Ttb Başkanı Şebnem Korur Fincancı: "Sağlıkta Şiddet, Sadece Yasa Çıkararak Önlenmez; Sağlıkta Şiddet Önce Toplumdaki Şiddet Dilini Ortadan Kaldırarak...
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı, TTB’nin 74’üncü Olağan Seçimli Büyük Kongresi’nde, “Sağlıkta şiddet, sadece yasa çıkararak önlenmez; sağlıkta şiddet önce toplumdaki şiddet dilini ortadan kaldırarak, ayrımcılığı, ötekileştirmeyi kaldırarak önlenir. Bu iki yılın sonunda acil önlem önerilerimizi sunduk, uygulayan olmadı, gelir eşitsizliği son yılların en kötü seviyesinde” dedi.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı, TTB'nin 74'üncü Olağan Seçimli Büyük Kongresi'nde, "Sağlıkta şiddet, sadece yasa çıkararak önlenmez; sağlıkta şiddet önce toplumdaki şiddet dilini ortadan kaldırarak, ayrımcılığı, ötekileştirmeyi kaldırarak önlenir. Bu iki yılın sonunda acil önlem önerilerimizi sunduk, uygulayan olmadı, gelir eşitsizliği son yılların en kötü seviyesinde" dedi.
TTB'nin, 74'üncü Büyük Kongresi bugün başladı. "Emek Bizim Söz Bizim Sağlıklı Bir Gelecek Ellerimizde" başlığı ile düzenlenen ve üç gün sürecek kongrede TTB Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı, 2 yıllık başkanlık dönemini ve bu dönemde yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. Korur Fincancı'nın ardından HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, CHP Ankara Milletvekili Murat Emir ve Deva Partisi Genel merkez Yönetim Kurulu Üyesi Doktor Özge İrem Molkoç da söz aldı.
Korur Fincancı, özetle şunları söyledi:
"Pandemi bitmiş değil, bitti gibi yapılıyor sadece en başından beri nasıl bir algı oluşturulduysa benzer şekilde sizden ricamız bu konuda özen göstermeniz. Vaka sayıları artıyor farklı ülkelerde yeni varyantlarla ilgili bilgiler paylaşılıyor. Bugün The Lancet'te yayınlanan makalede aşıların bir yılı değerlendirilmiş ve 20 milyon ölümü engellediği ifade edilmiş. O yüzden aşı çok önemli ama hatırlatma dozları da önemli.
21 ay önce bugün, bir seçimle meslektaşlarımız görevi bize vermişti. Uzun soluklu bir pandemi mücadelesini başlatan, yaşanan sorunları adım adım çözmek için çok büyük çaba sarf eden önceki Merkez Konseyimiz görevi bize devretmişti. Bu süreçte hem pandemi ile mücadele ettik, hem de ona karşı oluşturulan algı ile mücadele etmek zorunda kaldık. Bu süreçte haklarımızın elinden alınması çok daha belirgin oldu.
"500'ÜN ÜZERİNDE SAĞLIK ÇALIŞANIMIZI YİTİRDİĞİMİZİ BİLİYORUZ BUGÜNE GELENE KADAR"
Pandemilerin bizim yaşamımızda, eğer kapitalizminin tüm canlıları, doğayı tüketmeye devam etmesini engelleyemezsek yaşamımızın olağan bir parçası haline dönüşeceğini unutmamak gerekiyor. Nesneleşmeye hayır demeye bizim için zorunlu olduğunu ifade etmek gerekiyor.
Algı yönettiler dedik, nasıl yönettiler? 28 Temmuz'da bizim vakalarımız vardı, 29 Temmuz'da onlar birden hasta oldu. Sayılarda bir değişiklik yoktu ama böyle olunca kaçınılmaz olarak TTB'nin tüm kolları ile verdiği emek sonucunda, aralık ayında bir gecede bizim 1 milyon 190 bin yeni vakamız oluverdi. Bunlar salgının yönetilmesi ile ilgili bir iradenin olmadığını ciddi biçimde gösterdi. Bu algının yönetilmesi nedeniyle pek çok yurttaşımızı, 500'ün üzerinde sağlık çalışanımızı yitirdiğimizi biliyoruz bugüne gelene kadar.
