Haberler

Usta yönetmen Semih Kaplanoğlu ile Sinema Atölyesi: (3)

Usta yönetmen Semih Kaplanoğlu ile Sinema Atölyesi: (3)
Haberler
Güncelleme:
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Usta yönetmen Semih Kaplanoğlu, "Yeni bir film yapma çabası içerisindeyim. Şairin (Niyazi Mısri) hayat hikayesinden ilhamla bir senaryo yazdım. Adını 'İnsan' koydum. Ama işte ekonomik şartlar, zorluklar nedeniyle biraz zor ilerliyor" dedi.

Usta yönetmen Semih Kaplanoğlu, "Yeni bir film yapma çabası içerisindeyim. Şairin ( Niyazi Mısri ) hayat hikayesinden ilhamla bir senaryo yazdım. Adını 'İnsan' koydum. Ama işte ekonomik şartlar, zorluklar nedeniyle biraz zor ilerliyor" dedi.

Kaplanoğlu, AA Akademi koordinasyonunda, Anadolu Ajansı (AA) Dış ve Ekonomi Haberleri Yayın Müdürü Barışkan Ünal'ın moderatörlüğünde düzenlenen Sinema Atölyesi'nde, senaryo ve yönetmenlik deneyimlerinden filmlerinde mekan ve oyuncu seçimine, Yeni Türk Sineması'nın ortaya çıkışından günümüz yapımlarına ve yapay zekaya kadar birçok konu hakkında soruları yanıtladı.

Kaplanoğlu, söyleşinin son bölümünde filmlerinden ve yeni projesinden bahsetti.

1600'lü yıllarda yaşamış şair Niyazi Mısri'nin hayat hikayesinden ilhamla yeni bir senaryo yazdığını belirten Kaplanoğlu, "Adını 'İnsan' koydum. Ama işte ekonomik şartlar, zorluklar nedeniyle biraz zor ilerliyor." dedi.

Kaplanoğlu, filmlerinin çekim sürecini, "Hiç set bitsin istemiyorum. Çünkü her planı çektikten sonra daha derin bir şey daha görüyorum. ya şunu da çeksem mi acaba diyorum" sözleriyle dile getirdi.

Filmlerin ilk gösterimi yapıldığında üzerinden büyük bir yük kalktığını hissettiğini anlatan Kaplanoğlu, "Hani ilkokul 2'den 3'e geçmişim gibi 'oh şimdi yaz tatili var' ya da 'aman bir daha film falan çekmeyeceğim' hallerini yaşıyorum içimde. Ama tekrar dönüyorum tabii." diye konuştu.

Kaplanoğlu, aslında herkesin oyuncu olabileceğini, Bağlılık Aslı'da altı aylık bir bebeğin bile oyunculuk yapabileceğini deneyimlediğini ifade etti. Oyuncuları seçerken karakter ile oyuncu arasında bağ aradığını dile getiren Kaplanoğlu, bu nedenle kendi içini açamayan oyuncularla çalışamadığını kaydetti.

Filmlerinde ses tasarımına çok önem verdiğini de vurgulayan Kaplanoğlu, "Aylarca süren ses tasarımları var. Bağlılık Hasan'ın ses kuşağında 800 kanal var ve müzik çok az yani müzik neredeyse yok." ifadesini kullandı.

Söyleşinin ilgili bölümü şöyle:

"Birilerini ikna etmek, hikayeye katmak o kadar zor bir şey ki"

Barışkan Ünal: Siz hep kendi senaryolarınızı kendiniz yazıp çektiniz. Ama size yakın bulduğunuz bir senarist ya da senaryosunu çekebilirim dediğiniz bir film oldu mu? Başka birinin yazdığı bir filmi çekmeyi düşündünüz mü hiç?

