Tek Tarafa Yıkılan İddianameyi Tartışırız'
Hrant Dink davası avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu, suçun Gülen Cemaati'ne yıkılmasını kabul etmeyeceklerini söyledi: Sorumluluklar sadece belirli bir kesim üzerinden tartışmaya açılırsa biz de hazırlanan bu iddianameyi tartışmaya açarız.
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in katledilmesinin üzerinden neredeyse 8 yıl geçti. Yargıtay'dan dönen dava yakında yeniden görülecek. Bu kez savcı soruşturmaya, cinayette ihmalleri, dolaylı ya da doğrudan sorumlulukları olduğunu iddia ettiği kamu görevlilerini de şüpheli sıfatıyla dahil ediyor. Bu arada Ogün Samast'ın Gülen Cemaati'ne yakın polisleri işaret eden, tanık sıfatıyla verdiği yeni ifade dikkat çekiyor.
Suikastın işlendiği dönemde İstanbul Emniyet Müdürü olan Celalettin Cerrah'ın ifade vermesinin ardından Dink ailesinin avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu'na soruşturmanın hangi aşamada olduğunu, davanın iktidar partisi ile Gülen Cemaati arasındaki siyasi çekişmenin neresinde durduğunu sorduk.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliği Terör ve Örgütlü Suçlar Birimi Savcısı Yusuf Hakkı Doğan tarafından yürütülen soruşturmada, Hrant Dink cinayetinin işlendiği dönemde İstanbul Emniyet Müdürü olan ve soruşturmada adı geçen diğer kamu görevlileriyle beraber görevini ihmal ettiği iddia edilen Celalettin Cerrah da üpheli" sıfatıyla Çağlayan'daki İstanbul Adalet Sarayı'nda savcıya ifade verdi. Bu sizin için ne anlama geliyor?
2014/40810 numaralı soruşturma dosyasında cinayette sorumluluğu olduğu belirtilen tüm kamu görevlilerinin şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınması için savcılık tarafından yapılan yazışmalar vardı. Celalettin Cerrah'ın ifadesinden önce de İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri ve İstihbarat Daire Başkanlığı görevlilerinin ifadesi alınmıştı. Bunun ardından Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri de ifadelerinin alınması için şüpheli sıfatıyla savcılığa çağırılmışlardı. Bugün yürüyen ve soruşturulan bir süreç var.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Hrant Dink'e yönelik olarak cinayet öncesi açık ve yakın tehlike olduğunu, kamu görevlilerinin bundan haberdar olduklarını yahut haberdar olabilecek bir noktada bulunduklarını, ancak Trabzon İl Emniyet, Trabzon İl Jandarma ve İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin organize ya da bağımsız şekilde bu cinayetin önüne geçmek üzere operasyon yapmadıklarını ve tedbir almadıklarını karara bağlamıştı. Bu karar bağlayıcı bir karardır.
Anayasa Mahkemesi bu şahısların soruşturulması gereğine dönük bir karar oluşturdu. Bakırköy 8'inci Ağır Ceza Mahkemesi, "AİHM'deki ihlal kararı dikkate alınarak bunlar soruşturulmalıdır" dedi. Dolayısıyla, tüm bu kararlar bağlayıcı özellik taşımaktadır. Bugün yapılan tüm işlemler de verilen bu bağlayıcı kararların akabinde yapılmıştır. Önemlidir bugün yaşananlar. Cinayetin olduğu günden itibaren bu şahısların soruşturulması gerektiğini beyan etmekteydik. 8 yıl dolmak üzeredir, ilk kez devlet görevlilerinin şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmaktadır, sırf bu durum bile önem taşıyor.
Ogün Samast da yeni ifadeler verdi tanık sıfatıyla. Şimdi davanın sanığı konumundaki kişilerin bu ifadeleri davayı nasıl yönlendirir?
Eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı, aynı zamanda dönemin Trabzon İl Emniyet Müdürü'ydü Ramazan Akyürek, İstanbul Savcılığı tarafından 2 Ekim 2014 tarihinde şüpheli sıfatıyla sorgulandı. Eski İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer 4 Aralık 2014 tarihinde şüpheli sıfatıyla sorgulandı. Ogün Samast ise bir gün sonra 5 Aralık 2014 tarihinde ifade verdi. Dolayısıyla Ogün Samast'ın ifadesi öncesinde zaten bu görevlilerin şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmış ve Dink cinayetindeki sorumlulukları tartışmaya açılmıştı. Dolayısıyla Samast'ın ifadesinden bağımsız, soruşturmanın en başından itibaren de söylediğimiz üzere, yalnızca İstihbarat Daire Başkanlığı görevlileri değil, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Valiliği görevlileri, Trabzon Emniyet Müdürlüğü ve Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlilerinin de bu cinayette sorumluluk sahibi olduklarını söylüyorduk. Dolayısıyla soruşturmanın yalnızca belirli bir yere sıkıştırılması, bunlar üzerinden davanın tartışılması hata olacaktır.
Yani sadece Ogün Samast'ın, Ali Fuat Yılmazer ve Ramazan Akyürek'i işaret eden ifadelerinden çıkarak bir değerlendirme yapmanın doğru olmayacağını mı söylüyorsunuz?
İstanbul Savcılığı'nın bugünkü tutumu da yalnızca belirli bir kesim üzerinden soruşturmanın yürümediğini göstermektedir. Yalnızca İstihbarat Daire Başkanlığı görevlileri değil, diğer görevlilerin ifadesi de şüpheli sıfatıyla alınmaktadır. İstanbul Savcılığı bakımından da Bakırköy 8'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı bağlayıcı niteliktedir. Mahkeme AİHM kararlarına atıfta bulunuyor. AİHM de bu görevlilerin cinayette sorumluluğu olduğunu söyler. İfadeler alındıktan sonra İstanbul ve Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında da İstihbarat Daire Başkanlığı görevlileri ile birlikte iddianame düzenlenmesi zorunluluğu vardır. Henüz savcılık makamı soruşturmasını tamamlamış ve iddianamesini düzenlemiş değildir. Fakat soruşturmanın yürüme biçimi belirli bir kesim üzerinden bu cinayetin tartışılamayacağını bize göstermektedir. Aksi bir gelişme olur ve bu cinayetteki sorumluluklar sadece belirli bir kesim üzerinden tartışmaya açılırsa biz de hazırlanan bu iddianameyi tartışmaya açarız.
Hükümet kanadı ve Gülen Cemaati, Dink davası üzerinden de bir tartışma kanalı açabilir mi? Görülen o ki, Dink davasını yakından takip edenlerin böyle endişeleri var. Nitekim Agos Gazetesi de bu sene içinde iki kere "Bu dava 'paralel'e sığmaz" diye manşet attı. Gazete, "Hrant Dink cinayetinin tamamen Gülen Cemaati üzerine yıkılmak istendiğini, hükümete yakın bazı gazetelerde yayımlanan manipülatif haberleri okuduğumuzda görmüştük" diyordu.
Bakın Dink cinayetinde bütünsel bir sorumluluk var. Cinayete giden süreçteki aktörlerle cinayetin önüne geçmeyen, tedbir almayan aktörler ve cinayet sonrası verileri değiştiren aktörler arasında bir süreklilik bulunmakta. Bütün bunları kapsayan bir iddianame düzenlenmesi zorunluluğu ortada. Eğer dava, yaşanan iç çatışmanın araçlarından biri haline getirilmek istenirse biz müdahil taraf olarak buna asla ve kat'a izin vermeyiz. Biz mutlak bir şekilde bütünsel bir sorumluluk olduğundan hareket ediyoruz, iddianamenin de buradan bakarak düzenlenmesi gerektiğini beyan ediyoruz. İddianame ancak bu şekilde önümüze konursa hukuksal bir karar verilmiş olur. Ama iç çatışmanın sonucu olarak sadece belirli kesimler üzerinden bir iddianame yazılırsa bu Dink cinayeti davasının araçsallaştırılması anlamına gelir ki biz buna müsaade etmeyiz.