Şeffaflıktan yoksun politikalarla, idari maslahat yoluna gittikleri salgında Sağlık Bakanı'nın itirafları var. TTB'nin satır aralarını okuyan bilgi ve veri derleme çabasının bu itiraflarda çok büyük payı var, itiraf etmek zorunda kaldılar. Örneğin, 'DSÖ'nün kriterlerine göre belirlediğimiz 50 bin vaka var ama bir o kadar daha var' diyebiliyorlar yitirdiğimiz insanlarımızı tanımlarken. Biz 11 Mart 2020'den başlayarak Sağlık Bakanlığı'nın bildirdiği ölüm oranları ile belediyelerden gelen ölüm oranlarını karşılaştırmıştık ve Sağlık Bakanlığı'nın resmi rakamlarından 5 kat fazla ölüm olduğunu görmüştük. Bu salgınla ilgili bir saptama daha var, Halk Sağlığı Kolumuz, özellikle yoksul mahallelerde fazladan ölümler orta ve üst sınıf insanların yaşadığı mahallelerden yaklaşık 2,5 kat daha fazla olduğunu gösterdiler. Bu bize, Covid-19'un sınıfsal niteliğini çok açık şekilde gösterdi. 2022 yılının Mart ayına geldiğimizde, resmi olarak bildirilen ölüm sayılarının 3 katı ölümle karşılaştık. Bunu da ayrıca Sağlık Bakanı'nın itiraf etmek zorunda olduğunu biliyoruz, TTB'nin açıklamalarının ardından.
Sağlık Bakanı, 2022'nin mayıs ayında DSÖ'nün dünya sağlık asamblesine katıldı ve burada DSÖ'nün Covid-19 salgını mücadelesini eleştirmiş ve salgının başından beri çok başarılı bir sınav verdiğini iddia etmiş. Aşı geliştirmeyle ilgili de bir algı geliştirildiğini gördük. Turkovac aşısının başvurusu, ön çalışması var, sonrası yok. Bilimsel tartışmaya sunulmuş hiçbir veri bulamadık. Aşılarla ilgili en başından beri bir algıyla karşılaştık. İnaktif aşıların daha başarılı olduğu MRNA aşıların ise yeni aşılar olduğu için bilinmeyeninin çok fazla olduğu, güvenilir olmadığı bilgisini yaydı Türkiye'nin sağlık otoritesi. Bu inşalarda çok büyük tereddüt yarattı, bunu hala görüyoruz. Günlük aşılamanın 1.5 milyonlara vardığını söylediler ama bunu çok kısa süre de gördük günlük aşılama 100 ile 400 bin arasında. Başka bir sorun da aşılamada eşitsizlikti.
"ACİL ÖNLEM ÖNERİLERİMİZİ SUNDUK, UYGULAYAN OLMADI, GELİR EŞİTSİZLİĞİ SON YILLARIN EN KÖTÜ SEVİYESİNDE"
Türkiye'de salgınla mücadele artık Sağlık Bakanlığı'nın işi değil, Sağlık Politikaları Kurulu pandemi ile mücadeleden sorumlu. Sağlık Politikaları Kurulu, pandemide bir kere toplandı. Bir yaşam hakkı ihlalinin tam da ortasında, sorumluları olarak işaret ettik, bu bir tarihe nottur. Çünkü ne yazık ki yargıdan olumlu bir yanıt alma olanaklarımızın ne kadar sınırlı olduğunu hepimiz biliyoruz. Pandemi ve ekonomik krizin orta yerinde, ticari sır adı altında tüccarlığı her gün ortaya koyan bir tabloyla karşı karşıyayız. Bize ticari sır diyerek verileri vermeyen tüm kamu görevlileri doğrudan sorumlu. Sağlıkta şiddetle ilgili yasal düzenlemeyi geliştiriyoruz dediler, evet katalog suçlar kapsamında ama yargı mensuplarının bunu uygulaması gerekiyor; işlevsiz bir düzenleme ile karşı karşıyayız. Sağlıkta şiddet, sadece yasa çıkararak önlenmez; sağlıkta şiddet önce toplumdaki şiddet dilini ortadan kaldırarak, ayrımcılığı, ötekileştirmeyi kaldırarak önlenir. 500'ün üstünde meslektaşımızı yitirdik, hala meslek hastalığı kavramı Türkiye'ye yerleşmiş değil. Bu iki yılın sonunda acil önlem önerilerimizi sunduk, uygulayan olmadı, gelir eşitsizliği son yılların en kötü seviyesinde. Bize 'hayat eve sığar' dediler, tabii ki sığmadı. Bu dönemde ev içleri giderek tekinsizleşti, pandemide şiddet, cinsiyetçi şiddet hepimiz için arttı.
