, sizin bahsettiğiniz yönetmelik değişiklikleri aslında sinemacıların ayakkabısındaki taşları ayıklamak gibi.
Birol Güven: Mesela şöyle; ilk yönetmenlik deneyimi çok ilginç bir şey. Çok yetenekli arkadaşlar. Fakat onlar da tıpkı benim yaşadığım gibi mesela vergi, muhasebe, şirket bilmiyorlar. Ben dedim ki "Ya bu arkadaşlar bu şirketlerle niye uğraşıyorlar? Onlar sinemasını yapsınlar. Yanına da bir yapımcı alsınlar. Yapımcı onlarla uğraşsın." Sonra yapımcılar dedi ki bize, "Eğer bir yapımcı gelip bir ilk yönetmenle birlikte başvurursa kendi başvuru hakkını kaybediyor." Biz de ne yaptık? Onun üzerine bir yönetmelik değişikliği yaptık. Bir yapımcıya kendi başvurabileceği gibi bir hak daha verdik. O da bir ilk yönetmenle birlikte gelebilir diye bir değişiklik yaptık.
Barışkan Ünal: Genç sinemacıların önü daha fazla açılmış oldu.
Birol Güven: Tabii tabii, zaten amacımız bu. Şöyle bir problem var. İlk defa film çekecek arkadaşların hikayeleri şöyle oluyor genelde. Diyelim ki 15-20 milyon liralık bütçeleri oluyor, arkadaşlara diyelim ki 5-6 milyon gibi bir para veriyoruz. Arkadaşlar o parayı belki öğrenci daha, yeni mezun olmuş, ilk defa bir arada görüyor. Onu büyük para zannediyor. Böyle bir problem var. Ondan sonra süreç şöyle başlıyor. İlk filmi tamamlamak için annesinin altınları gidiyor, sonra baba kredi alıyor. Biz o süreçleri yaşamasınlar istiyoruz. Maalesef bu para tarafını öğrenmek zorundalar. Çünkü biz sinemacı arkadaşlarla konuştuğumuz zaman "Paradan nefret ediyorum, muhasebeden anlamıyorum" diyorlar, böyle bir dünya yok. Maalesef sinema parayla ilgili bir sanat. Dolayısıyla onu bilmek zorunda.
Biz bu yönetmelik değişiklikleriyle bu süreçte onların yanına, elini taşın altına koyabilecek yapımcılar koyabilme ihtimali verdik. Yani bizim sinema dünyası için çok önemli ama dışarıdan bakıldığında o büyük, radikal değişikliklere gelemedik. Çünkü o biraz yavaş ilerliyor. Bizim en büyük problemimiz bütçemiz. Bizim bütçemiz çok yüksek değil.
Barışkan Ünal: Olacak mı o konuda bir gelişme?
Birol Güven: Evet olacak, tabii tabii.
Barışkan Ünal: Bir müjde var mı o zaman yakın zamanda?
Birol Güven: Yani bazı planlarım var. Onu gerçekleştirirsem bu işi zirvede bırakacağım, tarihe geçebilirim onu yapabilirsek ama şu anda tabii söyleyemem.
"Bizim Türkiye'de daha az film yapmamız lazım"
Barışkan Ünal: Aslında küçük diyorsunuz ama orta ve uzun vadede baktığımızda, zaten sıkıntı bütçe olduğu ve gençler ne yapacağını bilemediği için o küçük çakıl taşı bir yol açma, başvuruların, taleplerin artmasına neden olabilir gibi düşünüyorum.
Birol Güven: Bir eşitlik, adalet anlamında tabii ki talepler artabilir ama bizim o kadar da çok sinemacıya ihtiyacımız yok. Ben derinleşmekten yanayım. Bizim, bizim çok ilginç bir problemimiz var Türkiye'de; Bizim Türkiye'de daha az film yapmamız lazım.
Barışkan Ünal: Burada tam olarak kastınız nedir? Türk sinemasını geliştirebilmek için nasıl yapımlar üretilmeli?
Birol Güven: Belki kültürel bir şey bu; biz ortak yapım sevmiyoruz. Küçük olsun, benim olsun, sahibi ben olayım gibi. Ama dünyada, Avrupa'da iş yapış biçimi öyle değil. Filmin kendisinin ötesinde bizde olmayan ya da çok az insanda olan bir know-how var; birlikte film yapmak, fon bilgisi, fonları harekete geçirmek, para bulmak. Bizim sinemacılarımızın para koymadan film çekmeleri lazım, bunu öğrenmeleri gerekiyor, hepimizin öğrenmesi gerekiyor.