Hrant Dink cinayeti davasının şu anda gelinen aşamasında iyimser misiniz?
Kamu görevlilerine ilişkin bugün İstanbul savcılığındaki ifade alma biçiminden yola çıkarsak bütünsel bir soruşturma yürütüldüğünü söyleyebiliriz. Ancak iddianame henüz düzenlenmedi. İddianamenin düzenlenme şekli, iddianamede kimlerin suçlanacağı, hangi maddeler ve gerekçeler üzerinden bu iddianamenin düzenleneceğine bakacağız. Bugünden karamsar olmak ya da tamamen iyimser olmak için bir sebebimiz yok. Kamu görevlileri yönünden soruşturmanın yürüme biçimi elbette ki olumludur. Ancak biz cinayete giden süreçte rol alan aktörlerin de gerektiği şekilde soruşturulmadıklarını ve cinayeti işleyen örgütlenmenin üst yapılanmasının özellikle İstanbul'daki bağlantılarının açığa çıkarılmadığını söylemekteyiz. Dolayısıyla da, evet bugün kamu görevlileriyle ilgili bütünsel bir soruşturma yapıldığı görülmektedir. Ancak bunlara dönük iddianame düzenlendikten sonra biz İstanbul Savcılığı'nın soruşturma dosyasını açık tutacağını ve örgütlenmenin üst yapısının açığa çıkarılmasına yönelik taleplerimizi de karşılayacağını ve bu konuda soruşturmayı derinleştireceğini ummaktayız. Ancak kamu görevlilerine ilişkin soruşturma tamamlandıktan ve iddianame yazıldıktan sonra bu konudaki taleplerimizi ileteceğiz, o zaman savcılık makamının tutumunu değerlendireceğiz.
Biraz geçmişe dönelim ve dava şu anki sürece nasıl geldi hatırlayalım. 2007'de doğru gitmediğini düşündüğünüz konular nelerdi? İddianame, ilk davanın gidişatı ve sonucuna dair bugünden baktığınızda ne görüyorsunuz?
2007 yılından buna yana cinayetin işlenmesiyle beraber İstanbul savcılığı CMK 250'inci maddeyle ilgili kısmına dair soruşturma başlattı. 20 Nisan 2007 tarihinde de iddianame düzenledi. Burada soruşturmaya ilişkin bir dosyayı da açık tuttu, Hrant Dink cinayetine dair her türlü gelişmeyi de bu dosya üzerinden takip edeceğini söyledi. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ve İstihbarat Daire Başkanlığı görevlilerinin ifadeleri bu soruşturma dosyası üzerinden alındı. Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü yetkilileri de yine bu soruşturma dosyası üzerinden ifadeye çağırıldı. Aslında süreç şöyle işledi: 2007 yılında İstanbul Savcılığı bu dosyayı açık tutmuştu. Ardından Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü, Trabzon İl Jandarma ve İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında 4483 sayılı "Memur ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanmasına Dair Kanun" uyarınca Dink cinayetindeki sorumlulukları bağlamında incelemeler yapıldı. İstanbul ve Trabzon İl Emniyet görevlilerinin hiç birisi hakkında soruşturma izni verilmedi. İtiraz ettik ama Bölge İdare Mahkemesi bizim bu itirazlarımızı reddetti. Bölge İdare Mahkemesi kararları kesin nitelik taşıdığı için bunları temyiz etme imkanlarından da yoksun hale geldik.
Jandarma yetkilileri de o dönemde soruşturulmadı değil mi?
Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri hakkında 4483 sayılı yasa kapsamında yürütülen soruşturmalarda yalnızca iki alt düzey jandarma görevlisi hakkında soruşturma izni verildi; Okan Şimşek ve Veysel Şahin. İl Jandarma Komutanı Ali Öz, İstihbarat Şube Müdürü Metin Yıldız ve Trabzon'daki diğer 4 jandarma görevlisi hakkında ise soruşturma izni verilmedi. Biz bu karara da itiraz ettik. Fakat Bölge İdare Mahkemesi bu itirazımızı da reddetti. Biz bunun ardından bu üç soruşturma dosyasında etkin soruşturma yapılmadığı, bunların cinayette ciddi şekilde sorumluluk sahibi oldukları hakkında önemli delil bulunduğunu beyan ettik ve AİHM'e başvurduk. AİHM, Hrant Dink hayattayken hüküm kurulan başvuru dosyası ile bu son dosyayı birleştirdi, tek dosya haline getirip Eylül 2010'da bir karar verdi. Aralık 2010 tarihinde de bu karar kesinleşti.
İlgili resmi kişi ve kurumlar ile ilgili suç duyurularında bulunmuştunuz...
Evet, 17 Ocak 2011 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na İstanbul Valiliği görevlilerini de dahil ederek AİHM kararları ile ilgili bir suç duyurusunda bulunduk. Savcılık bu suç duyurusunu başka bir soruşturma numarasına kaydetti, sonra 2007'den beri açık bulunan 2007/972 numaralı soruşturma dosyasına kaydetti ve o dosyayla birleştirdi, dolayısıyla tek dosya haline getirdi. Fakat hem 2007 yılından bu yana açık olan soruşturma dosyasına konan kısıtlama kararı, hem de kamu görevlileri ile ilgili yaptığımız suç duyurusuna konan kısıtlama kararı sebebiyle biz bu dosyadaki gelişmelerin ne olduğunu ve savcılık makamının hangi işlemleri yaptığını görebilme olanağından yoksun hale geldik. Bu kısıtlama kararı da uzun yıllar sürdü.
Fakat yeni kanuni düzenlemeler yapıldı bu dönemde değil mi?
Doğru, 30 Nisan 2013 tarihinde Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 172'ici maddesine üçüncü bir fıkra eklendi. Denildi ki, "Eğer etkin soruşturma yapılmadan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmişse, başvuru üzerine AİHM ihlal kararı oluşturmuşsa 3 ay içerisinde yeniden başvurulması halinde savcılık tarafından soruşturma açılır". Biz bu düzenlemeye dayanarak, 1 Temmuz 2013 tarihinde İstanbul Valiliği görevlileri, İstanbul İl Emniyet, Trabzon İl Emniyet ve Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri hakkında yeniden suç duyurusunda bulunduk. Bu başvurumuzu genel yetkili savcılık nezdinde yaptık. Fakat, önceki suç duyurumuzdan bahsederek yaptık. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın genel yetkili kısmı, bu iki soruşturma dosyasını birleştirmedi. 19 Temmuz 2013 tarihinde Trabzon İl Emniyet ve Trabzon İl Jandarma yetkilileri ile ilgili yetkisizlik kararı verdi. Buna ilişkin bölümü ayırıp Trabzon savcılığına gönderdi. Muammer Güler hakkında görevsizlik kararı vererek ona ilişkin kısmı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na, dönemin İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör ve İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü yetkilileri ile ilgili olarak ise soruşturma izni verilip verilmemesini karara bağlamak üzere ilgili kısmı İstanbul Valiliği'ne gönderdi. 6 Ağustos 2013'te ben bir itiraz dilekçesi kaleme alarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdim. Özetle, "Kanun soruşturma açılır demekte. Oysa ki savcılık İstanbul Valiliği'nin soruşturma izni verilip verilmemesini karara bağlamasını istedi. Bu yapılan yasanın açık hükmüne aykırıdır. İkincisi AHİM ihlal kararında etkin soruşturma yapılmadığından bahsedip 4483 sayılı yasada gereğince yapılan incelemelerin kendisini de etkin soruşturma yapılmadığının en büyük kanıtlarından biri olarak göstermişti. Dayanaklarından bir tanesi de buydu. Dolayısıyla biz savcılık makamının bu tutumunun AİHM kararına aykırı olduğunu söyleyerek, 'Bu kararınızdan rücü edin, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü yetkilileri ve Ergun Güngör hakkında soruşturma yürütün' dedik. Fakat savcılık makamı bu kararı vermedi. Valilik Makamı da Mülkiye Müfettişi istedi İçişleri Bakanlığı'ndan. İnceleme yaptılar ve soruşturma izni verilmemesi gerektiğini karara bağladılar. Bunu yaparken de daha önceki kararları kullandılar.