Semih Kaplanoğlu : Eşim Leyla İpekçi senaryolarıma katkıda bulunuyor tabii ki. Kendisi bir yazar olduğu için öyle bir konforum var. Yani en azından zaman zaman ben onun romanlarıyla ilgili, kitaplarıyla ilgili tartışıyorum, o da benim hikayelerimle, senaryolarla ilgili. Öyle bir alışveriş var. Ama onun dışında çok ihtiyaç duymadım açıkçası. Çünkü yazma süreci bir tür aslında yalnızlığı gerektiriyor. Çünkü birilerini ikna etmek, hikayeye katmak o kadar zor bir şey ki. Aynı frekansları yaşamıyoruz, meselelere farklı bakışlarımız var. Bunu birleştirmek iyi bir şey olabilir tabii, ekip olmak vesaire ama biraz nazik bir alan. Benim mesela senaryolarımı okudukları zaman ekipteki insanlar ve sonra filmi seyrettiklerinde okudukları senaryoyla gördükleri film arasında hiçbir alaka olmadığını söyleyebiliyorlar. Çünkü senaryo benim için çıkış noktası.

"Senaryoyu paylaşmak konusu benim açımdan çok kolay bir şey değil"

Semih Kaplanoğlu : Şimdi mesela Hollywood'da ya da ticari sinemada en önemlisi senaryo. En çok parayı senaryoya veriyorlar. Çünkü bütün her şey orada toplanıyor. O profesyonel bir çalışma şekli. Birçok katmandan geçiyor. Diyalog yazarları ayrı, aksiyoncular ayrı. O öyle bir sistem. O sistemle ben yapamam. Ama bugünün endüstrisinde de bizim dizi mantığında da giderek o yol izleniyor. O yol örnek ve olması gereken yol olarak görülüyor. Mesela senaryo doktorları; onlar hep kalıplar. Biz kalıpların içerisinde bir şey yapamayız. Ben yapamam yani. Belki de senaryoyu paylaşmak konusu, yazım sürecinde benim açımdan çok kolay bir şey değil.

"Bir iletişim mevzusu değil sinema, bir sanat, bireysel bir iş"

Barışkan Ünal: O zaman filminizin senaryosunu da yazmak sizin için bir nevi özgürlük sağlıyor.

Semih Kaplanoğlu : Özgürlük sağlıyor, belki birtakım kalıplardan kendimi koruma sağlıyor, bazı orijinalliklerin, fazlalıkların, eksikliklerin, anlaşılmazlıkların olması bir özellik katıyor olabilir. Çünkü sinemaya bir iletişim konusu olarak bakarsanız o zaman film yapmanın bana göre bir anlamı yok. Çünkü bir iletişim mevzusu değil sinema. Bir sanat ve bu sanat her sanat gibi bence bireysel bir iş. O yüzden de evet ekipler, gruplar var tamam ama sonuç olarak her karesinde ve her seste sizin imzanızın olması gereken bir şey, kontrolünüzün olması gereken bir şey.

"Senaryolarımın sağ tarafında diyalog yoktur ama yüzlerce ses notu vardır"

Semih Kaplanoğlu : Mesela bu filmlerin hepsinde aylarca süren ses tasarımları var. Ben mesela saatlerce, günlerce, haftalarca ses tasarımıyla uğraşıyorum. Çünkü ses o kadar önemli bir şey ki hayatımızda da. Sesin olmadığı yerde aslında nefes de yoktur. Yani ses havada hareket eder ve sesin olmadığı yerde oksijen yoktur. Nefes alamayız. O kadar önemli bir şey. Konuşuyorsak, birbirimizi duyuyorsak sesin, havanın varlığından dolayı. ve işte bu havanın içindeki sesin hareketi, durumu. Işık da çok önemli bir şey. O yüzü nasıl gördüğümüzle alakalı ama ses, bir filmin içine girdiğinizde belki battaniye gibi sizi sarması gereken, sizi rahat ettirmesi gereken, anonim olarak bildiğiniz dünyanın seslerinden bir atmosfer yaratması gereken bir şey.