"BİZ HİÇBİR YERE GİTMİYORUZ, BU ÜLKENİN ASIL SAHİBİYİZ"
Tüm emek ve meslek örgütleri ile seslerimizi duyurduk, uluslararası alanda da dayanışmayı büyütmeye gayret ettik. Toplumsal sağlık mücadelemizi örgütlemek adına kendimize ödevler koyduk. Onlar İstanbul Sözleşmesi'nden çekilirken biz TTB olarak, İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmediğimizi onun tüm mekanizmalarını hayata geçirmek için kendi meslek örgütümüzün içinde doğrudan bunları kullanacağımızı ilan ettik. Cinsel Şiddeti Önleme ve Toplumsal Cinsiyeti Destekleme Yönergesi bu kongrede oy birliği ile kabul edildi. Tabii ki taleplerimiz için alanlardaydık. Bizi 5 dakikaya, 2-3 dakikaya mahkum edenlere karşı 5 dakikada sağlık olmayacağını hatırlattık. Alanlarda sağlık sisteminiz çöktü biz altında kaldık dedi arkadaşlarımız. Beyaz yürüyüşlerle, beyaz nöbetlerle, beyaz buluşmalarla ve beyaz görevlerle emeğimizden gelen gücümüzle sözümüzü söyleriz dedik. Biz hiçbir yere gitmiyoruz, bu ülkenin asıl sahibiyiz. Meclis'e girişimi sorgulayanlara da o Meclis'in asıl sahibi biziz o nedenle kimse bize ne meclisleri ne sokakları hiçbir yeri yasaklayamaz. Biz sözümüzü her yerde söyleriz. Emek bizim söz bizim.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar da şöyle konuştu:
"EMEK BİZİM SÖZ BİZİM ŞİARI BÜTÜN ALANLARDA YAYGINLAŞMASI GEREKEN ÖNEMLİ BİR YOL GÖSTERİCİDİR"
"İki noktaya dikkat çekmek istiyorum. Birincisi, pandemi sağlığın kamusal niteliğinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı. İkincisi, eşitsizliklerin büyük bir sağlık sorunu olduğunu gözlerimizin içine soktu. Sağlık hizmetlerinin bütün insanların ana müştereklerinden olduğunu da dünya çapında acı bir şekilde gösterdi. Sağlık bir kamusal hizmet olarak görülmelidir, kar hırsına, piyasanın acımasız mekanizmalarına, tekellerin hoyratlığına bırakılmamalıdır. Sağlık alanındaki mücadelenin temel hedefinin bu olması gerektiğini yıllardır savunuyoruz. 'Emek bizim söz bizim' şiarı bütün alanlarda yaygınlaşması gereken önemli bir yol göstericidir.
"EŞİT, ERİŞİLEBİLİR, ÜCRETSİZ, ANA DİLİNDE SAĞLIK HİZMETİ TEMEL HEDEFİMİZDİR"
Karşımızdaki iktidar, talan ve yalan üzerine kurulu bir düzeni yerleştirmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Talana karşı çıkan herkesi düşmanlaştırıyor ve baskı altına alıyor. Talan bu düzenin alameti farikası diyebileceğimiz özelliklerin başında geliyor; emeğin, doğanın, sağlığın, özgürlüğün, demokrasinin talanı. Buna karşı kim mücadele yürütürse bu iktidarın hedefine konuyor. ya terörist sayılıyor ya hain olarak niteleniyor. İktidarın TTB'ye baskılarının temelinde bu talan düzenine karşı yürüttüğü samimi mücadele yatıyor. Bu düzeni ayakta tutan bir başka sütun yalandır. Yalanı kendi varlık sebebi olarak gören bir anlayışın, hak mücadelesi verenlere düşmanlık beslemesi çok anlaşılırdır. TTB'ye karşı ve Şebnem hocam şahsında somutlaşan saldırıların temelinde, demokrasi, hak ve hakikat mücadelesindeki kararlılık yatıyor. Bizler sağlığın kamusal bir hizmet olmasını savunuyoruz. Eşit, erişilebilir, ücretsiz, ana dilinde sağlık hizmeti temel hedefimizdir. Sağlıktan ve özgürlükten tasarruf olmaz, güçlerimizi birleştirirsek bu yalan ve talan düzenini sona erdireceğimizden şüpheniz olmasın."
CHP Ankara Milletvekili Murat Emir de şunları söyledi:
"SİYASİ İKTİDAR BU SORUNLARI ÇÖZMEK YERİNE DERİNLEŞTİRMEKTEN, GİDEREK KATMERLEŞTİRMEKTEN YORULMADI"
"TTB, 74 yıldır onurlu bir mücadele sürdürüyor. Başta yaşam hakkı olmak üzere, sağlık hakkı herkese nitelikli, erişilebilir sağlık hakkını savunan ve bunu savunduğu için her türlü ötekileştirmeye, fiziksel müdahalelere varan eylemlere maruz kalıyor ama yılmıyoruz, yılmayacağız. Çok derin sorunlarımız var hepimiz içindeyiz. Siyasi iktidar bu sorunları çözmek yerine derinleştirmekten, giderek katmerleştirmekten yorulmadı. Eğer yeni bir döviz şoku yaşamazsak bu yıl Şehir Hastanelerine ödenecek para 33 milyar lirayı geçecek. ve bu Sağlık Bakanlığı bütçesinin, personel giderlerini çıkarınca, tamamına yaklaşıyor, büyük bir kara delik. Böyle bir talanın olduğu ortamda halkın sağlığından, nitelikli bir sağlık hizmetinden, koruyucu hekimlikten bahsetmek olanaksız.