O dönemde de gerek İstanbul Valiliği gerekse Bölge İdare Mahkemesi'nden yine ret kararı çıkmıştı.
Valilik 28 Kasım 2013'te bu yönde karar verdi. Bu karar bize tebliğ edildiğinde 23 Aralık 2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'ne itiraz ettik. Mahkeme, 22 Ocak 2014 tarihinde itirazımızı oy birliğiyle reddetti. Bu karara karşı 3 Mart 2014'te Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunduk. Anayasa Mahkemesi başvurumuzu haklı bularak 17 Temmuz 2014'te başvuruyu oy birliğiyle kabul etti. Bizim bu başvurumuzu yaptığımız zaman 21 Ocak 2014 tarihinde İstanbul Savcılığı'nın genel yetkili kısmı İstanbul Valiliği ve Bölge İdare Mahkemesinin kararlarına dayanarak Ergun Güngör ve İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü yetkilileri hakkındaki evrakın işlemden kaldırılmasına, aslında bir tür kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verdi. Biz de 19 Mart 2014 tarihinde bu karara itiraz ettik. Bu itirazımız da Bakırköy 8'inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından incelemeye alındı. 9 Nisan 2014 tarihinde de çok daha ayrıntılı bir dilekçeyi yine bu mahkemeye sunduk. 8'inci Ağır Ceza Mahkemesi tam da bizim itirazlarımız doğrultusunda 21 Mayıs 2014 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararının kaldırılmasına karar verdi. Başsavcılık bu karara karşı "Kanun Yararına Bozma" yoluna gitti ve Adalet Bakanlığı ile yazışma yaptı. Bölge İdare Mahkemesi kararı varken Bakırköy 8'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nin bu yönde bir karar veremeyeceğini, bu kararın hukuka aykırı olduğunu ve bu nedenle "Kanun Yararına Bozma" yoluna gidilmesi gerektiğini belirtti. Adalet Bakanlığı ise 16 Temmuz 2014 tarihinde savcılığın bu talebini yerinde görmedi ve bu talebi reddetti. Bu arada da AYM tarafından da ihlal kararı verildi.
Yeni süreçte adı geçen kamu görevlileri hakkındaki soruştumayı tek savcı mı soruşturuyor?
İstanbul Savcılığı Trabzon İl Emniyet ve Jandarma görevlileri hakkındaki dosyayı Trabzon'a göndermişti. Trabzon savcılığı da iki il Emniyet Müdürü ve İl Jandarma Komutanı'nın adli kolluğun en yüksek yetkilisi olması ve Hakimler Savcılar Kanunu'na tabi olması nedeniyle dosyayı HSYK'ya gönderdi (Ramazan Akyürek ve Reşat Altay dönemin il emniyet müdürleri, Ali Öz de dönemin il jandarma komutanıydı). HSYK da bu şahıslar hakkında soruşturma yapılması gerektiğini karara bağladı. Bunun ardından İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nda 2007 yılından bu yana açık bulunan soruşturma dosyası, kanundaki değişiklikler nedeniyle 2014'te yeni bir dosya numarası aldı. Yeni atanan savcı Yusuf Hakkı Doğan başsavcılığın genel yetkili kısmına başvurarak Ergun Güngör ve İstanbul Emniyeti yetkilileri ile ilgili soruşturma dosyasının kendi yürüttüğü soruşturma dosyasıyla birleştirilmesini talep etti. Aynı şekilde Doğan Trabzon savcılığına da yazı yazarak İl Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı'ndaki yetkililerin dosyalarının kendi yürüttüğü dosyaya dahil edilmesi için karar oluşturulmasını talep etti. İki makam da birleştirme yönünde karar vererek gönderdiler. Şu anda üç ayrı noktada yürütülen soruşturma tek bir savcıya bağlanmış oldu.