Benim mesela senaryolarımın sağ tarafında diyalog yoktur ama yüzlerce ses notu vardır. Rüzgar, ağaçlar… Onları tek tek çekim zamanı, hem ben kaydederim hem sesçi kaydeder. Sonra haftalarca ben onları dinlerim. Her sahnenin arkasında şu saniyeden şu saniyeye bu ses. Mesela Bağlılık Hasan'ın ses kuşağında 800 kanal var. Yani 800 kanallı bir ses kuşağından bahsediyorum ve müzik çok az yani müzik neredeyse yok. Çünkü inanın mesela her ağacın rüzgar sesi farklı. Çam ağacının sesini duyduğunuzda orada bir ıslık gibi duyarsınız. Ama bir çınar ağacı ya da bir kavak ağacının yapraklarının hışırtısı bambaşkadır. ve o size bir atmosfer verir, bir duygu verir. Biz çünkü duygu mimarlığıyla da uğraşıyoruz aslında. Öyle de bir yanı var bu işin. Bütün bunlar aslında benim zihnimde senaryoyu yazarken ortaya çıkan ve olan şeyler. Sonradan keşfettiğim, bildiğim şeyler değil.

"(Bağlılık Aslı) Hani Flaubert der ya, 'Madame Bovary benim' diye"

Barışkan Ünal: Bağlılık Aslı'yı sormak istiyorum. Çocuk doğumunda ve ilk aylarda kadınların yaşadıklarını erkeklerin kavrayamadığı bir noktada yeni doğum yapan bir kadının yaşadığı çelişkileri nasıl bu kadar iyi bir şekilde yansıtabildiniz? Bir anneyi hakikaten yaşamışsınız gibi hissettim senaryonuzda.

Semih Kaplanoğlu : Benim bir yardımcım var. 20 yıldır beraber çalışıyoruz, prodüktörüm aslında Hande Ağdaş. Biz bu 20 sene filmleri çekerken Hande doğumlar yaptı, 3 tane çocuğu oldu. Zaman zaman ofise getiriyordu çocukları. Ben de onu seyrediyordum. Sonra başka annelerle de karşılaştım. Beyaz yakalı çalışan kadınlar, onların hayattaki tercihlerine baktım. Bazıları sanki çocuk olduktan sonra dünyaların karardığını düşünüyordu. Bazıları başka bir dünyada yaşıyordu. İzlenimlerim oldu ve bu konuda bir film yapmam gerektiğini hissettim. Çünkü annelik, bebek olması ve o süreçte yaşanan şey, bağlılık, bağın kopması. Doğduğunda bir bağ kopuyor aslında, sonra bakıcı geldiğinde eve ya da çocuk kreşe gittiğinde bir başka süreç başlıyor. Buna iki yönlü bakmak istedim. Bir bebeğin tarafından baktım; o ne hissediyor ve ne yaşıyordur acaba diye sordum kendi kendime. Bebekleri izledim biraz. Sonra ben bu filmi yapmalıyım diye düşündüm. Ben de şaşırdım açıkçası. Demek ki böyle içimde bir hani Flaubert der ya, "Madame Bovary benim" diye. Bizim çocuğumuz olmadı, bebeğimiz yok. Öyle bir hayat yaşamadım. Bilmiyorum ama bunun üzerine çok uzun uzun yazdım, düşündüm. ve hikaye kendinden kurulmuş oldu.

"Herkes oyuncu olabilir. (6 aylık bebeğin) müthiş bir oyuncu olabileceğini keşfettim"

Semih Kaplanoğlu : Bizim çekime gelen bebek 6 aylık. Onun dahi müthiş bir oyuncu olabileceğini keşfettim. O iletişimi kurabildiğimi gördüm. Ona gidip rica ediyordum, "Bak şimdi şöyle bir şey yapacağız. Şöyle şuraya bakar mısın" diyordum ve bakıyordu.

Barışkan Ünal: Ben izlerken onu düşündüm. Yani hakikaten bebek o sırada bunu yapıyor mu, sonradan mı eklenmiş, nasıl olmuş bu diye düşündüm.