"Ortak film yapabiliriz ama başvuru yok"
Barışkan Ünal: Bu noktada endüstrileşmek gerekiyor ama onun içinde destekleyen ya büyük firmalar ya da devlet desteğinin artması gerekli.
Birol Güven: Devlet destekleri de olabilir. Bir de şöyle bir şey var, "Minority Co-production Agreement." Bütün dünyada, bütün ülkeleri kapsayan bir anlaşma. Türkiye de bu anlaşmaları imzalıyor. Zaten Avrupa ortak yapım anlaşmasına imza koyduğumuz için şöyle oluyor: İtalya'dan sinemacı geliyor ve "Bize destek verin" diyor. Biz de, "Senin filmini destekleyelim ama sen yanına bir küçük Türk ortak al. Bu da yüzde 10'dan az, yüzde 49'dan fazla olmasın." Türk yapımcı İtalya'ya başvurduğunda da İtalya diyor ki, "Tamam, biz sana destek veririz ama sen yanına bir tane İtalyan ortak al." Filmleri böyle yapmak zorundayız. Türk sinemacı, İtalyan sinemacı, Özbek sinemacı, Kanada, Amerika... Bizim dikkat ederseniz iyi filmlerin arkasına bakın bir sürü fonlar, ortaklıklar var. İyi filmler böyle çıkmaya başlıyor. Dolayısıyla burada ortak akıl ortaya çıkıyor.
Bunun için ama çok önemli bir şey var. Bizim sinemacılarımızın birbirlerini tanımaları gerekiyor. Mesela biz en son Kırgızistan'la Minority Co-production Agreement'ı imzaladık, Cumhurbaşkanımız imzaladı, Bakanımız da oradaydı. İki ülke arasında biz ortak film yapabiliriz ama başvuru yok.
Barışkan Ünal: Sektörün mü bundan çok fazla bilgisi yok?
Birol Güven: Sektörün bilgisi olmadığı gibi sinemacıların da "networking" yapmamız gerekiyor. Şimdi biz devletler bu anlaşmaları yapıyor ama bunun bir anlamı yok, sinemacılar birlikte hareket etmediği sürece. Network, bir ağ, yani sinemacıların bir araya gelmesi gerekir, tanışmaları gerekir. Ortak dertleri olması gerekir, film yapmak için. Dolayısıyla şimdi bu aşamaya geldik.
Bundan sonra da inşallah şöyle planlarımız var: Mesela sinemacıları alıp başka ülkeye götürüp orada birlikte olmak, onlar buraya gelecek, ağırlayacağız onları. Biz onları bir araya getireceğiz, onlar bize başvuracaklar, "Biz film yapmak istiyoruz" diyecekler. Ortak başvuru yok bize. Türkiye'ye de yok, başka ülkelere de yok. Biz mesela İspanya ile ortak film yapmak istiyoruz. Bir İspanyol yapımcı, sinemacı ve bir Türk sinemacı ortak ne bize başvuruyor ne İspanya'ya başvuruyor.
Barışkan Ünal: Bu konuda özellikle Sinema Genel Müdürlüğü olarak adımlar atmayı mı planlıyorsunuz?
Birol Güven: Tabii, biz bu anlaşmaları bütün ülkelerle imzalıyoruz, burada sorun yok ama şimdi artık bizim birlikte "networking" çalışmaları da yapmamız gerekiyor. Bu da bize düşüyor. Yani biz mesela Azerbaycanlı sinemacılarla Türk sinemacıları bir araya getirmek zorundayız. Artık ondan sonrası sinemacılara kalıyor. Sinemacılara şöyle film yapın, böyle film yapın diyemeyiz, o onların problemi o. Ama belki bu dediğim "networking" çalışmaları, ben buraya geldiğimde böyle bir şeyin bizim görevimiz olduğunu bilmiyordum ama bence bizim görevimiz, bu konuda da çalışmalar yapmak zorunda, aslında herkesin görevi bu. Sinemacılar kendi yolunu da kendi bulmalı. Film yapmak çok güzel. Birlikte film yapmak daha güzel. Tabii arthouse'da ortak yapımlar çok.
"Türkiye'nin yapımcıya değil de daha çok yatırımcıya ihtiyacı var"
Barışkan Ünal: O zaman daha çok ticari sinemada mı ortak yapımları geliştirmek gerekli?
Seyirci: Ticari sinemada da ortaklıktan çok Amerika'daki gibi fonlar… Şimdi ortak yapımcılık başka, bir de yatırımcılık. Mesela Türkiye'nin yapımcıya değil de daha çok yatırımcıya ihtiyacı var. Bizde yatırımcı yok. Yatırımcı yoksa bunun nedeni para kazanamıyordur. Çünkü yatırımcı para kazanmak isteyen insan. Demek ki sinemada onu göremediği için de yatırım yapmıyor maalesef.