"ÜLKEMİZİN ÖNÜNE GERÇEKÇİ BİR SAĞLIK POLİTİKASI İLE ÇIKMAK ZORUNDAYIZ"
Şunun altını çizmek isterim, bizler ayrıştırmadan bu anlayışa, iktidara itiraz eden, eşitlik, demokrasi, nitelikli sağlık hizmeti talep eden insanlar olarak ülkemizin önüne gerçekçi bir sağlık politikası ile çıkmak zorundayız, ayakları yere basan kamucu bir sağlık politikası. Özellikle üniversite hastanelerinin çökertilmişliğine karşı çıkan tekrar ayaklandıran koruyucu hekimliği tekrar ön plana çıkaran, birinci basamak sağlık hizmetlerinin yerinde verildiği, birinci aşama sağlık hizmetlerinin sadece aile hekiminin sırtına verilmediği, desteklendiği bir düzenden bahsediyoruz. Kamu hastanelerinin tekrar güçlendirilmesi, talanın bitirilmesi, yandaş müteahhitlere kamu kaynaklarının peşkeş çekilmemesi asıl olması gerekenler ve tabii liyakatli kadroların atanması.
"EŞİTLİKÇİ, HERKESİN KONUŞABİLDİĞİ, HERKESİN NEFES ALABİLDİĞİ BİR TÜRKİYE HAYAL EDİYORUZ"
Ne maddi anlamda sağlıkçılarını, hekimlerini tatmin edecek bir iyileştirme yapmadılar, diğer çalışma koşullarını düzeltmediler bu konuda yapacakları hiçbir şeyleri olmadığını ortaya koydular. Sağlıkta şiddet yasası hukuki anlamda öteden beri talep ettiğimiz ve sadece yasaya baktığımızda bizi tatmin edecek bir yasa oldu. Neye rağmen oldu? Onlarca görevi başında şehit edilmiş meslektaşımıza rağmen oldu, yıllar sonra oldu, eksiklikleri var. Sağlıkta şiddet çok katmanlı çok yönlü bir olay, bunu sadece bir yasa ile düzeltmemiz imkansız. Bu bir anlayış devrimi gerekiyor, şiddetin üretildiği yerde bitirilmesi gerekiyor. Sağlıkçı ile hekim ile hastanın baş başa bırakılmaması gerekiyor. Eşitlikçi, herkesin konuşabildiği, herkesin nefes alabildiği bir Türkiye hayal ediyoruz. Şimdiye kadar sizlerle nasıl birlikteysek bundan sonra da mücadeleyi büyüterek artıracağız."
DEVA Partisi Genel merkez Yönetim Kurulu Üyesi Doktor Özge İrem Molkoç da şunları kaydetti:
"TÜM SAĞLIK ÇALIŞANLARININ VE HEKİMLERİN EMEĞİNİ GÖZETEN, ADİL, ERİŞİLEBİLİR BİR SAĞLIK SİSTEMİ İNŞA ETME VİZYONUYLA EYLEM PLANI OLUŞTURUYORUZ"
"27 yaşında bir doktorum ve çocuk hayalimdi. Tüm çocukluğumu ve gençliğimin en güzel yıllarını çalışarak bu hayalimi gerçekleştirmek için geçirdim. Asistanlığıma başladığımda gördüm ki; sağlık sistemi çökmüş ve benim hayal ettiğim doktorluk çöken sağlık sisteminin altında kalmış. Sağlık sistemi ve mesleğimiz maddi manevi büyük çıkmazlar içinde. Ben de şu anda büyük sorun olan beyin göçünün parçası oldum. Mesleğimi bıraktım, özel sektörde alanımın dışında bir işte çalışmaya başladım. Bu sorunları çözebilmek düzeltebilmek hayal ile siyasete girdim. Biz sağlık politikalarımızı ülkemizin, hekimlerimizin hak ettiği evrensel değerlere ulaştırmak için çalışıyoruz. "Önce zarar vermeyen" ilkesinden yola çıkarak, sağlık sitemini önce hastalıktan koruyan, hastalık halinde en iyi kaliteli tedaviyi sağlayan, bunu yaparken de tüm sağlık çalışanlarının ve hekimlerin emeğini gözeten, adil, erişilebilir bir sağlık sistemi inşa etme vizyonuyla eylem planı oluşturuyoruz."