Semih Kaplanoğlu : Şimdi o seti size anlatayım. Yaklaşık 40-50 tane bebek arasından seçtim ben Zeynep'i. Bir ay bizim ofise habire bebek anne, bebek anne geliyor. Ben de izliyorum. Bayağı bir zaman ayırıyorum onlara. Konuşuyoruz, nasıl doğdu, ne yapıyor. Orada anne ile bebeğin ilişkisini görebiliyordum. Bazı bebekler hakikaten mutsuzdu, bazı anneler gerçekten mutsuzdu. Zeynep ve annesi geldiklerinde hemen dedim ki, bu çift benim için tamam ve başladık çalışmaya. Tabii sette tamamen biz Zeynep'in kurallarına bağlı olduk. Yani o uyuyor, uyanıyor. Biz ona uyduk. Ne zaman uyanırsa, o ne zaman çekim yapmak isterse o zaman çekiyorduk.

Barışkan Ünal: Sadece ev içinde olmuyormuş yani bebeklerin hükmü o zaman.

Semih Kaplanoğlu : Tabii. Tamamen onun zamanına bağlı kalarak filmi çektik. Anneyi oynayan Kübra ve bakıcıyı oynayan Ece'nin de çocukları yok. Onların da hiçbir bebekle ilişkileri olmamış. Hep beraber aslında orada bir dünyayı kurabildik. Gerçekten de bakıcıyla kavga ettiğinde anne, bebeğin kendi annesine böyle sitemkar bir bakışı var. Biz bunu çektik, yani bu sahneyi gerçekten oynadılar ve bebek annesine böyle çok kızarak baktı ki. 6 aylık bir varlıktan bahsediyoruz. Gerçekten insan büyük bir sır bence. İnsanın varoluşu çok ilginç. Anladım ki her türlü iletişim kurulabilir. Herkes oyuncu olabilir. Mesela Bal filmindeki Bora, köyde yaşayan bir çocuk. Yeter ki siz yönetmen olarak ya da insan olarak onlarla doğru iletişimi kurabilin. Kurduğunuz zaman aslında hepimiz zaten hayatın içinde oynuyoruz zaten, hepimiz çeşitli rollere giriyoruz, çıkıyoruz vs. Eğer o iletişimi kurabilirseniz bunların hepsinin olabileceği, sabrı gösterirseniz olabileceği anlaşılıyor.

"Aslı, Yusuf ve Hasan sizden neleri taşıyorlar?"

Barışkan Ünal: Hazır oyunculardan konuşmuşken bir röportajınızda oyuncuları seçerken biraz da karakterle yaşamışlığı veyahut da karakteri yansıtmasını tercih ediyorum dediniz. Onu dinleyince benim de aklıma şu geldi: Siz de o karakterlerin yaratıcısınız. O zaman o karakterler de sizden bir şey taşıyorlar. Merak ediyorum Aslı, Yusuf ve Hasan sizden neleri taşıyorlar? Yusuf da şairlik biraz galiba.

Semih Kaplanoğlu : Evet, o biraz öyle. İşte Yusuf'taki kekemelik de. Ben ilkokul 1'de kekemeydim baya. Zor konuşuyordum. Bazen belki bu filmlerdeki konuşma mahalleri oradan da çıkıyor olabilir. Bilmiyorum. Okumayı da zor sökmüştüm. Yazıyordum ama okumak zor geliyordu yani. Hasan herhalde kendi nasıl söyleyeyim kendimde beğenmediğim şeylerin olduğu adam olabilir. Aslı da herhalde benim yani, sonunda içimde öyle birisi yaşıyormuş yani, oradan çıktı.