Seyirci sorusu: Belgeselde nasıl destek alabiliriz?
Birol Güven: TRT, Türkiye'de belgesel konusunda en önemli kurum. Zaten Türkiye'de iki tane sinema tarafında iki güçlü kurum var. Bir tanesi Sinema Genel Müdürlüğü yani Kültür ve Turizm Bakanlığı, diğeri de TRT.
"Bütün dünya diyor ki bu dizileri bu insanlar seyrediyorsa hemen satın alalım"
Seyirci sorusu: Türkiye'de çok başarılı diziler ve filmler üretiliyor ancak bu yapımlar içerik ve duygusal derinlik açısından güçlü olsalar da sizce neden uluslararası arenada, örneğin Kore, İspanya ya da İngiltere yapımları kadar ses getirmiyor? Bu konuda sizce neleri değiştirmeli ya da geliştirmeliyiz? Bir film öğrencisi ve bu hayali gerçekleştirmek isteyen biri olarak bu konuda önerilerinizi almak istiyorum.
Birol Güven: Şöyle, sorunuzun yarısına itiraz ederim. Televizyon tarafında uluslararası başarımız çok yüksek. Dünyada en çok dizi ihraç eden ikinci ülkeyiz biz, ABD'den sonra. Bazı coğrafyalarda üçüncü ülkeyiz. İngiltere de var. Bazı coğrafyalarda da biriz. Dolayısıyla uluslararası başarımız çok yüksek.
Birol Güven: Size şimdi bir soru sorayım. Mesela hepimizin bildiği, eskilerden sorayım. Aşk-ı Memnu dizisi en çok sizce hangi ülkede izlendi? Türkiye. Türkiye'de izlendiği için dünyaya satıyoruz. Türkiye çok önemli bir ülke, 86 milyonluk bir ülke. Bir de yurt dışında diasporamız var. 100 milyondan bahsediliyor. Bütün dünya diyor ki bu dizileri bu insanlar seyrediyorsa hemen satın alalım.
Şu anda bizdeki pazar şöyle ilerliyor: Türkiye'de en çok izlenen dizi dünyada en pahalıya satılan dizi oluyor. Böyle bir matematik var. İstisnalar olabilir tabii. Çünkü her genelleme yanlıştır, eksiktir. Ama genel olarak bizim dizilerimizin başarılı olmasının nedeni Türkiye'de izleniyor olmasıdır. Bu aynı zamanda sinemanın da cevabı oluyor. O yüzden biz Türk seyircisine filmlerimizi izletemediğimiz için uluslararası endüstriyel anlamda başarımız yok. Arthouse'u ayrı tutuyorum. Arthouse'ta çok kötü değiliz ama bizim endüstriyel sinemamız gerçekten dediğiniz gibi dünyada ses getirmiyor. Bunun nedeni de Türkiye'deki salonların boş olmasıdır. Yani Türkiye'de gişesi 10 milyon, 12 milyon film vardı da satamadık mı? Öyle bir filmimiz yok ki.
Barışkan Ünal: Sinemamız neden gişede başarıyı sağlayamıyor?
Birol Güven: Bunu bilsem Genel Müdür olmam, hemen gider film çekerim. Serdar Öztürk hoca bu soruya şöyle cevap veriyor. Ben de onu içselleştirdim. Diyor ki "Bizim hibrit filmlerimiz yok." O üçe ayırıyor filmleri; arthouse'a o düşünce odaklı filmler diyor. Sonra gişe filmleri, bir de ortaya hibrit ya da popüler filmler. Hem gişenin hem de bizi düşünceye sevk eden filmlerin son dönemlerde hiç olmaması. Onlar olsa uluslararası başarı gelebilir.
"Bugün dünyanın en iyi dağıtımcıları Türk"
Birol Güven: Ama şöyle bir fırsatımız var. Türkiye dizi tarafında o kadar başarılı ve öyle bir know-how oluştu ki biz şunu öğrendik artık. Biz bir gecede 170 ülkeye, 1 milyara yakın insana herhangi bir içeriği ulaştırabiliriz. Böyle dağıtımcılarımız var. Bizim elimizde film olsa, mesela bundan 20 yıl önce biz satmasını da bilmiyorduk. O da çok değerli bir şey. Bugün dünyanın en iyi dağıtımcıları Türk. Arkadaşlarımız olağanüstü işler yapıyor.
