Usta yönetmen Semih Kaplanoğlu ile Sinema Atölyesi: (1)
Usta yönetmen Semih Kaplanoğlu, "Hollywood'un ya da ticari sinemanın ürettiği şeyleri izliyorum.
Usta yönetmen Semih Kaplanoğlu, " Hollywood'un ya da ticari sinemanın ürettiği şeyleri izliyorum. İyi filmler yok bence. Yani büyük yönetmenler dönemi bitti. Sinema başka bir yere doğru evriliyor." dedi.
Kaplanoğlu, AA Akademi koordinasyonunda, Anadolu Ajansı (AA) Dış ve Ekonomi Haberleri Yayın Müdürü Barışkan Ünal'ın moderatörlüğünde düzenlenen Sinema Atölyesi'nde, senaryo ve yönetmenlik deneyimlerinden filmlerinde mekan ve oyuncu seçimine, Yeni Türk Sineması'nın ortaya çıkışından günümüz yapımlarına ve yapay zekaya kadar birçok konu hakkında soruları yanıtladı.
Söyleşinin günümüz sinemasıyla ilgili bölümünde Kaplanoğlu, Hollywood yapımlarını eleştirerek artık iyi filmlerin olmadığını, hatta "büyük yönetmenler döneminin bittiğini" söyledi.
Kaplanoğlu, dijital platformlar ve televizyon dizilerinin çekim ve anlatılar olarak "artık ilkel ve geri" kalmaya başladığını belirterek, "Bizim genç sinemamızda da şimdi bana kızacaklar belki ama pek iyi işler çıkmadığını gözlemliyorum." dedi.
Yapay zekanın sinopsisden çok iyi tretmanlar çıkarıyor gibi göründüğünü anlatan Kaplanoğlu ancak dikkatli bakınca tüm bunların eski filmlerden alınma ve klasik sinemanın dramatik yapısına oturtulmuş metinler olduğunu dile getirdi. Kaplanoğlu, "Bütün hayatımızı o öyküleri kırmak üzerine, yani o yapıyı kırmak üzerine harcamış insanlar olarak ondan nasıl faydalanayım ben şimdi?" ifadesini kullandı.
Yönetmen Kaplanoğlu, iyi senaryolar yazmak yönetmek için artık bir "körleşmeye" ihtiyaç olduğuna işaret ederek, "Bunu nasıl söyleyeceğim, kelimeyi tam kuramıyorum ama dışarıdan, ekrandan gelen görüntüye sırtımızı dönmemiz lazım galiba. Çünkü o gerçeği karşılamıyor, gerçek değil o." diye konuştu.
Yönetmen Kaplanoğlu, "Sinema başka bir yere doğru evriliyor bence ama nereye gidiyor bilmiyorum." değerlendirmesinde de bulundu.
Sinema Atölyesi söyleşisinin ilgili bölümü şöyle:
-"Bu bir kuşak hareketi"
Barışkan Ünal: İlk uzun metraj filminiz "Herkes Kendi Evinde", 2001 yılında. O dönemi düşündüğümde aklımda hep şu soru oluşuyor. Şu anda Türk sinemasında usta yönetmenler dediğimiz siz, Derviş Zaim, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu, diğer yönetmenler, ya bu dönem ilk filmlerini çekiyor ya bu dönem ortaya çıkıyor. Bu kadar usta yönetmenin çıktığı bir dönemde bu durum sadece tesadüf olamaz diye düşünüyorum. Siz o dönemleri geçirmiş biri olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Semih Kaplanoğlu: Ben ilk 1987'de bir kısa film, bir kere yaptık onu. Bir kısa film festivali yaptık, genç, böyle 20'li yaşların başında. Hatta oraya Ahmet Uluçay da gelmişti. O zaman bir araya geldiğimiz insanlar arasında öyle bir enerji ve sinerji vardı ki Boğaziçi Üniversitesinde bir sinema kulübü vardı. Oradakilerle hep sinema konuşuyorduk. Birtakım dergiler çıkmaya başladı. "Nisan" dergisi Mehmet Gürel'in, sonra o da yönetmen oldu. Hil Yayınlarının "Ve Sinema" dergisi çıktı. Oralara yazılar yazmaya başladık. İstanbul Film Festivali o sırada 1983-1984'te başladı. ve oradan biz dünya sinemasını, nitelikli işleri görmeye başladık. O filmlerden çıktığımızda, o gençler yani, bütün bu saydığınız gençler, kafelerde buluşup o filmleri tartışıyorduk, konuşuyorduk. İçimizde sinema yazarları da vardı.