Oyuncularla bunların ilişkisini kurarken her zaman aslında o karakterle oyuncu arasında bir bağı nasıl kurarım, köprü kurarım diye düşünüyorum. Çünkü sonuç olarak illüzyon da olsa bir gerçeklik yaratmamız lazım. Bir gerçek noktaya temas etmemiz lazım. O gerçek noktayı oyuncunun içinde de onun gerçeğini de oraya dahil etmemiz lazım. Eğer oyuncunun içinde ona dair, o hayata dair bir ya da o duyguya dair bir iz varsa o iz aslında bizim üzerine inşa etmemizin çok kolay olduğu bir tür hatırlamasını sağlamakla yetinebileceğimiz bir yere bile gidebiliyor, karakteri canlandırırken. Mesela işte diyelim ki yazdığımız senaryodaki karakterin bir korkusu varsa, o korku sizin çalışacağınız oyuncuda da bir şekilde mevcutsa, o korkunun üzerinden inşa ederek aslında karakteri, psikolojisini, içgüdülerini vesaire her neyse, onun gerçekten sahip olduğu, bildiği bir alanı sizin hikayenize dahil ediyorsunuz. ya da sizin hikayenizi onun hikayesine dahil ediyorsunuz. Böylece bir gerçeklik kurulmuş oluyor aslında. İnandırıcılık da ortaya çıkıyor. Bunu mesela önemli buluyorum.

"(İçini) Açamayan oyuncularla çalışamıyorum"

Semih Kaplanoğlu : Buna sahip olan, bunu açan, çünkü bir mahrem bir şey var aslında. Bunu açan oyuncular var, açamayan oyuncular var. Açamayan oyuncularla çalışamıyorum. Yani uzun uzun konuşuyorum, dertleşiyorum. Yani işte böyle bir hayatında böyle bir şey oldu mu, işte aşk acısı yaşadın mı, yaşadıysan neler yaptın, atıyorum yani şimdi. Bunları konuştuğumuz zaman, konuşabiliyorsak eğer, ben orada birtakım küçük nüanslar yakalayıp, o hikayedeki karakterin içine dahil edebiliyorum onu. Böylece aslında çok interaktif bir şey de ortaya çıkmış oluyor ve o kişi bir şeyi söylerken aslında kendinden gelen bir şeyi söylemiş oluyor. Dışarıdan çıkan bir şey değil. O zaman gerçekten ekipte, bütün oyuncularda hakikate dair, gerçeğe dair bir zeminde hareket ettiklerini hissediyorlar. O zaman işimiz çok daha verimli hale geliyor.

"Ben hiç set bitsin istemiyorum"

Barışkan Ünal: Peki o zaman size yazmak mı, çekmek mi daha keyifli diye sorsam.

Semih Kaplanoğlu : Valla ikisi de çok zor. Yani bu sinema keyifli bir iş değil. Bakın size bir şey söyleyeyim. Bazı mesela film setlerinde röportaj yaparlar. ya çok keyifli bir film çektik falan derler ya. Ben ondan şüphe duyarım hep. Keyifli bir iş değil. Yani çünkü neden değil bir yandan da biliyor musunuz? Ben o senaryoyu yazarken işte mekanlarda gezerken o filmi bir şekilde görüyorum zaten.

Barışkan Ünal: Biraz da sabırsızlanıyor musunuz? Çünkü zaten kafanızda o oluşmuş, görsel olarak var; böyle bir kablo olsa da bir an önce kafamdan filmi görsele geçirse diyor musunuz?

Semih Kaplanoğlu : Tam tersine aslında ben hiç set bitsin istemiyorum. Çünkü her planı çektikten sonra daha derin bir şey daha görüyorum. ya şunu da çeksem mi acaba diyorum. O bitmiyor yani.

-"İlk gösterimi yaptığımızda üstümden büyük bir yük kalkıp hani ilkokul 2'den 3'e geçmişim gibi (oluyorum)"

Seyirci sorusu: Günlük hayattaki Semih Kaplanoğlu ile yönetmen ve senarist olduğunuzda o sürece girdiğinizde kendinizdeki değişim nedir?