Bir nedeni daha var Amerikalıların ve İngilizlerin yapamadığı ya da dünyada hiçbir ülkenin yapamadığı, sadece bizim yaptığımız bir şey var: Bizim diziler 140 dakika ve biz bunu bir haftada çekiyoruz. Dolayısıyla biz bunu üçe bölüp haftada üç bölüm çekebiliyoruz biz. Yılda 120'nin üzerinde bölüm üretebiliyoruz. Amerikalılar 18 bölüm. Bizim onları geçmemizin ya da yaklaşmamızın nedeni de bu. Yani müthiş bir üretim var Türkiye'de ve müthiş bir satış var. Market, dünyanın marketlerinin hepsinde Türk firmaları var.
"Şimdi Çin pazarına girmeye çalışıyoruz"
Birol Güven: Gidin Cannes'a, başka ülkelere, ben şimdi Şanghay'dan geldim. Biz 1 milyar seyirciye ulaşıyoruz. Çin yok bunun içinde. Şimdi Çin pazarına girmeye çalışıyoruz, bir gecede 2 milyar olabiliriz, Çin'e Türk dizileri satılırsa. Orada çok güzel bir şey yakalandı.
Dolayısıyla bu arkadaşlar film de satmaya çalışıyor. Bazı marketlere götürüyoruz biz bunları. Mesela Cannes'te MIPCOM dizi fuarı, dizi marketi var. Ondan beş altı ay sonra Cannes Film Festivali var. Orada da filmlerin alınıp satıldığı marketler var. Bizim de stantlarımız var. Oraya filmleri götürüyoruz. Hatta bazı dağıtımcılar kendileri geliyorlar ama aynı başarıyı elde edemiyoruz.
"Türkiye'de filmler belli bir gişe yakalamaya başlasınlar, dünyanın gözü bizim üzerimizde"
Birol Güven: Ama ben şuna eminim: Türkiye'de filmler belli bir gişe yakalamaya başlasınlar, dünyanın gözü bizim üzerimizde. Bütün dünyadaki sinema, televizyon endüstrisinin burada temsilcileri var. Ben, Türkiye'yi takip eden yabancılarla tanıştım. Bizim dizileri, oyuncularımızı, hikayelerimizi bizden daha iyi biliyorlar. Dolayısıyla çok şanslısın, yani şimdi hemen film yapıp onu dünyanın her yerine satabilirsin. Eskiden böyle bir şey yoktu.
Barışkan Ünal: Dizilerde bu kadar yaygın ağa sahipken içerik olarak biraz daha stratejik mi yaklaşmalıyız diye düşünüyorum. Dizilerimizde çok fazla bir silah, şiddet unsurları var. Türk kültürünü tanıtma konusunda daha mı stratejik olmalıyız?
Birol Güven: İnsanlar aynı şeylere ağlıyor, farklı şeylere gülüyor. Dolayısıyla biz yurt dışına satabilmek için melodram yapmak zorundayız. Biz şu anda tamamen ihracat ürünü yapıyoruz. Yaptığımız şey başka bir şey değil. Dolayısıyla bir pazar oluştu. Bizden talep ediyorlar. Belki 1970'li yılların Yeşilçam'ı gibi; "Şu oyuncularla şöyle bir hikaye istiyoruz" gibi. Şu andaki bizim sektörümüz tamamen sert melodramlar üzerine. Kötüler çok kötü, iyiler çok iyi. Dünyada bu melodramı bizden daha iyi yapabilen bir ülke yok. Böyle bir pazar oluştu. Bence dizilerin ülkeyi tanıtmasına, çok böyle reklam filmi gibi yapılmasına karşıyım. Sonuçta bu bir kurmaca. Bizim turizme de etkisi çok yüksek biliyorsunuz.
"Yurt dışına satılan her dizide Metin Erksan'ın Acı Hayat'ının izleri var"
Birol Güven: Bir de onların kendi arasında da bir şeyleri var. Silahların konuştuğu, daha sert, daha eril hikayeler çok satılmıyor. Çok tercih edilmiyor aslında. Bizim yapımcılarımız da artık iyice benzer dizileri farklı oyuncularla yapmaya başladılar. Daha entrika odaklı. Çok sert melodram yapıyoruz. Melodram da nereden geliyor? Yeşilçam'ın üzerine inşa ettik aslında biz bu endüstriyi. Şimdi şimdi keşfediyoruz. Mesela benim bir iddiam var. Ben yurt dışına satılan her dizide Metin Erksan'ın "Acı Hayat"ının izleri olduğunu düşünüyorum. Yani tüm sektörümüzün borcu olduğunu düşünüyorum, her yerde "Acı Hayat"ı seyrediyorum. "Acı Hayat", Türkiye'nin bence en iyi filmi olmayabilir ama gelmiş geçmiş en etkili film olduğunu düşünüyorum. Hala da versiyonları yaptığımızı düşünüyorum.
(Sürecek)