Barışkan Ünal: Yani etkileşim içerisindeydiniz.
Semih Kaplanoğlu: Evet, bir iletişim vardı. Yani işte Zeki Demirkubuz'la, Nuri'yle, Reha'yla hep görüşüyorduk. Daha belki film çekmemiştik, bazılarımız yeni başlamıştı. İlk işaret fişeği Reha Erdem'in "A Ay" filmidir. O siyah beyaz, çok iyi bir filmdir. Sonra Derviş'in filmi geldi "Tabutta Rövaşata". Sonra işte Zeki, Nuri, Yeşim. Böyle bir kuşak. Her biri aslında belli eğitim almış, kimisi mimar, kimisi mühendis, kimisi belli üniversitelerden mezun insanlar. Daha çok bireye, bireyin hayatına yönelik bakış açısıyla filmler üretmeye başladık. Burada ilginç olan şey şu: Bizden önceki kuşakların yaptığı sinema, yani Yeşilçam dediğimiz sinemaya karşı da bir yandan tepkimiz de vardı açıkçası. Yani biraz burnumuz büyüktü. Daha fazla entelektüeldik. Metin Erksan'la sık sık görüşüyordum. Atıf Yılmaz'la Kemal Tahir'in üçlemesinin TRT için senaryo, dizi senaryosunda çalışmıştım onunla beraber. Ondan da çok şey öğrendim. Genel olarak o dönemin ticari sineması diyeceğim, zaten onlar da etkili değillerdi, bir boşluk vardı. Biz o boşluğu kendi fikirlerimizle, hikayelerimizle bir şekilde doldurduk. Bir kuşak hareketi bence bu.
Barışkan Ünal: Bu kuşak hareketinin biraz filmlerdeki perspektifi de o noktada benziyor gibi, etkileşimden kaynaklı olarak.
Semih Kaplanoğlu: Evet. Doğru.
-"(Yapay zeka, sosyal medya) Körleşmeye ihtiyacımız var bence"
Barışkan Ünal: Bir yönetmen olarak ilk filmini çekmek isteyenlere tavsiyeleriniz nedir? Yönetmenin olmazsa olmaz dediğiniz bakış açısı, perspektifi ya da çalışma şekli nasıl olmalı?
Semih Kaplanoğlu: Şimdi şöyle bir zamanda yaşıyoruz. Adorno diyor ki, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra şiir yazılamaz diyor. Bugün bu yaşadığımız dünyada, yani bu işte Filistin, Gazze, Ukrayna, şimdi Suriye... Dünyada ve görüntünün bu kadar ortada olduğu, bu kadar görüntünün devamlı bizim karşımıza geldiği, bir dünyada film çekilebilir mi? O Adorno'nun sorusunu ben de kendi kendime soruyorum açıkçası. Sosyal medya, 10 saniyelik görüntüler. Bu şu anda aslında bence sinema dediğimiz sanat belki de devam edecektir, eksilmez ama insanın şu anda bu dijital anlamdaki dönüşümü bu yapay zekanın ortaya çıkışıyla beraber ve daha da yaygınlaşmasıyla beraber başka bir evreye geçileceğini düşünüyorum.
Barışkan Ünal: Nasıl bir evre sizce? Çünkü yapay zeka senaryo da biraz yazmaya başladı, görüntüleri birleştirmeye başladı. Avantaj mı, dezavantaj mı bu?
Semih Kaplanoğlu: Körleşmeye ihtiyacımız var bence. Bunu nasıl söyleyeceğim, kelimeyi tam kuramıyorum ama yani dünyanın görüntüsü, dışarıdan, ekrandan gelen görüntüye sırtımıza dönmemiz lazım galiba. Çünkü o gerçeği karşılamıyor, gerçek değil o. Gerçek gibi geliyor bize ama gerçek değil. Yani televizyonda, dijital platformda, dizide, orada burada gördüğümüz şeyin insan hakikatine dair bir şey olmadığını düşünüyorum artık. Onu terk ettiğini düşünüyorum.