Semih Kaplanoğlu: Ben onu çok iyi bilmiyorum ama nasıl söyleyeyim daha titiz oluyorum, daha gergin oluyorum, daha böyle tam odaklanmış halde dış dünyadaki şeylere, konu dışındaki şeylere yönelemiyorum. Film bittikten hemen sonra kurgu başlıyor. Kurgu da uzun bir süreç. İlk gösterimi yaptığımızda aslında üstümden büyük bir yük kalkıp hani ilkokul 2'den 3'e geçmişim gibi, oh şimdi yaz tatili var ya da işte öyle bir şey, aman bir daha film falan çekmeyeceğim hallerini de yaşıyorum içimde. Ama tekrar dönüyorum tabii yani.

Seyirci sorusu: Senaryonuzu yazarken ve filmlerinizi çekerken temel güdünüz iz bırakmak mı, dert anlatmak mı ya da ikisi mi?

Semih Kaplanoğlu: İz bırakmanın daha kolay yolları var. Sinema çok kolay bir iş değil. Çünkü bir kere ben aynı zamanda yapımcıyım. Para bulmak, ekip kurmak, bir sürü zorlu süreçler. İz bırakma meselem pek olmadı aslında. Ama derdim var tabii ki.

Seyirci sorusu: Eleştirilerle aranız nasıl diye merak ediyorum.

Semih Kaplanoğlu: Gençken eleştirilere sinirlenebiliyorsunuz da zaman geçtikten sonra o eleştirilerin arkasındaki niyeti gördüğünüzde artık pek etkilenmiyorsunuz. Ama gerçekten kritik ya da niyeti oradaki meseleyi anlamak ya da tartışmak olan şeyleri değerli buluyorum. Yaptığımız şey sonuçta tamamen kusursuz değil. O kusurları ben de biliyorum. Bazı kusurları görenleri de değerli buluyorum. Demek ki çok iyi görmüş, bakmış, anlamaya çalışmış diyorum.

-"Neden yapımcı oldunuz diye sorsaydınız size cevabını hemen verirdim"

Seyirci sorusu: Kişisel bir sorum olacak. "Herkes Kendi Evinde" filminizi çok aradım ama bulamıyorum internette. Bunun sebebini ve ne zaman bulabileceğimizi sormak istedim.

Semih Kaplanoğlu: Çok güzel bir soru, ben de bulamıyorum. Mesela neden yapımcı oldunuz diye sorsaydınız size cevabını hemen verirdim. Çünkü Herkes Kendi Evinde filminin yapımcısı filmi bir televizyon şirketine sattı. Halbuki benim iznimin olması gerekiyordu, telif kanunu gereği ve onunla yaptığımız sözleşmenin gereği. Ben de o televizyon şirketini mahkemeye verdim. Mahkemeyi kazandım. Televizyon şirketi de kazandığım mahkemeden dolayı sanırım filmi saklıyor, çıkartmıyor ortaya. En son kendim gidip filmi bütün haklarıyla alayım dedim. Öyle bir rakam istedi ki öyle bir şey yok yani, ben öyle bir şeyi karşılayamam. Ama maalesef o film şu anda tahrip oldu mu, ne durumda, ses kuşağı ya da görüntüleri. Çünkü negatif çekilmişti o da, ne durumda bilmiyorum ve o filmi tekrar ortaya çıkarmayı çok isterim. Çünkü çok değerli oyuncuların yer aldığı bir film o. Erol Keskin gibi, Şükran Güngör gibi çok önemli oyuncular var. O yüzden o filmi ortaya çıktığında belki benim filmlerimin, ilk film anlamında, teması da belki bir anlamda ne kadar birbirlerini besledikleri filmlerin ortaya çıkışında, daha net anlaşılabilir diye düşünüyorum.

"(Buğday'da) aslında bilgiyi, bilimi tartışmak istedim"

Barışkan Ünal: Buğday hem bir açıdan sizin sinematografinizi aynen yansıtıyor; felsefi olarak insanın var olma krizleri, inanç, felsefe var içinde ama bir yandan da diğerlerinden hem diyalog açısından hem de tema açısından farklılaşıyor. Türk sinemasında, özellikle sanat sinemasında distopya üzerinden anlatı çok rastlamadığımız bir şeydi. O yüzden merak ediyorum distopya üzerinden anlatmak nereden aklınıza geldi?