Başka bir şey geliyor. Belki sinema, bu teknolojiler çok daha yüksek bir seviyeye gelecek sanat olarak. Bunu kullanacak olan genç insanlar belki çok daha farklı bir dünyaya açacaklar gözlerini. Çok başka türlü bir sinema yapacaklar. Daha soyut belki bilmiyorum. Tahayyül edemiyorum ama nasıl insan aslında mükemmelleşmediyse, o yolda ilerliyorsa, sanatlar da o anlamda bence bir şekilde yol alacaklar. Yani terk etmeyecekler. Ama şu geçiş dönemindeki tavsiyeler konusunda ben açıkçası çok net bir şey söyleyemiyorum. Çünkü söyleyeceğim şey benim 40 sene evvel eğitimini aldığım şeyi tekrar etmenin ne kadar doğru olup olmayacağını bilmiyorum. Burada bildiğim tek şey şu, insan hikayesini yani hikayeyi ve yazmayı bırakmamak gerektiği.
Şimdi 17-18 yaşında bir genç, yapay zekanın önereceği senaryodan ayrı ya da işte dijital bir 'medium'un ona sağlayacağı olanakların dışında bir olanak düşünmeden hareket edecek. Onları kullanmaya çalışacak. Peki kullandığımız materyaller aslında aynı zamanda bizi de kullanıyorlar. O yüzden buradaki ilişki nasıl kurulur? Bu ilişkiye dair şüpheler gelişmeli bence. Doğru mu bu görüntü? Bu görüntünün arkasında ne var? Bu nasıl başka türlü anlatılabilir? Bu teknoloji ve aygıtları sorgulamadan, onların bizim neyimize yaradığını sorgulamadan bir şey yapmak çok zor diye düşünüyorum.
"Bazen yapay zekayı deniyorum"
Barışkan Ünal: Peki siz kullanmayı düşünüyor musunuz yapay zekayı?
Semih Kaplanoğlu: Yapay zekaya karşı değilim. Yani insanların işine yarayacak muhakkak. Birçok konuda yardımcı olacak. Hele bazen mesela Leyla ile evde oturup şunu konuşuyoruz. Diyoruz ki bizim çocuğumuz da yok. Ne olacak, keşke birkaç tane robot çıksa, şu evi toparlasalar, ne bileyim temizliği yapsalar, yemek pişirseler falan buna ihtiyaç duyuyoruz aslında. Ama o nasıl bir şekilde devreye girer bilmiyorum.
Mesela ben bazen yapay zekayı deniyorum. Oturup ona küçük bir sinopsis veriyorum. Bundan bakalım bir tretman yaz diyorum. Olağanüstü şeyler çıkartıyor. Müthiş böyle, farklı yollar izleyen öykü örüntüleri veriyor. Yani şöyle yaparsan böyle olur, böyle yaparsan böyle olur vs. vs. Ama görüyorum ki onların hepsi aslında klasik sinemanın, Hollywood'un ya da bir sürü şeyin bilgisiyle oluşturulmuş, dramatik kapsamı doğru kurulmuş öyküler. Bütün hayatımızı o öyküleri kırmak üzerine, yani o yapıyı kırmak üzerine harcamış insanlar olarak ondan nasıl faydalanayım ben şimdi? Ben ona cevap olarak biliyorum ben bunları bana yeni bir şey söyle diyorum, pardon anlamadım diyor.
Barışkan Ünal: Günün sonunda yaratıcılık için yine insan lazım.
Semih Kaplanoğlu: E tabii. O yüzden bilemiyorum hani teknolojiye karşı değilim ama bambaşka şeyler anlatacak gençler bence. Bambaşka türlü biçimlerde işler çıkacak herhalde diye düşünüyorum ve görür müyüz görmez miyiz bilmiyorum ama buna şiddetle ihtiyaç var. Çünkü şu anda bu dijital platformlar, dijital diziler, televizyon dizileri vs. bana çok artık ilkel ve geri geliyor. Yani çok geçmiş bir hayatın izleri gibi geliyor, hem yapma şekli olarak hem üretme biçimleri olarak hem anlattıkları şeyler olarak orada bir gerileme olduğunu. Bizim genç sinemamızda da şimdi bana kızacaklar belki ama pek iyi işler çıkmadığını gözlemliyorum.
Barışkan Ünal: Eski zaman derken eski Türk sineması mı yoksa genel anlamda sinema mı?
Semih Kaplanoğlu: Mesela dışarı yani Hollywood'un ya da ticari sinemanın ürettiği şeyleri izliyorum. Yani çok iyi şeyler yok. İyi filmler yok bence. Yani büyük yönetmenler dönemi bitti. Açıkçası o öyle gözüküyor. Ne bileyim işte bir (Stanley) Kubrick yok, o adamlar artık yoklar. Bir Terrence Malick zaman zaman ortaya çıkıyor, bazı işler yapıyor. Yani sinema başka bir yere doğru evriliyor bence ama nereye gidiyor bilmiyorum.
(Sürecek)