Semih Kaplanoğlu: Aslında bugün anlatıyoruz burada da, distopya diyorlar ama bugün yaşadığımız şey aslında bu şu anda bizim. Bir yandan insanoğlu bilimde, teknikte gelişirken öte tarafta o bilim ve teknik bir sürü sorun yaratıyor. İşte GDO'lar, bunların insanı hasta edişi, toprağın kirlenmesi, bozulması ve bütün bunların içerisinde biraz ben aslında bilgiyi, bilimi tartışmak istedim. Bir yandan da hala ekip biçen birisiyim. Bir bahçemiz var. Toprakla her zaman bir alakam oldu. Buğday'da savaşlar, mülteciler var. Bu savaşların çıkmasından çok önce, mültecilerin çıkmasından çok önce yazıldı. Bir tür gelecekteki dünyanın nereye doğru gittiğine dair düşünceler onun üzerine kurduğum bir film bu.

"GDO'yu üreten bir tohum şirketi, benim filmim Hindistan'da vizyona girmesine engel oldu"

Semih Kaplanoğlu: Beni o filmi yapmaya iten şeylerden bir tanesi şuydu: Şimdi GDO'lu tohum üretiyorlar. Onu üreten firma aynı zamanda tarım ilacı da üretiyor. Tarım ilacını üreten o aynı firma hasta olan, kötü hastalıkları yakalanan insanlar için ilaç da üretiyor. Şimdi baksanıza sizi hasta ediyor, hastalığınızı tamir etmek için ilacı da üretiyor ama sizi hasta etmeye de devam ediyor. Bu çemberi, buradaki insanlığa ihaneti anlatmak istedim. Mesela bir tohum şirketi yani GDO'yu üreten bir tohum şirketi, benim filmimin Hindistan'da vizyona girmesine engel oldu mesela. Hindistan'da dağıtımcıya baskı yaptılar ve filmin dağıtılmasına Hindistan'da engel oldular. Yani o kadar ciddi bir konu ki bu. O yüzden o film aslında yurt dışında da Almanya'da da, çünkü orada işaret ettiğimiz firmayı yani şimdi ismin vermeyim, burada şey olarak hepinizin bildiği bir ilaç firması aynı zamanda gübre de üretiyor, aynı zamanda GDO da üretiyor, tarım ilacı da üretiyor. Bu tarım ilacı ile mesela Bağlılık Hasan'da da var. Toprakla ilgili, tarımla ilgili konular benim için hassas konular ve o konuları aktarmak istedim.

"Yeni bir film yapma çabası içindeyim ama ekonomik zorluklar, biraz zor ilerliyor"

Barışkan Ünal: Programı kapatırken şu son soruyu soracağım. Birçok güzel filminiz var ama sizin için daha farklı olan bir tanesi var mı? ya da isminizin yanına biri yazılmak istense ilk hangi filmi görmek istersiniz?

Semih Kaplanoğlu: Bu değişiyor. Aslında henüz çekmediğim filmler en iyi filmlerim. Öyle söyleyeyim.

Yeni bir film yapma çabası içerisindeyim. Bir yandan tiyatro yönetmenliği yapıyorum. Şu sıra Devlet Tiyatrosu'nda İstanbul'da hazırlıyoruz, bir oyun hazırlıyoruz. Bir yandan da bizim çok önemli bir şairimiz var Niyazi Mısri adında. Bu şair çok dertli birisi. O şairin hayat hikayesine ilhamla bir senaryo yazdım. Adını İnsan koydum. O filmi yapmak istiyorum. Ama işte ekonomik şartlar, zorluklar vs. biraz zor ilerliyor.

(Bitti)??????

Kaynak: AA / Barışkan Ünal - Güncel
title
Close